Ana akım medyanın seçim çalışmalarına, çözüm sürecine, iç güvenlik paketine odaklandığı bu günlerde bazı haberlere dikkatli bakmak gerekir. Genelde 10 saniye süren bu haberler siyasetçilerin çığlıkları arasından sızan gerçeği gösterir bazen. Gerçeğin konusu bir ahlaki çöküntü, akıl tutulması, toplu unutma töreni, güdümlülük veya toplumsal donukluk; her ne derseniz deyin vahim şeyler…
Hatırlar mısınız bilmem 13 Mayıs 2014’teki Soma Faciası’ndan sadece beş ay sonra 28 Ekim 2014 tarihinde Karaman’ın Ermenek ilçesinde 18 işçi madende su altında kalarak hayatını kaybetmişti. Yine on gün kadar ağlamış, vah vah etmiş, bir gayret bağırıp kızmış ve uyuşukluğumuza geri dönmüştük beyaz devletimizle. Neyse çok zorlamayın hafızanızı. Bir maden kazasından bahsediyorum altı üstü, insanların hiç zorlanmadan öldüğü, hayatların bir şimşek hızında karardığı, devletin kızgın tavaya düşen yağ kıvraklığında işin içinden kurtulduğu, sizin de günlük ağlamanıza ortak ettiğiniz bir olay (!)
Bu olay üzerine kendini kötü hisseden, vicdan yapan bazı kurum ve kuruluşlar yardım kampanyaları düzenledi, başbakanlar (!) ve bakanlar sözler verdiler bu ailelere yardım yapılacağına ilişkin – ne tesadüf ki korudular Maden Kanununa ek maddeler ile getirilen rödövans sistemini* – anma törenleri düzenlendi, kapılar kapatıldı ve unutuldu, unutturuldu.
İşte bu vicdan yapan kurumlardan birisinin ölen madencilerin ailelerine ev sağlamak için düzenlediği tapu dağıtma törenine gidiyoruz. Bu hafta dağıttılar tapuları. Törende Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız ile Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanı Lütfi Elvan konuşmak için kürsüye çıktılar.
Siyasetçiler hep konuşur. Mesleğin yapısı gereği konuşurlar zamana ve mekana bakmadan. Eğer temsil kabiliyetine sahip bir siyasetçiyseniz normatif ölçekte toplumun genel ahlak kriterlerinden sıyrılarak geçtiğiniz varsayıldığı için konuştuğunuz her yerde konuşmanız doğrudur, konuştuğunuz her yerde ne konuştuğunuz hiçbir önemi yoktur. Dolayısıyla bir çocuk ölür, meydanlarda terörist demeye getirerek lafı yuhalatır insanlara siyasetçi. Siyasetçi, toplumun üst kimliğini oluşturur benim ülkemde.
Konuşmalara dönersek, ne dediklerini bilmiyorum. Bildiğim şey salonda evlerinden can eksilen onlarca – artık aile olmayı beceremeyen – aile olduğu ve onlarla birlikte törene katılan bir toplum yansımasının olduğu. Bu heyecanlı ve gururlu toplum yansıması, bakanlar sahneye çıktığında tribün tadında bağırmaya başladı: “Türkiye Seninle Gurur Duyuyor”
Bir evden bir can eksilir komşular susar, mahalle susar. Küçük bir ilçede 18 can eksildiğinde ilçe susar, il susar. Susmadı!
Cevabı adını bilmediğimiz, hiç öğrenmediğimiz bir maden işçisinin karısı verdi. O da bağırdı matemine hakaret edenlere: “Neyle gurur duyuyorsunuz? Bizim acımız var, canlarımız gitti. Ne demek gurur duyuyorsunuz”
Siyasal iktidarın kusursuz – veya kusurlu ama bunu bilmemiz için bir soruşturma olması gerekir öncelikle – sorumluluğundan veya ölürken teker teker onlarla gurur duyan adamların siyasal güdümlenmişliklerinden bahsetmek istemiyorum. Sormak istiyorum sadece.
Susmak gerçekten bu kadar zor muydu?
Ben çocukken ölümler olduğunda büyük sessizlikler olurdu. Ağlayanların sesine karışılmazdı. Sevgilisinden ayrılan birisine ağlama artık denilebilir, çok istediği işi kaybeden birisi teselli edilebilir. Ölüm olduğunda ağlamanın önüne geçilmezdi bizim çocukluğumuzda, ayıptı.
Ölüm çok ciddi bir meseleydi insanlar için. Ölenler geride bıraktıkları tarafından düşünülürken, geride kalanları tüm mahalle kucaklardı sessizce. Yardımlar sessiz yapılırdı. Hatta düşünün baş sağlığına gittiğiniz evleri. Yemeği kimin yaptığı ya da yaptırdığı bilinmez, söylenmez ayıptır. Şimdi tapu dağıtılıyor ölüme karşılık ve buna bir de tören düzenleniyor.
Mahallenin en aksi, en bela amcası öldüğünde, cenazeye tüm mahalle gider ve çok içten olmasa da herkes hakkını helal ederdi. Çünkü herkes bilirdi artık yok o adam. Bu bir sessizliği hak eder her ne olursa olsun.
Ne oldu da ölülerin hatırlandığı bir günde siyasi iktidar temsilcileriyle gurur duymayı akla getirir olduk? Ne ara bu kadar çürüdük?
Ya ne oldu da ölen çocukları yuhalar olduk meydanlarda?
Ne zaman aklımıza geldi ölülerimizi yarıştırmak?
Ne ara kamu malını tercih eder olduk ölümlere? Ne ara iç (iktidar) güvenlik can güvenliğinden önemli hale geldi?
Bu kadar mı basitleştirdik ölümü? Alıştık mı gerçekten ölüme?
Bu ölüm evinde siyasal iktidarla gurur duyanlardan değilim diye sevinmeyin. Sizsiniz onlar. Toplum ahlakı çökerken ahlaksız olamayanlarsınız. Birey ahlakını çöpe atıp kamu içinde eriyenlersiniz yıllarca. İnanç sistemlerinize sarılıp insanlığı öteleyenlersiniz. Bir Fransız öldüğünde ilk olarak Müslümanları aklınıza getirenlersiniz.
Rumen filozof Emile Cioran diyor ki “intihar fikri olmasa kendimi çoktan öldürmüş olurdum”
Toplum ölüm fikrini anlamsız kılarak ölüyor ülkemde, bir seçim bile yapamayacak kadar tutuk ve hissiz.
*Rödövans Sistemi özetle taşeron işçi çalıştırmayı madenler bakımından daha kolay ve geliri garanti bir seçim haline getiren bir sistem. Alıcısı hazır ve üretim miktarına göre karşılığı sabit oranda artıracak bir sistem bu. Arz-talep dengesi bile gözetilmiyor. Ne kadar üretilirse kömür devlet tarafından satın alınacak. Dolayısıyla üretim maliyeti ne kadar düşük olur ve üretim miktarı ne kadar yüksek olursa işveren o kadar kâr edecek.