“Mecbur değilsiniz. Çünkü bu son derece basit, temel ve köklü bir gerçek.
Evde kalmak da mümkündür.”
Kurt Tucholsky’da itaatsizlik ve direnç şeklinde beden bulan vicdani ret, anlaşılacağı üzere tanımsal olarak tavırdan tavıra değişiklik göstermektedir. 1983’de Birleşmiş Milletlere sunulan ilk rapordan hareketle tanımlanışı ise : “ vicdanla kast edilen dini ya da insani olabilecek samimi kanaatlerdir (… ). Bu kanaatleri iki temel sınıfa ayırabiliriz; birincisi her türlü koşulda öldürmenin yanlış olduğu kanaatidir (pasifist ret), ikincisi ise bazı durumlarda şiddet kullanmayı haklı bulurken bazı durumlarda reddetmeyi gerektirir (askerlik hizmetinin reddi). “ Pek çok vicdani ret yasasının da temel tanımı olan bu ifade belirttiğimiz üzere bireysel ve kitlesel tavırlar bazında vicdan ya da ret kavramlarına odaklanarak farklılaşmaktadır.
[box_light]Doğuşu Ve Dünyada Şekillenişi[/box_light]
Savaşın var oluşu kadar eski olan savaşa katılımın reddi, yukarıda belirttiğimiz eleştirel yaklaşımlar haline evrilene kadar çok farklı zeminlerde vücut bulmuştur. Yine de tarihte ilk olarak roma imparatorluğunda 21 yaşındaki Maximilian’ın orduya katılmayı reddedişi bir milat sayılır vicdani redde.
Roma İmparatorluğu bünyesindeki Yahudilerin orduya katılmayı reddetmesi de pasifist bir geleneğe sahip olmayan Yahudilik için dahi uzun vadede şekillenecek bir vicdani reddir. Roma imparatorluğundaki bir başka grup ise devletçe ilk etapta yasaklanmış ve diğer iki semavi dine göre yerleşik bir pasifizm dayanağı olan Hristiyanlardır. Yine de 4. Yüzyılda imparatorluğun Hristiyanlığı resmi din olarak belirleyip, bünyesine dahil ettiği her fikre yaptığı gibi, kendileştirme çabasıyla başlattığı “adil savaş” kavramı 16. Yüzyıla kadar Hristiyanları vicdani retten uzak tutacaktır. 16. Yüzyılda ise Protestanlığın doğuşu ile Quakerlar, Menonitler ve Bretenler gibi mezhepler ise bu “adil savaş” kavramını reddedecek ve pasifizm tekrar Hristiyanlarda boy göstermeye başlayacaktır. Bu durum takip eden yıllarda Avrupa ve Amerika’da vicdani ret için mücadele savaşlarını başlatacak, 18. Yüzyıla gelindiğinde Amerika’da kabul edilir bir hâl alırken Avrupa’da askere gitmeme yaklaşan birinci dünya savaşının ayak seslerine bir politik duvar oluşturmuştur. Vicdani retçilerin adlandırılışı ve ağır cezalara tabi tutulmaları da yine bu dönemde gerçekleşmiştir. 19. Yüzyılda ise bu dini pasifizmin yanına sosyalizm ve hatta anarşizm eksenli pasifist ve anti-militarist hareketler de eklenmiştir. Tüm bu gelişmeler birçok ülkede düzenlemelerde bulunsa da ilk kez yasal bir kabul birinci dünya savaşında Danimarka’da kabul edilmiştir.
İkinci dünya savaşı ile tekrar yükselişe geçen militarist ve savaşçıl ifadeler savaşın ileriki safhalarında Nagazaki ve Hiroşima’ya atılan bombalar ile asgari miktardaki eğitimli askerin ve gerekli ekipmanın sağlanmasının savaşın seyrine katkısı gözler önüne serilmiş ve bu da vicdani ret seslerini yükselişe geçirmiştir. Soğuk savaş döneminde pek çok batılı devletçe yasal düzenlemelerle kabul edilen bu temel hak; Nazi vahşetini üzerinde taşıyan Federal Almanya tarafından anayasada vicdan ve inanç özgürlüğü kapsamındaki madde ile aynı noktada konumlandırılmış bu yolla da Yehova şahitleri vb. dini gruplar ve azınlıklar da cezai kovuşturmalardan korunmasını da sağlamıştır.
