Ortak Mirasın Çatışması: Ayasofya Meselesi

Bizans İmparatorluğu’nun, başkenti Konstantinapol’de ve Anadolu topraklarında mutlaka birçok mirası vardır. Ancak bu miraslardan en önemlilerinden bir tanesi –hatta belki de en önemlisi – Ayasofya’dır. Mimari bir harika olduğu kadar özellikle Bizans İmparatorluğu döneminde Ortodoks Hristiyanlar için çok önemli bir merkez haline de gelmiştir.

İmparator Justinian döneminde inşa edildiği haliyle Ayasofya

İmparator Justinian döneminde inşa edildiği haliyle Ayasofya

İstanbul’un II. Mehmed ve Müslüman Osmanlı Devleti tarafından fethedildiği tarihten itibaren Ayasofya’nın konumu ziyadesiyle problematik olmuştur. Her ne kadar Fatih Sultan Mehmed İstanbul’un fethinden sonra Rum Ortodoks Patrikhanesi’nin açılmasını ve varlığını yasal hale getirse de Ayasofya Osmanlı kontrolü altında – 1453’ten 1931’e kadar – Cami olarak hizmet vermiştir. Cumhuriyetin ilk yıllardan bu yana ise Ayasofya’nın Müslümanlar için mi yoksa Hristiyanlar için mi ibadete açılacağı tartışması bir yana dursun; müze olarak mı kalmalı sorusu bile hiçbir zaman net bir biçimde cevaplanamamıştır. Son günlerde ise Ayasofya meselesi yeniden gündemin ilk sıralarına oturmaya ve basında sık sık karşımıza çıkmaya başladı. Tabii ki sadece basın değil; siyasetçiler, politik partiler, tarihçiler ve hatta halkın da yoğun ilgisiyle karşılandı Ayasofya meselesi. Hatta İstanbul’un fethinin yıldönümü olan 29 Mayıs tarihinde ise Ayasofya’nın bahçesinde toplu namaz kılarak yeniden cami olarak ibadete açılmasını da bir şekilde dile getirenler oldu.

Nüfusunun çoğunluğunu Sünni Müslümanların oluşturduğu Türkiye’de, halktan gelen talebin ve genellikle merkez sağ partiler tarafından takınılan tavrın Ayasofya’nın cami olarak ibadete açılması yönünde olduğunu tahmin etmek çok da zor olmamalı. Ancak Ayasofya gibi bir tarihi mirasın durumunu sadece günümüz koşullarında popülasyonun çoğunluğunun ve iktidarların talepleri doğrultusunda incelemek ne derece doğru olur tartışılır. Bu noktada, sadece 1453’ten sonrasına bakmak tabii ki yeterli olmayacaktır. Üzerinden geçen hemen hemen 500 sene boyunca cami olarak ibadete açılmış olması, Ayasofya’nın tarihini ve gerçek sahiplerinin dikkate alınmayacağı anlamına kesinlikle gelmemelidir.

Ayasofya’nın tamamen bir Bizans eseri olduğunun tartışmasını yapmak bile anlamsızdır. Ayrıca 537 yılından itibaren de Bizans için olduğu kadar Rum Ortodoks halkı için de çok büyük önem taşımıştır. Bizans’ın Roma’ya karşı güç ve meşruiyet mücadelesinin en büyük simgelerinden birisi olarak tarihe adını yazdırmıştır Ayasofya Kilisesi. Fetihten sonraki yaklaşık 500 yıl boyunca ise Rum Ortodoksları için bir hüzün kaynağı ve geçmişte kalmış güzel bir anı olmaktan öteye gidememiştir. Ancak 1923 yılında kurulan cumhuriyet, ilk yıllarında ‘daha’ önemli sorunlar ile uğraştığından Ayasofya meselesi ancak 1934 yılında gündeme gelmiştir. 24/11/1934 tarihinde Atatürk’ün de imzası olan kararla birlikte müzeye çevrilmesine karar verilmiştir. Bu tarihten itibaren, günümüze kadar ise Ayasofya müze olarak herkese açılmıştır.

