Yunanistan… Tez çalışmalarına konu olabilecek bir şekilde iflasa sürüklenen Yunanistan yıllardır farkında olduğumuz fakat bir türlü idrak edemediğimiz bir gerçeğin fitilini ateşledi ve önümüzdeki aylarda bütün Avrupa’yı derinden etkileyecek olan ekonomik bunalımın temellerini attı. Bu kökleri derinden gelen ve geniş bir çevreyi etkileyecek olan iflasla birlikle AB’nin suyunun kaynamaya başlaması da, küresel bir dünyada yaşadığımız gerçeğini bizi hatırlatmakla kalmayıp aynı zamanda ülkemiz açısından da tarihi bir miladın gerçekleşmesine tanıklık etmemize aracılık etmiş oldu. Öncelikle Yunanistan’ı iflasa götüren sebeplerden, bu sebeplerin AB’ye etkisinden kısaca bahsedip, daha sonra Türkiye’nin bu olaylar sonucunda aldığı büyük riskten bahsedelim.
Yunanistan, aslında 10 milyonluk nüfusa sahip, nüfus itibariyle İstanbul’dan bile küçük olan bir ülke. Ülkenin bu özelliğine, nüfusunun büyük bir kesiminin yaşlılar tarafından oluştuğu ve nüfus artış hızının çok çok düşük olması gerçeğini de eklersek, ortaya çıkacak sonucunu, konunun bir uzmanı olmasak bile tahmin edebilmemiz mümkün olacaktır. İşin en ilginç yanı ise kuracağım şu cümlede saklı. Nüfus açısından bütün bu olumsuz tabloya rağmen Yunanistan’ın iflastan önce savunma harcamalarına yaptığı yatırım tam tamına 14 milyar Euro değerini taşıyordu. Bu harcama 80 milyonluk Türkiye’nin şu anda savunmaya yaptığı harcamanın tam olarak yarı miktarını teşkil ediyor ve tüm bu savunma harcamalarının sebebini bir tehdit olarak algılanan Türkiye Cumhuriyeti Devleti oluşturuyordu. Burada okuyucuya durup düşünmesi için biraz zaman veriyorum ve yüzyıllardır tüm iyi niyetimize rağmen bitmeyen bu nefretin sebebini soruyorum. Neyse konumuz tabii ki de bu değil. İflasın diğer önemli bir sebebini de kamu ve özel sektörde yapılan yüksek prim ve maaş ödemeleri oluşturuyor. Ayrıca erken emeklilik sistemi de zaten yaşlı olan nüfusa çok uygun bir sistem olsa gerek (!) ki zaten çöküşü hızlandıran sebepler arasında konunun uzmanları tarafından rahatlıkla gösterilebiliyor.
AB’ DE ETEKLER TUTUŞTU
Yunanistan’ın bu şekilde iflası AB üyesi ülkelerin neredeyse tamamını harekete geçirdi ki harekete geçmeleri normaldi çünkü Yunanistan’ın ödemesi gereken 350 milyar Euro’luk borcun çok büyük bir kısmı başta Fransa ve Almanya olmak üzere AB ülkelerine idi. Bu borcun ödenememesi demek AB’de büyük bir buhran yaşanacağının işareti demektir. Bu borcun kısa vadede ödenmesinin mümkün olmaması da bizi tek bir sonuca götürüyor: AB ülkelerinin, başta güneydeki kırılgan ekonomiler olan Portekiz, İspanya ve İtalya olmak üzere, çatırdaması. Öyle zannediyorum ki bu kriz daha da büyüyüp bütün kıtayı etkisi altına alacak ve bu yeniden bir dünya düzeni kurulacağı anlamına geliyor. Aslında bunun etkilerini Afrika ve Arap dünyasında yaşanan olaylarla görmeye başladık bile. İşte tüm bu anlatılanlar ışığında Libya’da Fransa’nın ne işinin olduğunu, neden binlerce km uzaktaki bir ülkeyi bombalama girişiminde bulunduğunu daha iyi anlıyoruz sanırım.
TÜRKİYE’NİN UYGULADIĞI TARİHİ SOĞUK SAVAŞ POLİTİKASI
Son 3–4 yıldır Türkiye Cumhuriyeti tarihinde görülmemiş bir dış politika atağı ile Ortadoğu ve Afrika ülkeleriyle geliştirdiğimiz ilişkilerde zirve yapmış durumdayız. Bir çok ülke ile neredeyse aynı anda vizeler kaldırıldı ve yine bir çok ülkeyle ticaret anlaşmaları imzalandı. Son bir kaç yüzyılda Osmanlı ile başlayan sırtını Batı’ya dayama politikasını Türkiye, son yıllarda terk etmiş gibi görünüyor. Peki, Türkiye niçin böyle radikal bir değişime önderlik etti ya da etmek zorunda kaldı? Aslında cevap çok basit: Olay tamamen duygusal! Yani ekonomik. Konuyu birbirine bağlayacak olursak, Yunanistan’ın 3–4 yıl önceden verdiği iflas sinyalleri ve AB üyesi ülkelerin gösterdiği olumsuz ekonomik tepkimeler, ihracatının yarısından fazlasını AB üyesi ülkeler ile yapan Türkiye’yi bir tercih yapmak durumunda bıraktı. Bugün Türkiye hükümetinin ‘‘Arap Baharı’’ adı altında yaptığı geziler ve bu gezilere ortalama 200 Türk işadamı ile katılım da bunun en büyük göstergesi olsa gerek. Tüm bu gelişmelere paralel olarak Türkiye Cumhuriyeti hükümetinin son birkaç yıldır dillendirmeye başladığı ‘‘AB olmasa da olur, biz yolumuza devam ederiz!’’ söylemleri de yaşanan tüm gelişmeleri özetliyor gibi görünüyor. Arap dünyasıyla kurulacak olan ilişkiler için İsrail Devleti’yle ilişkileri, 2008‘den başlayarak düzenli bir biçimde ve çok ince bir politika ile, ‘‘zor kullanarak’’ bozmaya çalışmak ve bozulan ilişkileri Arap dünyasını etkilemek için mükemmel bir araç olarak kullanmak da içinde çok büyük bir risk barındırmasına rağmen, son yılların en iyi dış politika atağı olarak göze çarpıyor. Türkiye’nin aldığı bu risk karşısında burada tek bir soru işareti görünüyor: 90.000 askerimizi şehit etme bedbahtlığına ulaşan Osmanlı subayı Enver Paşa’nın aldığı büyük risk sonucu ve de kaybettiği savaşın sonunda bir hareketin lideri olabilecekken düştüğü dramatik durum gibi, Erdoğan’ın da böyle bir duruma düşmesi gibi bir sonuçla mı karşı karşıya kalacağız yoksa bizi bir kahramanlık hikayesi mi bekliyor?
Mehmet KORKMAZ
2011.. ve yine doğru tespitler..