Geçtiğimiz günlerde tarih birimi olarak bu dönemki ilk toplantılarımızdan birini gerçekleştirdik. Editörümüz Enes Ayaşlı bize her ne kadar önceden o gün için bir sürprizi olduğu ipucunu vermiş olsa da, hiçbirimiz toplantıya gelmeden önce bizim için ne hazırladığına dair iyi bir tahminde bulunamamıştık. Gün gelip çattığında, her zaman olduğu gibi, toplantı odamızda buluştuk. Bir süre toplantı havasında geçen bir sohbetin ardından, Enes yanında getirmiş olduğu çantasını açtı ve içinden bizler için zevklerimize uygun ve özel olarak seçip aldığı kitapları çıkarttı. Kendisine, mitoloji merakım dolayısıyla, bana almış olduğu Ahmet Karakuş’a ait olan Tarihin İzinde: Efsaneler, Mitler ve Gerçekler isimli kitap için ve elbette bu son derece özenilmiş ince düşüncesi için gerçekten çok teşekkür ediyorum. Peki bu konunun tarihle alakası ne? Yine yazılarımı okuyan okuyucuların aklında dolanan bu soruyu daha şimdiden duyar gibiyim. Daha önceki yazılarımda da dediğim gibi istenildiği taktirde her şey bizim için tarihi bir kaynak olabilir. Şöyle ki, Enes’e teşekkür ettim; çünkü ona teşekkür etmemin tek nedeni bu ince düşüncesi değil, bu düşünceli davranışının bana ayrıca gazetede yazmak için güzel de bir fikir vermiş olmasıydı. Bir Japon atasözünde denildiği gibi “Kitap okumak ruhun ilacıdır.” Dolayısıyla bu sefer ki yazımı en güzel hediye olan kitaplar hakkında yazmaya karar verdim.
Belki de günümüze baktığımızda, oldukça oturmuş olan en güzel geleneklerden biri de kitap hediye etmek. Yıllar içerisinde yapılan değerli kitap bağışları ile kimi eğitim kurumlarında ve kütüphanelerde oluşan görkemli koleksiyonlardan bahsetmiyorum bile. Hatta bazı hayırsever insanların kendi çabalarıyla oluşturduğu ve halka açtığı koleksiyonlar da günümüzde oldukça fazla. Bunlara güzel bir örnek olarak okulumuz kütüphanesinde yer alan Halil İnalcık Koleksiyonu verilebilir. Peki ya kitap dediğimiz şey tam olarak nedir ya da bu kitaplar ilk nasıl ortaya çıkmıştır hiç merak ettiniz mi?
Konuyla ilgili olarak Türk Dil Kurumu’na baktığımızda kitap kelimesinin “ciltli ve ciltsiz olarak bir araya getirilmiş, basılı veya yazılı kâğıt yaprakların bütünü” olarak tanımlanmakta olduğunu görürüz. Bu tanım dahilinde, kitapların yüzyıllar içerisinde insanların bilgi aktarımı için en kullanışlı vasıtalardan biri olduğunu söylemek pek de yanlış olmaz; çünkü kitaplar bir insan ömründen çok daha uzun yıllar boyunca ayakta kalmayı başarmışlardır.
Bir kitaptan bahsederken onun iki kısımdan oluştuğunu söylemekte yanlış olmayacaktır. Bunlardan ilki içerik diğeri ise içeriği içinde barındıran ve saklayan maddi nesnedir. Oldukça geçmişe gittiğimizde, kitapların içeriğini barındıran nesnelerin yapım zorluğu veya imkansızlığı nedeniyle sadece içeriklerinin geleneksel yöntemlerle, yani sözlü olarak gelecek nesillere aktarıldığını görmek mümkün olacaktır. Ancak kendini yıllar içerisinde geliştirmeyi başaran insanoğlu, yazının icadı ile birlikte kitap kavramına yeni bir boyut kazandırmıştır. Başta taş, ağaç kabuğu ya da kemik gibi doğal yüzeylerin üzerine yapılan yazı çalışmaları, daha sonra duvarlar, tahta, hayvan postları ve kil tabletlerin içerisine yazılarak artış göstermiştir. Ancak bu maddelerin bazılarının elde edilmesinin ya da saklanmasının zorluğu nedeniyle insanoğlu yeni arayışlara çıkmıştır. Bu arayışı belki de ilk sonlandıranlardan biri de Mısırlılar olmuştur.
Mısır’da kullanılan papirüs, günümüz kitaplarına gelen yolda belki de en çok aşama katetmemizi sağlayan vasıtalardan biri olmuştur. Öyle ki, o zamanlar papirüslerin saplarından hazırlanan uzun parçalarla dokunarak yazının yazılacağı zemin hazırlanır ve bunlar özel bir sıvı madde ile yapıştırılarak üzerine yazılmaya hazır hale getirilirlerdi. Daha sonra yazı yazılmış olan parçalar birbirlerine özel bir sıvıyla yapıştırılarak uzatılır ve bunlarda bir sopaya sarılıp rulo haline getirilirdi. Hatta ünlü İskenderiye Kütüphanesi bu papirüs rulolardan oluşmaktaydı.
Kitapların tarihini incelerken bir miktar daha ileri tarihlere gittiğimizde, Anadolu’da ilk parşomenlerin kullanılmakta olduğunu görüyoruz. Hayvan derisinin işlenmesiyle elde edilen ve papirüs gibi her yerde yetişmeyen bir bitkiye çok iyi bir alternatif haline gelen bu parşomenlerin papirüslerden bir diğer farkı da katlanarak defter gibi kullanılabiliyor oluşlarıydı. Ayrıca bir parşomenin iki tarafına da yazı yazmak kolaylıkla mümkündü. Bu kolaylık neticesinde papirüslerin yerini alan parşomenler, uzun yıllar kullanılmaya devam etti. Ancak her ne kadar parşomenler çok kullanışlı olsa da, onlarında dönemi çok uzun sürmedi; çünkü bir süre sonra kitap tarihi açısından en önemli keşifte bulunulacaktı: Kağıtlar.
Günümüzde hala kullanılan kağıt, ilk kez baskı tekniğinin hayata geçirilmesiyle büyük önem kazanmış ve günümüzdeki halini almıştır. Ama ilk ortaya çıkışının MÖ. 2.yüzyıl civarında Çin’de olduğu tahmin edilmektedir. Hatta bir mahkeme görevlisi olan Cai Lun kağıtın kaşifi olarak kabul edilmektedir. Daha sonraları 15.yüzyılda matbaanın bulunmasıyla birlikte kitapların üretimi de büyük oranda hız kazanmış ve günümüze kadar kitap kültürü artış göstermeye devam etmiştir. Ancak elimizde olan bu kadar bilgiye rağmen ilk basılı kitabın ne olduğu ya da bilinen en eski kitap niteliğindeki yazının ne olduğu tartışmaları hala günümüzde sürmektedir.
Son olarak söylenmelidir ki, günümüzde insan hayatının en vazgeçilmezlerinden biri olan kitapların etkisi daha uzun yıllar boyunca da devam edecek gibi görünmektedir. Seneca’nın dediği gibi “Kitapsız yaşamak, kör, sağır, dilsiz yaşamaktır.” Bu nedenle kitap okumayı kesmemek ve zaman zaman aynı birim editörümüzün yaptığı gibi birbirimize kitap hediye etmeyi ihmal etmemek bizler ve gelecek nesiller için daha iyi olacaktır.