[box_light]Anadolu Seyir[/box_light]
Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemlerinde gayrimüslimlerin tamamı, Müslümanların ise din adamları, Mekke ve Medine’de yaşayan halk, hacılar gibi bazı zümreleri askerlikten muaftı. Gayrimüslimlerin askerlik yaşında olan erkeklerinden alınan bir vergi ile denge, devlet nezdinde sağlanmış oluyordu. Genel idari yapının dışında ise askerlik kurumuna dair bilinçlice gerçekleştirilen herhangi bir ret ve ya felsefik tabanlı bir pasifizm ve anti-militarizm söz konusu olmamıştır. Yine de bu durum Osmanlı’ya birinci dünya savaşında da eşlik eden büyük bir sorunu barındırmaktadır: asker kaçakları. Dini ya da vicdani herhangi bir gerekçe göstermeyen bu eylemlerin temelinde yatan sebepler özellikle sürekli savaşlar etrafında kümelenmekteydi. Adeta bir ömür askerlik yapmaya zorlanan bu halk geri ya hiç dönememiş ya da maddi manevi büyük kayıplarla dönmüştü. “Bir kere de biz gazi, kasaba eşrafı şehit olsun” diyerek yaşadıkları eşitsizliğin altını bilinçsizce çizen halkın bu kaçışı, milli mücadele sürecinde de sürmüştür. Milli Kuaviye hareketi buna bir önlem teşkil etmesi açısından ‘istiklal mahkemeleri’ ni aktif olarak kullanmış ve hıyanet-i vataniye Kanunu’nu devreye sokmuştur. Mükemmel askeri malzeme olarak aktarılan Türk askerlerinin bu kaçışının bir nedeni de yanlış eğitim politikası olarak değerlendirilmiştir.
[box_light]Bilinçli Bir İfade Olarak[/box_light]
Tarihsel bu gerçekliklere rağmen cumhuriyet tarihi boyunca “Her Türk asker doğar” mantığına bağlı olarak yetiştirilen bireylerce vicdani redin algılanması ve Türkiye içindeki yaratımı 1990’a kadar gerçekleştirilememiştir. Türk erkeğinin kendini cinsel ve salt bireysel ispatı ve devlete olan borcun en yüce ödeniş şekli olarak toplumda kutsanan askerlik, aynı zamanda ırksal bir özellik olarak da düşünülmekteydi yani. İlk kez Sokak dergisinde Tayfun Gönül ve Vedat Zencir’in askerliklerini reddetmeleri ile bu kavram dilimizde yerini aldığında; toplumun sosyo-kültürel arkaplanı ve devletin genel militarist tavrı sebebi ile beklenen tepki salt ve katıksız şiddetti. Esasen kaygılanan olmadı ve bu ilk cesur hamleyi 1992’de İzmir’de kurulan Savaş Karşıtları Derneği izledi. Bu anti-militarist harekette bir dönüm noktası olarak alınan yapılanma 1993’de İzmir valiliğince feshedilse de İSKD adı ile artarak yeniden kurulmuştur.
“Toplumsal sistemde cisimleşen yapısal şiddete karşı mücadele amacı güden bu dernek” anti-militarizme yabancı Türkiye solunda da yankı uyandırmış ve kendini ona eklemletmiştir. Sokak tiyatrosu ve mizahın dilini kullanan bu dernek Türkiye muhalefeti için gerçekten de yeni ve taze bir mücadele diliydi. 1993 yılında dernek başkanı Aytek Özel ile VR’ci Menderes Meletli ile yapılan randevunun HBB’de yayınlanması toplumda büyük bir yankı oluşturdu ve bu kez devletin tavrı çok daha sertti. Bu kişilerin hepsi bizzat Genelkurmay Başkanı’nın savcıya emri ile ‘halkı askerlikten soğutma’ suçu kapsamında askeri mahkemede yargılandılar. Bu olayları, 1994’de İstanbul’da açılan SKD’nin basılarak kapatılması ve 1996’da Osman Murat Ülke’nin tutuklanması izledi. 1998’de İAMİ’nin öncülüğünde 400 kişinin katılımı ile vicdani ret şenliği gerçekleşti. 200 yılında ise 1000 kişi ile gerçekleşen şenlikte ikisi harp okulu öğrencisi 3 öğrenci zorunlu askerliği reddettiklerini açıkladılar. 2004 yılında ülkedeki milliyetçi, militarist heykel, anıt ve rituelleri eleştirmek adına “Militurizm Festivali” gerçekleştirildi.
AİHM’nin hukuki düzenlemelerine (bilhassa askeri mahkemelere yönelik) karşın artan üyeleri ve farklı kitlelerle desteklenen, felsefik tabanı çeşitlendirilen vicdani ret kavramı hala Türkiye’de vatan hainliği ile eş tutulmakta, vicdani retçiler uzun süren mahkeme askeriye ev üçgenine sıkıştırılmakta ve “sivil ölüm” olarak adlandırılan sosyal izolasyona maruz bırakılmaktadır.
KAYNAKÇA:
Çarklardaki kum:vicdani red- düşünsel kaynaklar ve deneyimler/ Özgür Heval Çınar- Coşkun Üsterci- iletişim yayınları
http://t24.com.tr/haber/hulya-ucpinar-vicdani-redde-kacis-noktasi-kalmadi,183099
http://divergences.be/spip.php?article580&lang=fr