Tarihin çok ötesindeki bir zamana gideceğiz sizinle… Beyaz bulutlar yer ile gök arasına hakimiyet kurmuş ve var olan tek renk beyazmış. Henüz renkler kirlenmeye başlamamış. Bilirsiniz ki, ilk kirlenecek renkti beyaz.
Adem Havva’yı bulduğunda, aşk gökyüzünde doğduğunda, cennetten çıkma bir renkti kırmızı. Hala da aşkın, yasağın, tutkunun rengidir kırmızı. Beyaz, masumiyet ve temizlik; kırmızı, aşk ve ateş; siyah, kötülük ve hırs. Sahi, siyah! Bir de o var.
Habil’in kızıl kanı, kara toprağa süzülürken birleşti günahla. Beyaz, kırmızı ve siyah art arda sıralandılar böylece. Habil’in temiz ruhlu beyaz bedeninden, kıpkırmızı kan toprağa süzüldü ve siyahla birleşti. En büyük günah tamamlanmış oldu böylece.
Sonra mı? Geri kalan tüm renklere bir parça günah bulaştı, kirlenmeye başladı hepsi tek tek…
Hz. Adem topraktan yaratıldı, bütün insanlık da onu takip ederek can verdi toprağa. Bu yüzden bu kadar çok rengimiz, bu kadar çok farkımız var. Her bir parçası ayrı renk, her tanesi farklı şekil olan bu toprak, insanoğlunun içinde her duyguyu barındırmasına sebep oldu. Bizler biraz iyi biraz kötüyüz aslında. Böyle doğarız ve seçimlerimiz yön verir baskın olan tarafımıza. Yoksa Kâbil nereden bilirdi öldürmeyi? Hepimiz, içimizdeki vahşetle doğsak da, vicdanımızla bunu bastırır engel oluruz şiddete. Ama Kâbil bunu yapmadı. Aksine, ölümünün ardından asırlar boyu devam edecek bir silsileyi başlattı. Günahın tohumunu ekti geldiği toprağa.
Habil ve Kâbil Musevi, Hristiyan ve İslamiyet kaynaklarında geçen ortak bir olaydır. Kitaplar arasında olayın çıkış nedeni ve sonu hakkında farklılıklar olsa da, işleyişi, konusu ve karakterleri aynıdır.
Tevrat’a ve Eski Ahit’e göre Adem’in oğullarından Habil çobanlık, Kâbil ise çiftçilik yapmaktaydı. İşleri iyi gidiyorken, ikisi de Tanrı’ya sunu vermek üzere düşünmeye başlarlar. Habil, sürüsünden ilk doğan kuzuyu uygun görür, Kâbil ise bir tutam buğdayı. İkisi de kurbanlarını yüksek bir tepeye koyarlar. Tanrı kuzuyu kabul ettiği için ateşle onu alır. Habil’in buğdayı da günlerce orada kalır. Hiçbir zaman kardeşinden geride olmak istemeyen Kabil suratını asar ve çok sinirlenir. Habil’i bir taş ile öldürür. Tanrı, bu yüzden Kâbil’i durmadan yeryüzünü dolaşmakla lanetler. Kâbil dünyayı dolaşmaya başladıktan bir süre sonra, çocukları olur ve tahminen bu günkü Urfa çevresinde Hanok isimli bir şehir kurarlar. Kıskançlığı ve kibri yüzünden ilk kanı döken Kabil hayatı boyunca asla mutlu olamaz. Hem kendinden hem de Tanrı’dan kaçarak yaşar hayatı boyunca.
Kur’an’da ise, “Onlara, Adem’in iki oğlunun haberini gerçek olarak oku. Hani ikisi de birer kurban sunmuşlardı da, birinden kabul edilmiş, ötekinden kabul edilmemişti. Kurbanı kabul edilmeyen, “Ant olsun seni mutlaka öldüreceğim” demişti. Öteki, “Allah ancak kendisine karşı gelmekten sakınanlardan kabul eder demişti” şeklinde anlatılır. Bu olaydan sonra, Kâbil kardeşine çok sinirlenip meydan okumasına rağmen, Habil ona “Ant olsun! Sen beni öldürmek için elini bana uzatsan da ben seni öldürmek için sana elimi uzatacak değilim. Çünkü ben alemlerin Rabb’i olan Allah’tan korkarım” dedi. Buna rağmen Kâbil’in öfkesi dinmedi. “Derken nefsi onu kardeşini öldürmeye itti de onu öldürdü ve böylece ziyan edenlerden oldu.”
Farklı kaynaklarda, fikir ayrılıklarını görsek bile ortak olan sonuç; Kâbil’in vicdan azabının asla dinmeyeceğidir. Sonraki hayatı boyunca, Kâbil ne kadar saklanıp gizlense de, bedeni toprağa düşerken gerçeklerden kaçamadı. Akıttığı kanın kokusu burnundan asla gitmedi. En ağır günahın sahibi o oldu. İnsanoğlu da devam ettirdi bu günahı; üzerine yeni günahlar ekledi, kibir ve kıskançlıkla başlattığı duygularının esiri oldu. Kabil’in ruhu asla yok olmadı yeryüzünden, tıpkı giderek kendini büyüten bir çığ gibi katlandı defalarca.Adem Havva’ya aşık olarak en acı duyguyu içimize doldurdu; cennet ve dünya arasında bir bağ kuruldu. Kâbil, o taşı kaldırdığında, dünyadan cehenneme ince bir köprü kuruldu. O günden bugüne hiçbir ceza, suçu engelleyemedi. Toprak bir kere kanın tadını aldı ve sonra kana asla doymadı. Merhamet ve vicdan, kibir ve aç gözlülükle yer değiştirdi. O günden beri, yağan yağmur dahi bu kanı temizleyemedi.
Öyle bir günah ki bu; ne zaman bir yaşam son bulursa acımasız ellerde, halâ günahın bir kısmı da Kâbil’in hanesine yazılırmış.
KAYNAKÇA
İmam Kurtubi, A.g.e, c.VI, s.168.
Konyalı Mehmed Vehbi, Hülasat’ül Beyan-Büyük Kur’an Tefsiri, c. III-IV, s. 1203.
İbn Kesir, El-Bidaye, c. I, s. 94; Abdullah Aydemir, İslami Kaynaklara göre Peygamberler, s.40.
İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 7/74-77.
Kur’an/5Maide/27-28
Yetik, Zübeyir, Kabil, Beyan Yayınları, İstanbul, 1985
EY ‘HABİL RUHU’ GERİ DÖN — Mustafa Bozacıoğlu
Hasan Karakas
Asıl olan yapılan ibadetin veya iyiliğin gerçekten iyi bir kalp ile yapılması. Anahtar bence bu.. Allah’a ulaşmanın anahtarı.
Yine bizi farklı ufuklara götürdünüz Merve hanım teşekkürler.
AA
“Toprak bir kere kanın tadını aldı ve sonra kana asla doymadı.” Toprak kana,insanlar zulümlerine doymadı doymuyor…
Bizi tarihin derinliklerine götürdüğünüz için teşekkürler…
haktan
güzel, şiirsel bir anlatım. Dinler tarihi hakkında daha çok esr vermen dileklerimle