08.00 Eskişehir yolcularına…
Aklıma gelmişken özür dilemek istiyorum sizlerden, sizinle aynı vagonu paylaşıp görüntümle rahatsız ettiğim için… Biliyorum, egemenliğin kayıtsız şartsız sizlerin elinde olması, bir sultanın hüküm sürmesinden daha korkunç geliyor sizlere. Ben de bu hakimiyeti sizlere hatırlatarak ayıp ettim, yazık bana!
10 Kasım sabahı Eskişehir istikametinde yola koyuldum. Sabah 08.00’da hareket eden tren, daha önce gidenler bilir, bir buçuk saatte varacaktı Eskişehir’e. Bu, atamın ölüm saatinde yolda olacağım anlamına geliyordu. Aslında bir heyecan yaşamadım denilemez. Trenin siren eşliğinde yolculuk yapacak olma ve o esnada ayakta dimdik durarak onun varlığını hissettiğimi gösterme ihtimali şu an bile tüylerimi diken diken ediyor.
Ama siz…
Saat 9’u 5 geçe bana dikerek baktığınız o gözleriniz…
Sol önümdeki anne, önümüzdeki çift, bir ön sıradaki orta yaşlı kadınlar,ve sen… Nasıl unutabilirim ki o geniş alnını, renkli gözlerini, yuvarlak yüzünü… Aşağılayarak beni yerin dibine sokuş çaban, nasıl, nasıl…
Evet, vagondaki insanlar ayağa kalkmayı bırakın, ayakta duran bana, öyle alaycı gözlerle bakıp aralarında fısıldaştılar ki, benliğime yediğim kamçının hala etkisindeyim… Beni yanlış anlamayın, tabi ki ayağa kalkmak zorunda değilsiniz. Ne Atatürk’ü ne de beni sevmek zorunda değilsiniz. Size göre Atatürk bir vatan haini ya da bir diktatör de olabilir. Ama unutmayın ki, umursamadığınız o adam için binlerce insan, her 10 Kasım günü, sanki kalkacak da bir şey soracak, hani bir şey isteyecek diye başında nöbet tutuyorlar. Unutmayın ki, o insanlar tıpkı sizler gibi, Anafarta sırtlarında ellerinde silah, kalplerinde iman ile savaşmış ecdadın torunları. Ve yine unutmayın ki, o nesil aidiyet duygusunun en derin haznelerinden aldığı feyzle geleceğe yürüyor ve yürümeye de devam edecek. Tabi ki amacım sizleri kötülemek değil, sadece saygı kelimesindeki ikiyüzlülüğü ortaya çıkardığınız için sizlere teşekkür etmek istiyorum. Size zamanında sahip çıkana sırt çevirdiğiniz için alkış tutmak istiyorum. Önümde teşkil etmiş olduğunuz örneklerden dolayı çok bahtiyar olduğumu belirtmek istiyorum. Ve düşünüyorum da, ben de mi otursaydım acaba?
Ki zaten ne gerek var böyle şeylere. Adam Smith’in bizlere gösterdiği yolda, laissez faire kapitalizmle, özgürlük kelimesinin sınırlarını zorlayarak yaşamak varken, ne gerek var iki dakikalığına ayağa kalkmaya. O enerjiyi, Eskişehir’de bulabileceğiniz en iyi sandalyenin üzerine yerleşip çayınızı yudumlarken harcayabilirsiniz mesela. He tabi Eskişehir’in şu an özgür bir kent olmasının sebebi de zaten Adam Smith. Yok bir de Atatürk mü yaptı diyeceksiniz? Tövbe tövbe…
Zaten felsefe dediğimiz şey de yalan. Benim özgürlüğüm neden başkasının özgürlüğünün başladığı yerde bitsin ki? Fırsat eşitliğini ben kendi özgür irademle yorumlama hakkını kendimde görüyorum açıkcası. Liberalizm de bana faydacı olmayı öğretiyor. O zaman fayda varsa ben de varım. Öyle liberal yavşaklığı falan diyenler de var tabi ama bize ne yani, biz sahip oldukça varız. Nasıl sahip olduğumuz hiç önemli değil?
Ben mi dedim 10 Ağustos sabahı Conkbayırı’na git diye. Sonra kalbine kurşun mu şarapnel mi ne gelmiş. Millet de sahipleniyor bunu. Ne kadar saçma…
Ben mi dedim 28 Ekim gecesi toplan, Cumhuriyet ilan etme planı yap diye. Saltanatla demokrasi yürütürdük biz. Bak avrupaya. Aydınlanmış mutlakiyet diye bir şey var. Koskoca 2. Frederik yanlış mı yapmış sanki. Geçirirdik padişah torununu başa, e bir de küçük çaplı bir yasalar topluluğu, gül gibi yaşar giderdik.
Ben mi dedim, sana kadın ve erkek haklarını eşitle diye. Allah aşkına, Avrupada bile yokmuş öyle kadına seçme hakkı falan, bizim ne haddimize. Kadın dediğin evinde oturur. Trende de arka vagonda gider. Hatta yük vagonu olsa oraya atarız, ne gerek var öyle koltukta oturmasına falan.
Şimdi senin yüzünden karşımıza genç bir oğlan dikilmiş, Galatasaray-Fenerbahçe derbisinin sonucunu tartıştığımız şu önemli dakikada dikkatimizi dağıtıyor. Bir de sert bakıyor bize, sanarsın ki Anıtkabir’deki nöbetçi askerler. Hoş onları da pek bilmem ben, öyle derler ya genelde…
Ama sen, sayın 08.00 Eskişehir treni yolcusu,
Eğer çok merak ettiysen cevap vereyim. Evet ben söyledim. Benim atalarım söyledi. Senin deden, dayın, amcan, halan, belki de baban söyledi. Halkının dilini konuşuyordu çünkü o. Halkına, halkının hakkettiğini vermeye çalışıyordu. Küllere üfleyip kıvılcım çıkartmaya çalışıyordu. Ve başardı da. Kadınımızı, malımızı, mülkümüzü İngilizin, Fransızın elinden çekip almamıza yardım etti o. Bense şimdi senin karşına geçmiş, senin alaycı bakışından aldığım feyzle daha da dik duruyorum onun için. Senin kıymet bilmezliğin cesaret veriyor bana, seninle ders alıyorum hayattan ve seninle bastırıyorum ruhumun derinliklerindeki iğrenç kin duygusunu. Eğer o olmasaydı da olurdu deseydin orada bana, cevabım da ancak şu olurdu;
O zaman in şimdi trenden ve yürüyerek git, gideceğin yere. Tren olmasaydı da olurdu…
Özgün Uysal
Ağzına sağlık kardeşim, aynı trende olup bu bakışlara maruz kalmak ve seninle bu feyzi paylaşmak isterdim.