Siyasî tarihimizde öyle olaylar var ki; değil 80-90 yıl, asırlar geçse de sanki kamu vicdanı bu olanları hiçbir şekilde kabullenemeyecek. Özellikle Türkiye Cumhuriyeti kuruluş serüveninde, yapana da maruz kalana da bugün bile hala vicdani birer yük olan olaylar aklımızı hep kurcalayacak.  Hepimizce malum olan ve zor geçen yıllardan sonra , devrim şartlarının da doğal etkisiyle, bu ülkede öyle olaylar yaşandı ki aktörleri dramatik bir şekilde tarih sahnesinden silinip gittiler. İzmir Suikastı da bu ‘bıçak sırtı‘ olaylardan bir tanesi.

[box_light]Perde Arkası[/box_light]

282572

 Kimi tarihçiler, Mustafa Kemal’in hayatını 3 ana bölüme ayırıyor: İlk bölüm doğumundan Harbiye’den mezun olduğu yıl olan 1905’e  kadarki süreç; ikincisi bu tarihten, siyasi kontrolünü sağlamakla geçirdiği, 1926’ya kadar geçen süreç ve sonuncusu da kontrolün tam olarak sağlandığı ve inkılapların hız kazandığı 1926 İzmir Suikastı’ndan vefatına kadarki süreçtir. 1926 yılı ve İzmir Suikastı davası bu açıdan büyük önem taşıyor.

 Resmî tarihin bize aktardığına göre, 1926 Haziran’ında patlak veren bu olay Türkiye’de ‘karşıdevrimci’ olarak sıfatlandırılabilecek muhalefeti cezalandırdı ve kurucu iradenin kontrolünü biraz daha sağlamlaştırmasını sağladı. Harekete geçen İstiklal Mahkemesi, aralarında Kazım Karabekir, Ali Fuat Cebesoy, Refet Bele gibi Milli Mücadele kahramanlarının da bulunduğu paşaları yargıladı ve dava sonucunda 18 kişi idam cezasına çarptırıldı. O dönemki siyasi tabloyu ve olayı kısaca özetlemek gerekirse, olayın kök sebeplerini  aramak için çok da uzağa gitmemiz gerekmeyecek: Bilindiği gibi 1925 Şubat’ında ortaya çıkan Şeyh Said Ayaklanması, kontrolünü yeni sağlamaya çalışan devleti sert önlemler almaya iter ve Mart ayında çıkarılan Takrir-i Sükun Kanunu’yla olayın üzeri kapatılır. Buna paralel olarak, isyanı teşvik etmekle suçlanan, Genel Başkanlığını Karabekir Paşa’nın yaptığı Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası (TpCF) Haziran 1925’te kapatılır.   Parti kapatılmasına kapatılır ancak başta birçok Milli Mücadele lideri olmak üzere parti vekilleri bağımsız sıfatıyla meclisteki oturumlara katılmayı sürdürürler.

[box_light]Madalyonun Diğer Yüzü[/box_light]

 Öte yandan; başkentin Ankara’ya taşınmış olmasına karşın ülke ekonomisi ve ticaret finansmanının büyük bir kısmı İstanbul’dadır ve eski İttihat Terakki (İTC) üyelerince kontrol edilmektedir. Cumhuriyet Halk Fırkası’nın (CHF) kuruluşundan sonra eski İTC mensubu birçok sivil-asker bürokrat CHF’ye katılmış ancak İngilizler tarafından Malta’ya sürülen İTC’liler muhalif olarak kalmaya devam etmişlerdir. Yerli sermayeyle kurulmuş olan, merkezi İstanbul’da bulunan İtibar-ı Milli Bankası bu eski İttihatçılardan Cavit Bey’in; esnaf ve sanatkar çevresiyse yine eski İTC’li Kara Kemal Bey’in denetimindedir. Kısacası ortaya çıkan suikast girişimi, hem muhalif bir grup olarak davranmayı devam ettiren TpCF mensuplarına bir mesaj vermek, hem de İstanbul ve İTC merkezli iktisadi kontrolü kırmak için bir bahane niteliği taşıyordu. Zira; olayda yargılananlara, isnat edilen suçlara ve idam edilenlere bakıldığında, olayın yalnızca bir suikast teşebbüsü ve sonucunda saf bir cezalandırma olmadığını görmek zor olmayacaktır.

