Uygarlıkların temeli olan enerji, onların ilerlemesini sağlayan yegane ihtiyaç; savaşlara sebep olan ve hükümetlerin kurulup yıkılmasında etkin rol oynayan önemli bir konu. İnsanoğlu geçmişten bugüne zor doğa koşullarına enerji yoluyla karşı koyabilmiştir. Aynı işi kısa zamanda, daha az enerjiyle ve daha az malzeme kullanarak yapabilmek bir idealdir. Yıllar geçip Sanayi Devrimi’nin patlak vermesiyle, bu ihtiyaç daha da artmış; üretim araçlarına sahip olan zamanın büyük güçleri İngiltere, Fransa ve Almanya gibi ülkeler bu ihtiyacı fark etmişlerdir. Erken fark ettikleri için erken yol almış ve sonuç olarak sömürgeciliğe başlayarak enerji maddelerinin de üstüne konmuşlardır.
Her ne kadar bu büyük ülkeler aşırı miktarda sömürgelerden yararlansa da diğer ülkeler de bu durumdan faydalanmış, sanayileşmiş ve gelişmişlerdir. Çin bu durumun en güzel örneğini oluşturmaktadır. Ancak küresel ısınmanın etkileri gün geçtikçe artmakta, mevcut yakıtlardan oluşan sera gazları atmosferi kaplayarak adeta dünyanın nefes almasını önlemektedir.Ayrıca her ülke Almanya kadar şanslı değil. Özellikle kömür konusunda. Örneğin Almanya’daki kömürün kalorisi 5000’i geçtiği için oldukça verimli; ama Türkiye’deki linyitin kalorisi 1000’i bile bulamıyor. Yani toprak farkı yok gibi. Bu durumda Türkiye sanayisinde linyiti kullanmak, bir anlamda 1 günde bitecek işi 5 güne yaymak demek. Bunun yanında, artan iş kazaları ve çevreye salınan CO2 de cabası.
75 milyonluk Türkiye, her yıl enerjideki harcamalardan dolayı açık vermekte; bu da ekonomimizi kötü etkilemektedir. Doğalgaza her yıl yapılan zam malumunuz. Önümüzde iki seçenek kalıyor; bunlardan bir tanesi yenilenebilir enerji kaynakları, diğeri de nükleer santral. Güneş enerjisi ve rüzgar enerjisi maalesef büyük sanayi tesisleri için yeterli değil. Birçok kişinin ballandıra ballandıra anlattığı güneş enerjisi özellikle Türkiye için yetersiz, verimi %10 civarında. Bunun yanında bu kadar büyük enerji harcaması olan bir ülkenin ihtiyacını karşılamak için çok büyük arazileri kaplamak gerekiyor. Aynı zamanda, hava koşulları da bir diğer engel bu enerji tipi için. Bu noktada tek çıkar yol nükleer enerji.
Nükleer enerji, bilip bilmeyenin konuştuğu gibi bir zararlı ve sürekli patlayan bir öcü değildir. Nükleer enerji, bir veya daha fazla sayıda nükleer reaktörün yakıt olarak radyoaktif maddeleri kullanarak elektrik enerjisinin üretilmesidir. Nükleer enerjinin doğaya zararlı gaz salınımı yoktur. Az hammadde ile çok büyük enerjiler üretilebilir. Bu da Türk sanayisine katkıda bulunabilir.
Ya patlarsa? Herkesin endişesi aynı. Ancak kimse 40 yıl öncesinin reaktörleriyle şimdiki reaktörlerin bir olduğunu düşünemez. Şu anda tüm gelişmiş ülkeler bu santralleri inşa ediyor ve elde edilen enerjiyi sanayilerinde kullanıyorlar. Herkes Güney Kore’nin 1960’lardaki durumundan bahseder. 1960’larda Güney Kore’nin milli geliri Türkiye’nin yarısına yakın. Eee daha sonra? Daha sonrasında olan şu: Sanayisinin gelişmesi ekonominin ilerlemesi. Ancak bu sanayi için bir enerji lazım. Kimse bizim gibi hayale yatıp linyitle, ithal doğalgazla, petrolle sanayi yarışına girmiyor. Girmiyor ki bizim gibi ağzının ortasına yumruğu yemiyor. Güney Kore’de bugün 20’ye yakın aktif nükleer santral var. Herhangi bir yeraltı kaynağı olmadan bu santraller sayesinde elektrik üretebiliyor, ekonomisini geliştiriyor ve refah seviyesi de artıyor. Havasını da kirletmiyor bu arada; çünkü nükleer enerji kullanıyor ve gerekli soğutma işlemlerini okyanustan yapıyor. Çernobil, dünya için ders niteliği taşımıştır. Çernobil kazası diğer ülkeleri de etkileyince, bütün ülkeler komşu ülkelerinde ve hatta daha uzak ülkelerde bulunan nükleer reaktörler konusunda kendilerini sorumlu ve denetlemede yetkili görmeye başladılar. Çernobil’den sonra daha büyük bir facia meydana gelmemiştir. Fukuşima’da meydana gelen kaza ne depremden ne de ihmaldir. Asıl nedeni tsunamidir. Türkiye’de tsunami olması ise imkânsıza yakındır. Emin olun bu işe yaramaz kömürün madenlerinin riski nükleer enerjiden daha fazla. Ayrıca, her yıl yüzlerce kişi trafik kazalarında da hayatını kaybetmektedir. Böyle bir durumdan dolayı kimse otomotiv endüstrisi kapansın diyemez; çünkü onu ihtiyaç olarak görür. Aynı ihtiyaç durumu nükleer enerji için de geçerlidir. Madem cari açığın kapanmasını istiyoruz, madem ekonominin ilerlemesini istiyoruz, hadi hükümet desin ki “Vatandaşlar, en çok açık verdiğimiz sektör enerji. Kimse araçlara binmesin, evinde yakılan lamba sayısını tüm ev için bire indirsin.” Emin olun Türkiye gibi bir ülkede buna kimse uymaz. Ya da desinler ki “Madem Soma’daki kardeşlerimize ağlıyoruz, yas tutuyoruz; bu 3 günlük yas süresince bütün elektrikler kesilecektir.” Ne olur biliyor musunuz, kaos. O yüzden nükleer enerji bizim gelişmemiz için bir gereklilik.