Bugün ise tahmin edilebileceği üzere bu tartışma üç ayrı grup tarafından yürütülmektedir. Bir kesim müze olarak devam etmesini isterken bir kesim de Ayasofya’nın kilise olarak yeniden hizmete açılması gerektiği kanısında. Ancak yukarıda da bahsettiğim üzere büyük çoğunluk ise Ayasofya’nın cami olarak ibadete açılması gerektiği görüşünü taşıyor. Her kesimin kendine özgü argümanları da bulunuyor. Elimden geldiğince bu üç argüman etrafında Ayasofya meselesinin bugün geldiği noktayı anlatmaya çalışacağım.

Bu argümanlardan en anlaşılabilir ve basit olanı ise Ayasofya’nın müze olarak kalmasını iddia eden olarak görülebilir. Temel olarak hem kilise olarak geçmişine hem de cami olarak ibadete açıldığı yıllara saygı göstermek adına şu anda olduğu gibi müze olarak kalması gerektiği görüşünde birleşenlerin sayısı hiç yadsınamaz. Bu görüşü savunanların bir vurgu yaptığı bir diğer önemli nokta ise Ayasofya müze olarak hizmet vermeye devam ettiği sürece bütün insanlığa açık olacağı ve bu şekilde bu eserin daha fazla insan tarafından ziyaret edebileceğini öne sürmeleri. Şu ana kadar öyle veya böyle 1934 yılından itibaren tartışmalar devam ediyor olsa da bu görüşü savunanların kazandığı bir tartışma olduğu da su götürmeyen bir gerçek. 900 yıl kadar kilise, 500 yıl kadar cami olarak açık olan Ayasofya bugün hala müze olarak hizmet vermekte.

Ayasofya meselesi ile ilgili diğer bir argüman ise Ayasofya’nın yeniden cami olarak ibadete açılması gerektiği görüşünü savunuyor. Birçok değişik noktadan referans alarak bu görüşü savunanların sayısı hiç de az değil. Daha önce de belirttiğim üzere çoğunluğunu Sünni Müslümanların oluşturduğu günümüz Türkiye’sinde bu talep gittikçe daha fazla taraftar kazanıyor ve her geçen gün seslerini daha fazla duyuruyorlar. Özellikle son aylarda Ayasofya’nın cami olarak ibadete açılması yönünde halktan gelen talepler, hükümet kanadında da ses getirmiş ve Bülent Arınç yakın zaman içerisinde buna yönelik açıklamalar da yapmıştı. Bu görüşü savunan kesimin ise en önemli dayanaklarından bir tanesi tabi ki halkın çoğunluğunun talebi. Bu talebin de cami olarak ibadete açılması yönünde olduğu da aşikar. Ayrıca bu argümanı savunanların bir başka dayanağı ise 24/11/1934 yılında alınan karar. Bu karar her ne kadar yasalara uygun olsa da kararnamenin altında Atatürk’ün imzası olması kararname hakkında soru işaretlerini de beraberinde getiriyor. Soyadı kanunu kapsamında Atatürk soyadını alan Mustafa Kemal’in bu soyadını aldığı 27/11/1934 tarihli Resmi Gazete’de yayınlanmasına rağmen, Ayasofya kararnamesi bu tarihten üç gün önce Atatürk ismi ile imzalanıyor. Bu noktada doğan tartışmaların çoğu kararnamenin geçersiz olduğunu öne sürüyor ve doğal olarak aslında Ayasofya’nın hiçbir zaman müze olmadığını iddia ediyor. Bu konuyla ilgili daha detaylı bilgiye ve birçok belgeye ise Aralık 2013 tarihli Derin Tarih Dergisi’nden ulaşabilirsiniz.

