Geçtiğimiz haftalarda NBA tarihinin belki de en sansasyonel free agent dönemini geride bıraktık. Kevin Durant ve Kawhi Leonard başta olmak üzere pek çok yıldız oyuncunun serbest kalacağı biliniyordu ancak bu kadar kısa sürede bu kadar yıldızın başka takımlarla sözleşme imzalayacağını kimse beklemiyordu. Jimmy Butler’ın Miami Heat’e gidişi, Anthony Davis’in Lakers’ın yolunu tutması, NBA finalleri beşinci maçında yaşadığı diz sakatlığı nedeniyle önümüzdeki sezonu kapatacak olsa da Brooklyn Nets’ten maksimum kontratı kapan Kevin Durant ve Kyrie Irving… Ancak bu yazının konusu, kanaatimce az önce yazdığım bütün sözleşmeleri gölgede bırakan bir gelişme: Kawhi Leonard ve Paul George’un Los Angeles Clippers’a gitmesi…

Geçtiğimiz günlerde resmileşen anlaşmalara göre, geçen sezonu Oklahoma City Thunder’da geçiren Paul George’un 4 yıllığına 137 milyon dolarlık kontratına karşılık Clippers, Shai-Gilgous Alexander, Danilo Gallinari, 2022, 2024, 2026 ilk tur draft seçimleri ve 2023, 2025 ilk tur swap hakkını Thunder’a gönderdi. Kawhi Leonard ise serbest oyuncu statüsündeydi ve herkes Toronto Raptors’la sözleşme yenilemesini beklerken bir anda Clippers’la 3 yıllığına 103 milyon dolarlık bir kontrat imzaladı. Ayrıca Leonard’ı kadrosuna katma hayali kuran bir başka takım olan Lakers da, Kawhi’dan haber beklediği için onun yerine imzalayabileceği pek çok serbest oyuncuyu elinden kaçırdı. Yani Leonard henüz maçı çıkmadan yeni ezeli rakibine ilk basketini atmış oldu.
Clippers, Paul George için her ne kadar pek çok draft hakkından feragat etmiş olsa da bu tarz bir hamleyi tarihinde hiçbir şampiyonluğu bulunmayan bir franchise’ın yapması gerekliydi bence. Kurulduğundan beri uzun yıllar ligde dibi görmüş, başarıdan başarıya koşan şehrin diğer takımı Lakers’ın gölgesinde kalmışlardı hep. Her ne kadar Blake Griffin, Deandre Jordan ve Chris Paul üçlüsünün yarattığı “Lob City” rüzgarıyla ligde iddialı oldukları bir dönem olsa da, o takım da konferans yarı finalinin ötesine geçemeyerek bekleneni verememişti. Ayrıca 1981-2014 yılları arasında takımın sahibi olan Donald Sterling’in karıştığı ırkçılık skandalı, saha dışında da Clippers’ın itibarını ciddi anlamda zedelemişti. Hatta bugünlerde bu kötü itibarı sembolik olarak da olsa geçmişte bırakmak adına, takımın isminin değiştirilmesi de bugünlerde gündemde. Ancak bir başka milyarder iş adamı Steve Ballmer’ın takımın yeni sahibi olması, basketbol operasyonlarının başına Jerry West’in getirilmesi ve Doc Rivers gibi ligin en iyi koçlarından birinin takımda tutulması hamleleri ileride oldukça belirleyici olacaktı. Tabiki takımın genel menajeri Frank Lawrance’ı da unutmamak gerek. ​​
Yukarıda bahsettiğim yönetim ekibi, en kritik hamlelerinden birini 2018 yazında yaptı. 2009 draftında 1. sıradan seçilen ve o günden beri kariyerinin 10 sezonunu Clippers’ta geçiren Blake Griffin, ligin yükselen yıldızlarından Tobias Harris karşılığında Detroit Pistons’a takas edildi. Ayrıca 2019 NBA draftında 11. sıradan seçilen Shai-Gilgeous Alexander’ı da takas yoluyla takıma dahil ettiler. Bu hamlelere bakıldığında ufukta tanking ve yıllar sürecek bir yeniden yapılanma gözüküyordu Clippers için. Nitekim pek de öyle olmadı.

Lou Williams, Montreazl Harrell, Danilo Gallinari ve Tobias Harris (her ne kadar sezon içinde Philadelphia’ya takaslansa da) sezon boyunca takımın skor yükünü çeken isimler oldular ve Clippers hiçbir otoritenin beklemediği bir şekilde play-off’lara son sıradan girdi. İlk turda şampiyonluğun favorilerinden Golden State’i oldukça zorlasalar da 4-2 elenmekten kurtulamadılar. Ancak bu mağlubiyetin hiçbir önemi yoktu çünkü Clippers seriyi kaybetse de, sezon boyunca gösterdiği performansla çok değerli bir şey kazanmıştı: Güven…

Hayatın pek çok alanında olduğu gibi güven faktörü, NBA’de de ciddi bir öneme sahiptir. Şöyle ki, Kawhi Leonard ve Paul George gibi süperstarları takımınıza kazandırmanız için, gerek yönetim olarak gerek kadro iskeleti olarak kontrat yapacağınız süperstara rakiplerinize oranla daha fazla güven vermeniz, sizi bir adım öne geçirecektir. Bu güven, doğru yönetim yapılanması, doğru kadro yapılanması ve dünyanın en gözde şehirlerinden birinde bulunmanın güvenidir, potansiyelidir. İşte Clippers bu saydığım güven faktörünün bütün unsurlarına sahip. Los Angeles gibi dünyanın en popüler şehirlerinden birinde oynuyorlar, Her ne kadar Gallinari ve Alexander’ı Paul George takasında kaybetseler de Patrick Beverley, Lou Williams, Montrezl Harrell ve Ivica Zubac gibi değerli rol oyuncuları hala takımdalar. Yani iyi bir kadro iskeletine de sahipler. Bunun yanında oldukça yetkin bir yönetim kadrosuna sahipler. Steve Ballmer gibi sempatik ve işini çok seven bir takım sahibine, Frank Lawrance gibi genç ve potansiyelli bir genel müdüre ve aktif basketbolcu kariyeri kadar efsanevi düzeyde olmasa da başarılı bir yöneticilik geçmişi olan bir isme sahipler. İşte bu unsurlara sahip olmanızın sonucu verdiğiniz güven, süperstarları sizinle imzalamaları için ikna etmek ve şampiyon bir kadro kurmanızın başat şartıdır.

Her ne kadar bu yaz hiçbir takım spor kamuoyunu Clippers kadar etkileyemese de, yukarıda örneklendirdiğim Brooklyn Nets ve Los Angeles Lakers da ciddi hamleler yaptılar. Ayrıca her ne kadar Kevin Durant’i kaybetseler de, Klay Thompson’ı kadroda tutmayı başaran Golden State Warriors’ın da kritik bir hamle yaptığını düşünüyorum. Kısacası, Clippers’ın yönetiminin yaptığı etkileyici hamlelere rağmen geçtiğimiz yıllara oranla çok daha çetin bir şampiyonluk mücadelesi bekliyorum. Sonuçta lig tarihinde Clippers gibi süper takımlar kuran franchise’ların hayal kırıklığıyla dağıldığını da gördük; tıpkı 2013 yılındaki Los Angeles Lakers gibi. Ancak bir yandan da Clippers’ın şampiyonluğa hiç bu kadar yaklaştığı bir sezon hatırlamıyorum.

Leave a Reply