Bayram Yazısı: Ulusal Egemenlik mi Millî İrade mi?

TBMM_ATATURK_by_DiklofenakSodyum

23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramımız Kutlu Olsun

Bugün 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı. Kutlu olsun, mutlu olsun ama her şeyden önce adına yakışır bir bayram olsun!

Ulusal bayramlar, günler, haftalar vs. dünyanın hemen her yerinde farklı isimlerle de olsa benzer amaçlarla ve benzer duygularla yaşanan bir nevi anma etkinlikleri bütünüdür. Ulus-devlet modellerinin vazgeçilmez ögelerinden biri olan ortak tarih, ortak kültür bugünlerde daha çok vurgulanır. Genel olarak siyasal söylemler bir kenara bırakılır, güzel duygularla geçmişte yaşanan acılar, zaferler, sevinçler anılır, politikacılar tüm samimiyetleriyle (!) birlik ve beraberlik mesajları verirken satır aralarından gösterdikleri iğne uçlarıyla bir sonraki gün kaldığı yerden devam edecek olan kavganın hazırlıklarına her an devam edildiğini çıtlatırlar. Öte yandan ilk ve orta dereceli eğitim-öğretim kurumlarında törenler düzenlenir (sanıyorum bu noktada oldukça esnek davranılmaya başlandı) ve devlet gelecek nesillere ‘ulus’ olma bilincini bu günlerde birkaç saatlik hızlandırılmış kurs tadında okunan epik şiirlerle, kompozisyonlarla aşılamaya çalışır- o çocukların televizyon izleyebildiklerini, internete göz atabildiklerini, sosyal medyayı devletin tüm kurumlarından daha iyi kullandığını unutarak. Kısacası, her ne kadar ulusların bir arada paylaştıkları bazı değerleri kavramaları için önemli olsa ve devletlerin üzerine inşa edildikleri temelleri anımsamaları açısından iyi bir mazeret oluştursa da ulusal bayramlar kutlanış şekli açısından ülkemizde biraz sorunlu görünmektedir. Bana göre bu sorunun en büyük kaynağı bayramların esas hatırlatmak istediği bir takım kavramların ve temel değerlerin toplum tarafından ve aynı toplumun belirlediği yöneticiler tarafından iyi anlaşılamaması, benimsenememesi ve özellikle siyasetçiler açısından medyatik bir zorunluluk yaratmasıdır. Bu bağlamda, ülkemizde kutlanan ulusal bayramların tümünün çok anlamlı olduğunu düşünmeyen biri olarak 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’nı oldukça önemsiyorum. Bu nedenle de televizyonlarda duyduğumuz çin malı demeçlerden ziyade en azından bu bayramın isminde barındırdığı kavramlara değinmek istiyorum.

 

Couder_-_Le_Serment_du_Jeu_de_Paume_20_juin_1789

Genel İrade’yi temsil eden bir resim

23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’nın adından da anlaşılacağı üzere anımsatmak istediği iki temek nokta vardır: i) Ulusal Egemenlik ii)Toplumlar içerisinde çocuk varlığı, bu varlığın özelliklerinden kaynaklanan bir takım haklar ve çocuğun milletin ve devletin geleceğini oluşturma bağlamında önemi (bu değerlendirme devlet eliyle ilan edilen ulusal bayram kavramı çerçevesinde yapılmıştır) Aslında bir noktada ‘ulusal egemenlik’ ve ‘çocuk’ kavramlarını birbiriyle kesiştirmek mümkünse de ayrı ayrı ele almanın daha doğru olacağı kanaatindeyim. Ulusal egemenlik

En basit anlamda, ulusal egemenlik dendiğinde aklımıza hemen milletin kendi kendini yönetme iradesiyle devletin egemen gücünün kaynağını teşkil etmesi gelir. Temelde çok yanlış olmasa da daha iyi anlayabilmek için ‘ulusal/millî’ kelimesi üzerinde durmak gerekiyor.

Günlük konuşmada halk egemenliği ve millî egemenlik kavramları eş değer anlamda kullanılmaktadır, bu da esasında halk ve millet kavramlarının aynı anlamda kullanılmasına bağlıdır. Bunun pratikte eş anlamlı olduğunu düşünüp kavramları birbirinin yerine kullananlar olsa da tarihsel gelişime baktığımızda iki kavramın farklı anlamlara gelebileceğini söyleyebiliriz. Bununla ilgili olarak Jean Jacques Rousseau “Toplum Sözleşmesi” adlı eserinde egemenliği genel iradenin kullanılması olarak açıklamış, bu genel iradenin de her bireyin özel iradesinden oluştuğunu belirtmiştir. Dolayısıyla egemenliğin meşruluğu bu genel iradeye dayanmaktadır demiştir. Genel iradenin beyanı yalnızca o anda yaşayan bireylerin kendi özel iradelerini beyan etmeleriyle oluşacağından Rousseau egemenliğin yalnızca halka ait olduğunu, asla devredilemeyeceğini ve bizzat yurttaşlar eliyle kullanılabileceğini belirtmiştir. Oysa Fransızların 1789 Devriminden sonra ortaya koydukları millî egemenlik teorisi bundan farklıdır. Bu teoriye göre millet, bir bütün olarak kendisini oluşturan bireylerden ayrı bir varlığa sahiptir. Halk, belli bir dönemde yaşamakta olan bireyleri, yani somut bir varlığı ifade ettiği hâlde, millet belli bir dönemde yaşayanları değil, fakat geçmişte yaşamış ve gelecekte yaşayacak olanları da kapsayan manevî bir varlığı ifade eder. Egemenlik de yalnızca millete aittir. Bu anlayış doğrultusunda halk, millete ait olan egemenliği tek başına ve doğrudan kullanamaz. Bu ancak temsilciler eliyle gerçekleştirilebilir denmiştir. Pratikte bu tartışmaların büyük farklar yaratmayacağı düşünülebilirse de demokratik sistemin ve devletin meşruiyetinin anayasal koruma altına alınması açısından oldukça önemlidir. Zira 3 Eylül 1971 Fransız Anayasasına göre “Egemenlik tektir, bölünemez, devredilemez ve zamanaşımına uğrayamaz. Millete aittir. Halkın içinden hiçbir bölüm ya da fert bu egemenliğin kullanılmasını kendisine mal edemez.” Türkiye’deki gelişim sürecine baktığımızda 1921 Teşkilâtı Esasiye Kanununda “Hâkimiyet bilâ kayd-ü şart Milletindir” denilerek millî egemenliğin anayasa ilkesi hâline geldiği söylenebilir. Cumhuriyet dönemi anayasalarında da bu ilke korunmuştur.