27/11/934 Tarihli Resmi Gazete

27/11/934 Tarihli Resmi Gazete

Ayasofya meselesi ile ilgili son argüman ise müzenin yeniden kilise olarak ibadete açılması yönünde birleşiyor. Bu argümanın çıkış noktası ise daha çok önceki argümanlara bağlı olarak görülebilir. Ayasofya’nın ibadete açılıp açılmama konusunda çıkan tartışmalara bu kanattan gelen yanıt ise çok şaşırtıcı değil: “Ayasofya şayet bir gün ibadete açılacaksa yeniden, kesinlikle ilk yapıldığı halde ve amaçla kilise olmalı.” Ekümenik Patrik Bartholomeos’un 29 Mayıs 2014 tarihinde Agos Gazetesi’ne verdiği röportajda da benzeri yorumları bulmak mümkün. Son zamanlarda artan Ayasofya’nın ibadete açılması yönündeki taleplere karşı çıkan Bartholomeos, Ayasofya’nın müze olarak kalması gerektiğini, ancak eğer ibadete de açılacaksa kilise olarak hizmet vermesi gerektiğini öne sürmüştü. Mardin Artuklu Üniversitesi Mimarlık Fakültesi Dekanı, Mimarlık Tarihi uzmanı Prof. Dr. Uğur Tanyeli ise yine Agos Gazetesi’ne verdiği röportajda, Ayasofya’nın cami olarak ibadete açılmasını talep edenlerle ilgili şunları kaydediyor:

 “Ayasofya’yı camiye dönüştürme talebinin de biraz dikkatli incelenirse, İslami duyarlılıkla ilişkili olmaktan çok, İslami kisveli milliyetçi bir talep olduğu aşikar. Camiye çevirmek isteyenler, Ayasofya’yı bir kültür varlığı olarak baktıklarını değil, bir fetih hakkı olarak “ele geçirilmiş” olanı kullanmak istediklerini ortaya koyuyorlar.”

Bu tartışmalar ışığında naçizane fikrim ise, Ayasofya’nın – şu anki  koşullar göz önüne alındığında – bir süre daha müze olarak hizmet vermesi yönünde. Ancak er ya da geç aslına sadık kalınarak Ayasofya’nın hakettiği değeri bulabilmesi ve özüne de dönebilmesi adına kilise olarak yeniden ibadete açılmasını diliyorum. Zira yaşadığımız ülkenin çok uzun zamandır göz ardı ettiğimiz, belki bizi bizden daha iyi bilen ve buralarda bizlerden daha uzun zamandan beri ikamet eden unsurlarını daha fazla görmezden gelmeye hakkımız olmadığını düşünüyorum. Ayrıca 1453’ten çok çok önce kurulmuş olan bu kenti ve içindekileri de sadece hakimiyet altına alınmış olması, İstanbul’u sadece ‘bize’ uygun şekilde ‘yontma’ hakkını verdiğine de inanmıyorum. Bu düşünceler doğrultusunda Ayasofya’nın cami olması gerektiğine inananlara bir de soru sormak istiyorum. Günümüzde Kudüs sınırları içerisinde bulunan, İslamiyet açısından çok büyük değeri bulunan Mescid-i Aksa İsrail tarafından sinagoga dönüştürülse ne hissederdiniz? Siz bu sorunun cevabını düşünürken şunu söylemekle yetineceğim:

Üzgünüm Müslüman Türk kardeşim; ama açılacaksa ibadete kilise olmalı Ayasofya yeniden..

