Ülkemiz Cumhuriyet tarihinin belki de en zor dönemlerinden birini yaşıyor. 2018 yılından beri etkisini günlük yaşamda hissettiren ekonomik krizin neden olduğu hayat pahalılığı ve yüksek oranda işsizlik, halkı her geçen gün daha da bunaltırken siyasi iktidarın bu soruna çözüm önerisi getiremediğini görüyoruz. Durum buyken doğal olarak da muhalefet partileri, iktidarı ekonomideki başarısızlığı üzerinden vurmak ve kendi önerileriyle halkı ikna etmek için çabalıyorlar. Ekonomideki sorun halkın en varsıl kesiminden en yoksul kesimine, şehirden köye, doğudan batıya herkesi etkilemişken, muhalefetin bu sorunu gündemde tutup kendisine oy devşirmeye çalışması da çok normal.
Ancak geçtiğimiz günlerde ana muhalefet partisinin genel başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun yaptığı çağrı siyasette son zamanlarda alıştığımız tartışma atmosferinin tümüyle dışında kalarak yurttaşa farklı bir noktadan değinmeyi amaçlıyordu.
Kemal Kılıçdaroğlu 13 Kasım günü Twitter hesabından paylaştığı videoda ne gündemdeki konulara ilişkin konuştu ne de iktidardakilerle bir polemiğe kendisini soktu. Kendi evinde, masasının önünde kameranın karşısına geçen CHP lideri sanki kendisini izleyenlerin de kendini o evde o masanın yanı başında olduğunu hissetmesini istemişti. Çünkü verilen mesajın içten ve inandırıcı olması gerektiğine inanıyordu.
Kılıçdaroğlu bu konuşmada gelecekte yaşanacak bir iktidar değişiminde kendisinin hedefinin yalnızca başa geçmek değil ülkeyi barıştırmak olduğunu söyledi. Devlet halkı ile helalleşmeli, toplumun her kesimi bir araya gelmeliydi. Toplumsal kutuplaşmanın çok yüksek olduğu Türkiye’de bir muhalefet partisinin liderinin birlik çağrısı yapması, özellikle güncel durumun şu andaki iktidarın yararına olması nedeniyle bir sürpriz değil. Ancak Kemal Kılıçdaroğlu’nun yaptığı helalleşme çağrısı basit bir birlik olma çağrısından ibaret değil. Videoyu paylaştıktan sonraki ilk meclis grup toplantısında halka seslenen genel başkan bu çağrının cumhuriyet tarihi başından beri devletin toplumun birçok kesimine yaptığı kabahatlere karşı bir helallik alma niyeti olduğunu belirtti. Yani Kemal Kılıçdaroğlu birbirine nefretle bakan insanları bir araya getirmekten daha büyük bir işe kalkışıyordu: devletin zararlarını ve kabahatlerini kurulacak yeni hükümetle birlikte üstüne almak. Grup toplantısındaki konuşmada geçmişten günümüze siyasi tarihimizde yer edinmiş birçok olaya değinen CHP lideri, toplumda oluşan yaraların sarılması gerektiğinin altını çizdi.
Kılıçdaroğlu konuşmasında 28 Şubat darbesi, Uludere katliamı, Gezi Parkı direnişi gibi milli benlikte derin izler bırakan olaylara değinerek devletin bu olaylarda toplumu mağdur bıraktığını ve dışladığını söyledi. Konuşmada seçilen olaylar özellikle toplumun farklı kesimlerine hitap ediyordu. Hiç şüphesiz ki devlet, kimliği ne olursa olsun hiçbir kesime karşı ayrım yapmamalıdır. Ancak geçmişte yaşanan olaylar günün koşullarına göre devletin bazı kesimleri kayırıp bazı kesimleri hor gördüğünü gösterir. 28 Şubat günlerinde ülkenin dindar ve tutucu kesimi üniversitelerde eğitim hakkından, yaşam biçimini kamusal alanda gösterme hakkından ve de hakla kazanılmış olmasına rağmen iktidar olma hakkından alıkonmuştur. 90’lı yıllarda dindar kesim sistemin dışına itilmeye çalışılırken 2000’li yıllarda yaşanan Uludere katliamı, ülkenin Kürt kökenli insanlarının devlet tarafından eşit yurttaş olarak değil, potansiyel terörist olarak görüldüğünü ortaya çıkarmış, Gezi parkında sırf hükümeti eleştirdiği için şiddet gören gençler marjinal ve hain olarak yaftalandılar. Üzerlerinden ne kadar zaman geçerse geçsin bu olaylar halkın hafızasında derin yaralar açtı. Geçen sürede devlet yanlışların üzerine gidip bunları düzelteceğine, bu konuları geçiştirmeyi tercih etti.
Kılıçdaroğlu’nun kendi partisinin de içinde bulunduğu hükümetlere son derece ciddi bir eleştiri getirerek onların başaramadığı şeyi, yani devlet ile halkın bütünleşmesini kendine bir görev edindiğini görüyoruz. Bu söylemi geliştirirken yalnızca kendi partisinin tabanını oluşturan sosyal demokrat, solcu ya da ortanın solunda kendini tanımlayan toplum kesimlerinin yanı sıra kendi partisine çok karşıt duran tutucu kesimleri de kucaklaması gelecekte bugünkü gibi bir kutuplaşma havasının kalmayacağına ilişkin umutları güçlendiriyor.
Yapılan bu çağrı farklı kesimlerden olumlu şekilde karşılandı. Muhalefetin her sözüne inadına karşı giden iktidar medyası bile Kılıçdaroğlu’nun bu çağrısını yermedi, ancak ve ancak çağrının samimi olmadığını iddia etti. Yalnızca dışardan değil, CHP’nin içinden de farklı tepkiler geldiğini görüyoruz. Eski CHP milletvekili Barış Yarkadaş gibi düşünen bir kesim, Erdoğan yönetimi giderek güç kaybederken muhalefetin bambaşka bir gündemle seçmenin karşısına çıkmasının doğru olmadığını savunuyorlar. Bu düşünceyi savunanlar CHP ve öbür muhalefet partilerinin iktidarı, başarısız olunan konular üzerinden eleştirmesi ve halkı kendilerinin daha iyi bir seçenek olduklarına ikna etmesi gerektiğini savunuyorlar.
Oysaki CHP eğer ilerde iktidar olmayı amaçlıyorsa halka söyleyecek yeni sözleri ve insanlarda uyandıracağı yeni bir umut olmalı. Muhalefetin ekonomi ve başkanlık sistemi üzerine getirdiği eleştiriler ne kadar önemliyse iktidarın yerine geçince ortaya koyacağı vizyon da bir o kadar önemli. Kemal Kılıçdaroğlu’nun yaptığı helalleşme çağrısı Erdoğan sonrası Türkiye’de devletin kendisini halkın karşısında nasıl konumlandıracağı ile ilgili verilmiş önemli bir söz. Türkiye’nin artık içinde boğulduğu sorunları en baştan tartışmaya değil yeni sözler duymaya ve umutlanmaya gereksinimi var.