7 Haziran Genel Seçimleri sonrası Cumhurbaşkanı tarafından hükümeti kurmakla görevlendirilen Ahmet Davutoğlu’nun süresi içerisinde bir koalisyon hükümeti kuramaması ve görevi iade etmesi üzerine Cumhurbaşkanı’nın bugüne kadar uygulanagelen siyasi teamüllerin dışına çıkarak seçim kararı alması sonrası 1 Kasım’da yeniden seçime gidiyoruz.
PKK terörünün diriltilmesi sonucu tekrar hayatlarını kaybeden insanlarla yüzleşmeye başladığımız, çocukların öldürüldüğü, doktorların katledildiği, daha önce çokça dile getirdiğim iç güven(siz)lik paketinin sonucu fiili OHAL ve sıkıyönetim durumlarının tekrar yaşanmaya başlandığı, ekonominin alt üst olduğu bir ortamda diyorlar ki bize ‘seçin, seçin ki daha fazla ölmeyin!’
Seçelim.
Çok farkınız yok ama seçelim. Seçelim de, seçtiğimiz bizim seçtiğimiz mi emin olamıyorken oyumuz bu oyunun neresinde?
1 Kasım yaklaşırken terörün gölgesinde bir ülke olarak elbette ki seçim güvenliğini tartışacağız.
7 Haziran seçimlerinde, Türkiye’nin daveti üzerine gözlemci olarak seçim sürecini izleyen Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı (AGİT) heyeti nihai raporunu tamamladı. 18 Ağustos tarihli rapor son günlerde gündemde yer bulmaya başladı. Rapora göz atmadan önce AGİT’in ne olduğuna kısaca bakalım.
AGİT (Organization for Security and Co-operation in Europe – OSCE) 1973-75 yılları arasında düzenlenen Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Konferansı’nda (AGİK) imzalanan Helsinki Nihai Senedi’nin bir sonucu olarak kurulmuştur. 1994 yılında Budapeşte Zirvesi’nde adı AGİT olarak değiştirilmiştir.
Türkiye’nin kurucu üyelerinden olduğu AGİT, güvenliğin üç boyutu (siyasi-askeri, ekonomi-çevre, insani boyutlar) ile ilgili olarak ilke, norm ve standartlar geliştirmekte; katılımcı devletlerin yükümlülüklerinin uygulanma durumlarını incelemekte; müzakere alanları yaratıp siyasi diyalog forumları düzenlemekte ve katılımcı devletlerin demokratikleşme, hukukun üstünlüğü, insan haklarına saygı alanlarındaki gelişimlerine destek sağlamaktadır.
Daha önceki seçimlerde de Türkiye’deki seçim güvenliğinin yeterli olmadığına ilişkin raporlar yayınlayan AGİT, bu seçimlerde belirlemelerine eklemeler yaparak aynı görüşü koruduğunu açıklıyor.
Özellikle Anayasa tarafından tarafsız olması ilkesel olarak belirlenen ve hatta buna ilişkin Meclis’te sembolik bir yemini dahi etmesi beklenen Cumhurbaşkanının seçim çalışmalarına dahil olması ve dahil olma şekli AGİT raporunda geniş yer tutuyor. Cumhurbaşkanının bir siyasi parti lehine seçim kampanyasına katılmış olmasının Anayasa’ya aykırı olduğu belirlemesinin yapıldığı raporda bu durumun ayrıca AGİT ve Avrupa Konseyi’nin ilgili belgelerine de uymadığı tespitinde bulunuluyor.
Böylece, tarafsız niteliğe sahip olması gereken Cumhurbaşkanı’nın seçim çalışmalarında aktif rol aldığı ve iktidar partisi lehine bir kampanya yürüterek Anayasal normlara aykırı hareket ettiği Türkiye’nin katılımcı olduğu bir uluslararası organizasyon tarafından belgelenmiş oluyor.
Raporda ayrıca ifade özgürlüğünün seçim süreci boyunca endişe konusu olduğu, iktidar partisine karşı eleştirel tutum takınan kitle iletişim organları ve bireysel olarak gazetecilerin çeşitli yollarla baskı altına alındığı belirlemesine yer veriliyor.
Yüzde 10’luk seçim barajının çoğulcu demokrasi prensibini sınırladığı tekrar ediliyor.
Son zamanlarda hızla artan Cumhurbaşkanına hakaret davalarına da yer verilen raporda, uygulamanın bu düzeyde gerçekleşmesinin de ifade ve kampanya özgürlüğünü fazlasıyla sınırlandırdığının altı çiziliyor.
YSK’ya ilişkin olarak genel gözlem olumlu olsa da bazı YSK kararlarının iç mevzuatla uyumlu olmadığı belirlemesine yer veriliyor.
Devlet kaynaklarının yanlış kullanımı ve resmi makamların propaganda amaçlı kullanımının önüne geçebilecek yasal düzenlemelerin yeterli olmadığı tespitinin yapıldığı raporda ayrıca devletin tüm partilere eşit yaklaşım göstermesi için gerekli önlemlerin alınmadığı da vurgulanıyor. Tüm bunlara yönelik genel önerilerde bulunuyor.
Daha önce de söylediğim gibi AGİT raporu son birkaç seçimdir kendisini tekrar ediyor. 7 Haziran seçimlerine yönelik olarak daha önce yapılmamış tek tespit Cumhurbaşkanının seçim kampanyasına aktif katılımına ilişkin olandı. Bu çok ciddi bir tespit! Çünkü bu şekilde tarafı olduğumuz bir uluslararası organizasyon nezdinde devletin protokoldeki en üst makamının Anayasa’ya aykırı hareket ettiği kayıtlara geçirilmiş oluyor.
Bunun yanı sıra şimdiye oranla en azından aktif terör faaliyetinin çok daha az olduğu ülkemizde seçim güvenliğine ilişkin çok ciddi endişeler taşıyorken, 1 Kasım’da terörün gölgesinde bir genel seçime gideceğiz. Yaşam güvenliğinin sağlanamadığı bir ülkede seçim güvenliği nasıl sağlanır bilmiyorum ama tek temennim bu seçimin gerçekleştirilip, en azından bir seçim sonucu oluşacak bir hükümetle ülkenin yönetilebilmesidir.
Seçim güvenliği, ülkemiz için büyük bir problem; ancak bu asla bir siyasi partinin hedefine ulaşması için bahane olarak kullanılamaz. Son zamanlarda anket sonuçlarının genelde AKP’nin tek parti olarak iktidara gelemeyeceği yönünde çıkması sonrası seçim güvenliğinin bahane edilerek seçimin ertelenmesi gündemde. Bu senaryo zaten pamuk ipliğine bağlı demokrasimizin dağıldığını göstermektedir.
Düşünün ki hiç seçilmemişlerin yönettiği bir ülkede yaşıyorsunuz.