liberty

Fransız Devrimi yeni bir ‘millet’ kavramı ve ‘millî egemenlik’ anlayışı ortaya attı

Teknik ve tarihsel açıklamalardan günümüze doğru geldiğimizde temsilî demokrasilerin yaygınlaşmasıyla millî egemenlik ve halk egemenliği kavramlarının birlikte kullanıldıklarını görüyoruz. Örneğin Fransız Anayasasının 3. Maddesinde “ulusal egemenlik halka aittir” denilerek hem millet-halk ayrımı korunmuş hem de pratikte milletin somut yansımasının halk olduğu düşüncesinden hareketle bu egemenliğin halk tarafından kullanılabileceği düşünülmüştür. Her ne kadar bizim Anayasamızda “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir” (m.6 f.1) denilerek bu ayrım gözetilmemişse de aynı maddenin devamında (f.2) “Türk Milleti’nin bu egemenliği yetkili organlar eliyle kullanacağı”nı belirterek yine aslında halk egemenliği vurgusu yapılmıştır. Özetle bu iki kavram iç içe geçmiş durumdadır.

Fakat bu ayrım günlük yaşamımıza girmiş olan ‘millî irade’ kullanımı açısından yaşamsal bir öneme sahiptir. Bu kullanım, Fransızların millî egemenlik teorisine dayanmakta ve halkın iradesinin dışında ve üstünde sınırlayıcı bir güç kabul etmeyen iradeyi ifade etmektedir. Fransızlar 1789 Fransız Devriminden sonra yaşanan iktidar boşluğu döneminde bu ifadeye çokça sarılmışlar ve otoriter bir yapı izlenimi vermişlerdir. Oysaki günümüz demokrasilerinde millî egemenlikle halk egemenliği kavramlarının iç içe geçtiğini düşündüğümüzde ‘millî irade’ denen iradenin halkı oluşturan tüm bireylerin iradesini ifade ettiğini, seçim sisteminin bir sonucu olan çoğunluk iktidarının meşruiyetinin temeli olmadığını söylemek gerekir. Aksi takdirde ‘millî irade’nin çoğunluk iktidarı olduğu illüzyonu egemenliğin de çoğunluğa ait olduğu sonucunu doğuracak ve bu da John Stuart Mill’in açıkladığı çoğunluğun tiranlığına bizi götürecektir.

Tüm bunları araştırmamın ve size aktarmamın nedeni bugün kutladığımız 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’nın bize hatırlatması gereken kavramı aktarmaktı. Ulusal egemenlik ayrı ayrı her bireyin iradesinde yansımasını bulur ve ayrı ayrı her birey bu egemenlikte hak sahibidir, bu egemenlik hiçbir surette hiçbir kişiye, zümreye veya sınıfa bırakılamaz (AY m.6 f.3). O nedenledir ki bu bayram bize birey ve toplum olarak egemenliğimizin kaynağını hatırlatır. Birileri istediği kadar ‘millî irade’ diyerek kendi mikro iktidarını egemen kılabilir, bu hayal yersizdir. Egemenlik milletindir. Yaşamışların, şu anda yaşayanların (tekrar belirtelim pratik olarak sadece bu grubun) ve bundan sonra yaşayacakların…

23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramımız Kutlu Olsun!

NOT 1: Çocuk Bayramı olması nedeniyle çocuğun toplumdaki varlığı, hem toplum hem de ulusal egemenlik açısından önemini ve çocuk haklarını anlatmayı da düşünmüştüm. Ancak tahmin ettiğimden daha uzun açıklamalar yapmam gerekti. Sözüm olsun mutlaka bu konuyla ilgili de bir yazı yazacağım. Bu bayramı en temiz bayram yapan çocuklarımızın bayramını kutluyorum.

NOT 2: Bu yazı yazılırken Prof. Dr. Erdoğan Teziç, Prof. Dr. Bülent Tanör ve Prof. Dr. Necmi Yüzbaşıoğlu’nun akademik çalışmalarından faydalanılmıştır. Ayrıca Jean Jacques Rousseau ve John Stuart Mill’in de eserlerinden alıntılar ve çıkarımlar yapılmıştır.

 

Leave a Reply