[box_light]Eski Dost Düşman Olmaz[/box_light]

En önde sağda Cavit Bey, ikinci sırada sağdan sola Refet Bele, Kazım Karabekir ve Ali Fuat Cebesoy

En önde sağda Cavit Bey, ikinci sırada sağdan sola Refet Bele, Kazım Karabekir ve Ali Fuat Cebesoy

 Davada Kazım Karabekir, Ali Fuat Cebesoy, Refet Bele ve Rauf Orbay gibi Milli Mücadeleci paşaların yargılanması oldukça şaşkınlık yaratır ve Başbakan İsmet İnönü olaya müdahil olur. Özellikle Kazım Karabekir Paşa’nın suçluluğuna inanmayan İnönü, milletvekili dokunulmazlığının da böyle bir yargılamaya izin vermeyeceğini söyler. Ancak devletin bekasını tehdit eden bir dava olduğundan dolayı dokunulmazlığı önemsemeyen İstiklal Mahkemesi, bu tutumunu sürdürmesi durumunda Başbakan’ın kendisinin de tutuklanacağını bildirir. Ancak dava sonucunda paşaların hiçbirinin idam edilmemesinden, sertliğiyle bilinen Mahkeme Başkanı ‘Kel’ Ali’nin paşalara nazik davranmasından ve Gazi Mustafa Kemal’in en yakın arkadaşlarından Ali Fuat Paşa’ya “Paşaları senin hatırın için affettim” deyişinden, davanın TpCF milletvekilleri açısında bir gözdağından öteye gitmediğini çıkarabiliyoruz.

 Ancak durum suikastla hiçbir şekilde alakası olmayan Cavit Bey için bu kadar olumlu değildir. Kendisine yöneltilen; Osmanlı’yı 1. Dünya Savaşı’na sokmak, savaştan sonra Anadolu’ya geçmek yerine yurtdışına çıkmak, Kafkasya’dan Anadolu’ya geçen Enver Paşa’yla birlikte çalışmak gibi güncel olarak ağırlığı olmayan ve sözkonusu davadan bağımsız olan suçlamalar yargılamanın niyetini gözler önüne serer nitelikte. Üstelik çok parlak bir savunma yapmış olmasına rağmen yağlı urgandan kurtulamayan Cavit Bey, belki de davanın tek gerçek mazlumu olur. Kara Kemal Beyse yakalanacağını anlayınca intihar eder ve hiçbir zaman yargılanamaz.

[box_light]Devrim Hukuku[/box_light]

 1926 Haziranı’nda Gazi Mustafa Kemal’e karşı, uygulamaya konuşamayan bir suikast planı olarak ortaya çıkan bu süreç, Ağustos ayında tamamlanan 18 idamla son bulacaktı. İzmir ve Ankara’daki idamlar hiç zaman kaybetmeden halkın önünde infaz edildi ve  sabaha kadar darağacında bekletilerek halka teşhir edildi. Genel anlamıyla İzmir Suikastı davasının, temelde ekonomik bir kaygı gözetilerek yürütülmesinin ve Cavit ve Kara Kemal Bey’i hedef almasının yanında muhalefete de bir gözdağı mesajı verdiği su götürmez bir gerçektir. İdam edilenlerden kimileri suçlamaları kabul etse de birçoğu son nefeslerinde bile haklarında verilen kararın yanlış olduğunu dile getirdiler. Çok açık bir gerçek ki; sürecin içindeki tüm aktörlerin haklılığına ya da haksızlığına tarihi vicdan kanaat getirecektir. İzmir Suikastı, beraberinde getirdiği ve kendisiyle birlikte götürdüğü birçok soru işaretiyle birlikte tarihin derinliklerinde yerini aldı ve arkasında Mustafa Kemal’in millete açıkladığı beyannamesindeki şu sözleri tarihi literatüre kazandırdı:

225_izmir-suikasti-durusmalari-2

 “Benim naçiz vücudum bir gün elbet toprak olacaktır, fakat Türkiye Cumhuriyeti ilelebet pâyidar kalacaktır. Ve Türk milleti emniyet ve saadetini sağlayan prensiplerle medeniyet yolunda, tereddütsüz yürümeye devam edecektir.”

————————————————————————————————————————————————–

Konuyla ilgili olarak Habertürk kanalının kısa belgeseli:

[box_dark]KAYNAKÇA[/box_dark]

Leave a Reply