Kaynaklar

Derin Tarih Dergisi, Aralık 2013

Ekümenik Patrik’ten Ayasofya çıkışı, Agos, 29 Mayıs 2014

Türkiye Bizans’la barışmalıdır, Agos, 5 Haziran 2014

Leave a Reply

2 comments

  1. Fatih Şemsettin Işık

    Yazı 3 farklı görüşün yansıtılması açısından oldukça başarılı, takdir edilesi gerçekten. Meseleye tarihi ve güncel açıdan vâkıf olmak bu kısa yazıyla bile mümkün. Ancak şunları söylemeden geçemeyeceğim:

    1) Şahsi görüşüm Ayasofya’yı 1453’ten sonra gerekli özeni göstererek muhafaza eden Müslümanların kullanımı doğrultusunda camii olarak ibadete açılmasıdır. Müslümanların bu talebi, Ortodoks Hristiyan bir devleti mağlup ederek Müslümanların kemmen ve keyfen artık hüküm sürdüğü bu topraklarda Ayasofya’nın milliyetçi herhangi bir kisveye bürümeden doğrudan Dar’ül İslam’ın bir sembolü olarak görmesinden kaynaklıdır. Müslümanlar zulmetmeden, bileğinin hakkıyla alınan bu toprak parçasının belki de en önemli sembolü olarak Ayasofya’yı bir İslami sembol olarak korumak istemektedir.

    2) Bu talep, bu esere “kültürel bir miras” olarak bakılmasına engel değildir nitekim günümüze kadar estetik yapısının korunmasında başta Mimar Sinan olmak üzere birçok Müslüman katkıda bulunmuştur. “Fethin hakkı” ilk söylediğim maddeden sezilebilir dursa da, “ele geçirilmiş olanın” kullanılmak istenmesi de biraz ön yargı içeren bir argüman. Birçok kilise 1453’ten sonra İstanbul’da nitekim camiye çevrilmeden kullanılmaya devam edilmiştir bildiğimiz üzere. Bu kiliselerin aynen muhafaza edilmesine rağmen Ayasofya’ya hususi bu tavır, kullanmak istemekten öte sembolik değerinden kaynaklıdır. Birinci maddede arz ettiğim gibi.

    3) Kilise olarak ibadete açılması talebi de elbette meşrudur, dile getirilmesi bir haktır. Ancak “göz ardı ettiğimiz” gibi, “daha uzun zamandır buradalar” gibi veya “bize uygun yontma hakkımız yok” gibi savlar bu talebin tutarlılığını karşılayacak mahiyette değil. İstanbul belki fetihten evvel de sembol bir şehirdi ancak buranın fetihten sonra hakkıyla korunduğunun, İslam Medeniyetinin zulmetmeden bu şehre yedirildiğinin şahidi olarak tarihi göstermemiz yeter de artar bile. Meselenin “daha uzun süre burada olmak” değil de “gösterilen değer adına daha önemli işlerin yapıldığını” bilerek çözülebileceğini bilmek gerek.

    4) Sondaki örnek mantıken hiç tutarlı bir örnek değil. Mescid-i Aksa’nın sinagoga dönüştürülmesi yönünde İsrail Milliyetçilerinden veya aşırı kesim Yahudilerden (Haredimler gibi) dahi böyle bir talep şu ana kadar gelmemiştir, gelmeyecektir de. Bunun İsrail toplumunun daha hoşgörülü olmasından vs. kaynaklı olmadığını da bilmek gerek. Üstelik, 1453’teki fethin ve sonrasında gayrimüslimlere gösterilen muamelenin, İsrail’in zulümle, zorbalıkla o toprakları ele geçirmesiyle & elde tutmasıyla kıyaslanması saçmadır, üzüntü vericidir.

    Teşekkürler.

  2. Erdem Yazar

    Sütunları doğa tanrıçası Artemis’in Tapınağı’ndan çalma Ayasofya, bana kalırsa hiçbir dinin ibadetine açılmamalı. Nasıl bir kiliseyi alıp cami yapmak etik değilse, bir tapınağın üstüne kilise kurmak, yenisini de alıp başka bir tapınağın taşları, sütünlarıyla yapmak da bir o kadar etik değildir. Dini açıdan değerlendirilecekse belki kilise olarak bakılabilir oraya ancak kültürel ve tarihi açıdan bakacaksak süreli olarak değil süresiz olarak müze olarak kalmalıdır Ayasofya.