Kardeşim, İsveç çöp yakıp elde ediyor enerjiyi, biz de yapamaz mıyız? Maalesef bu enerjiyi elde edemeyiz. İsveç buradan elde edilen enerji ağır sanayide kullanamıyor; çünkü verimliliği düşük. İsveç’te toplamda 13 nükleer santral var. Bunların 10 tanesi aktif. Aktif olanların bazıları dünyanın en fazla elektrik üreten santralleri arasında ve nüfusuna rağmen bu elektriği sanayide kullanıyor.
Gelişmemiş ülkelerde de var nükleer enerji. Gelişmemiş ülkeler olarak örnek vermek istediğim doğu komşumuz Ermenistan. Harap yıkık dökük tesisi yıllardır kullanıyorlar. Bu tesisler 30 yıl öncesine ait tesisler. Bu çevreci kardeşlerimiz düşünmüyorlar ki kardeşim patlarsa ne olur diye. Patlarsa olacağı şu; Ağrı, Iğdır, Kars, Van ve Muş’u unutun. Bu Sovyet kalıntısı tesisi soğutmak için Ermenistan’ın denize de kıyısı yok. Buna rağmen WWER-reaktörü ile bu işlemi gerçekleştiriyorlar. Bu noktada Ermenistan bu külüstür sistemi ile patlatmamayı başardıysa; bırakın en yüksek teknolojiyi Japonya’dan ve Rusya’dan satın alacak olan Türkiye de başarsın. Aynı durum Pakistan için de geçerli. Bunlar başarıyorsa, inanın soğutma işlemleri doğru yapıldığı takdirde Türkiye de başarılı olacaktır. Şimdi size bir liste sunacağım. Nükleer santrallere sahip olan ülkeler, bunları inşa edecek teknolojiye sahip olanlar ve yeni nükleer tesis kurmayı düşünenler:
Nükleer santral inşa eden ülkeler:
- Amerika Birleşik Devletleri ABD
- Arjantin
- Beyaz Rusya
- Brezilya
- Bulgaristan
- Fransa
- Finlandiya
- Güney Kore
- Hindistan
- İran
- Japonya
- Kuzey Kore
- Moğolistan
- Pakistan
- Romanya
- Rusya
- Ukrayna
- Birleşik Krallık
İlk kez veya yeni nükleer santral kurmayı düşünen ülkeler:
- Azerbaycan
- Birleşik Arap Emirlikleri
- Cezayir
- Çek Cumhuriyeti
- Ermenistan
- Fas
- Güney Afrika
- Endonezya
- İsrail
- İsveç
- İsviçre
- Kanada
- Kazakistan
- Libya
- Litvanya
- Meksika
- Mısır
- Polonya
- Slovakya
- Suudi Arabistan
- Şili
- Türkiye
- Umman
- Vietnam
Görüldüğü üzere dünya yeni bir dönemin içine giriyor. ABD’nin tek kutuplu Yeni Dünya Düzeni, yerini unipolar bir sisteme bırakıyor, yeni aktörler devreye giriyor. Bu Dünya’da sanayi anlayışının da değişmesine yol açıyor. İşte bunun en güzel örneği Çin ve Güney Kore. Türkiye de bu yarışta yerini mutlaka almak zorunda. Aksi takdirde Osmanlı’nın Sanayi Devrimi’nde geri kaldığı gibi biz de yeni sanayileşme sisteminde, ağır sanayide geri kalabiliriz. Bu bağlamda nükleer enerji, HES’ler ve diğer enerji kaynaklarımızla karşılaştırıldığında daha az yok edici ve daha fazla gereklidir. Yoksa bütün hayallerimiz hatta geleceğimiz yüze yakın santrali olan ABD’nin boyunduruğu altında yaşamak zorunda kalır. Aynı bizim gibi. İşte o zaman bu çevreci geçinenleri ve yapay milliyetçilik taslayanların yüzlerini görmek isterim.