Giotto 1267’de Floransa yakınlarında bir kasabada dünyaya gelir. Zeki bir çocuk olan Giotto küçük yaşlarda resme ilgi duymaya başlar. Bir gün Cimabue, Giotto’nun yaşadığı kasabaya gittiğinde, yol kenarında koyunlarını otlatan Giotto’nun bir taş parçası üzerine kömürle koyun resmi çizdiğini görür. Ona yanında çırak olarak çalışmasını önerir ve babasıyla konuşur. Babası kabul eder ve Giotto’yu henüz 13 yaşındayken çırak olarak Cimabue’nin yanına Floransa’ya gönderir. Yaklaşık 10 yıl Cimabue’nin çırağı olarak atölyesinde çalışan Giotto 1290 yılında evlenir ve Cimabue’nin yanından ayrılarak kendi yolunda devam eder. Giotto 1337 ‘de Floransa da ölür. Tam 70 yıl yaşayan Giotto, yaşamı boyunca farklı kiliselerde freskolar yapmış, kent surları ve çan kulesi gibi mimari çalışmaları da olmuştur.
Giotto, Cimabue’nin yanından ayrıldıktan sonra ilk olarak Assisi’ye gitmiş ve San Francesco Kilisesi duvarlarına Kutsal Kitap öykülerini resmetmiştir. Giotto’nun çıraklıktan ressamlığa atıldıktan sonra ilk yaptığı çalışmanın buradaki Kutsal Kitap sahneleri olduğu düşünülmektedir. Giotto burada çalışırken ara sıra Roma’ya gidip klasik resim örneklerini görmüş ve incelemiştir. Bu incelemeler sonucunda kendisinde oluşan üslupsal değişimler kutsal sahnelerdeki üslup farklılıklarından anlaşılmaktadır. Giotto’nun resmettiği bu kutsal sahneler arasındaki İshak’ın öykülerini incelediğimizde Giotto’nun giysi kıvrımlarıyla, renk tonlamalarıyla nasıl gerçekçi ve dingin bir çalışma yaptığını anlayabiliyoruz. Onun resimlerindeki figürlerin ifade ve duygularındaki gerçekçilik, bireyi ön plana çıkardığının ve gözlemlediğinin kanıtıdır. Bu onun en önemli özelliklerinden biridir. Cimabue’nin çırağı olarak yetişen Giotto’nun onun tecrübelerinden yararlandığını da figürlerin hacimli duruşlarında görmemiz mümkündür. Bazı uzmanlara göre Giotto bu eserinde Roma’ya gidip eserlerini gördüğü sanatçılardan olan Cavalli’den fazlasıyla etkilenmiştir ve çalışmaları oldukça benzerdir. Kimi uzmanlara göre ise de aralarında benzerlikten çok zıtlıklar vardır. Giotto, bu kilisede çalıştığı zamanlarda derinlik kavramını da çözmeye çalışmış, perspektif denemeleri yapmıştır. Bazı kutsal sahnelerde, alışılmış kalıplardan farklı ikonografiler de kullanmıştır. Giotto’nun burada yaptığı çalışmalar yetkililerce çok beğenilince yapıda çalıştırılan diğer sanatçılar gönderilmiş, yapının geriye kalan süslemelerini Giotto’nun yapması istenmiştir. San Frencesco Kilisesi’ndeki freskoların Giotto’ya ait olmadığına dair pek çok görüş de vardır. Buna dayanak olarak farklı kiliselerde yaptığı çalışmalardaki üslupsal farklılıklar gösterilmektedir. Ancak Giotto’ya ait olduğuna kanıt olabilecek de pek çok belge mevcuttur. Bu tartışmalar özellikle San Francesco’nun hayatını konu alan freskolar üzerinden yaşanmıştır.
Francesco zengin bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelmiş, papazların açtığı bir okulda eğitim görmüştür. Gençliğinde eğlencesinden vazgeçmeyen, gösterişli, vurdum duymaz biri olarak tanınmıştır. O daha 20’li yaşlarındayken Assisi kentinde savaş ortamı doğmuş ve Francesco gönüllü olarak savaşa katılmıştır. Hayatı o kadar hafife alan bir gençtir ki savaşta esir alınmış ve hapse atılmış olmasına rağmen onda hiçbir değişiklik olmamıştır. Serbest kaldıktan sonra eski hayatına dönmüş, babasının dükkanında çalışmaya ve eğlencelere katılmaya devam etmiştir. Daha sonra ağır bir hastalığa yakalanmış, bunalıma girmiş ve yavaş yavaş değişmeye başlamıştır. Eski coşkusunu yitirmiş olan Francesco için hayat anlamsız bir hal almıştır. Zenginliğini boşa harcamayı bir kenara bırakmış, yoksullara yardım etmeye başlamıştır. Kalan bütün parasıyla ise eski bir kiliseyi onarıp orada münzevi bir hayat yaşamayı kafasına koymuştur. Ailesinden uzaklaşıp bu kilisede birkaç ay kaldıktan sonra korkularından arınmış ve Assisi kentine geri dönmeye karar vermiştir. Döndüğünde ise babası onu eve kilitlemiştir, fakat birkaç gün sonra annesinin yardımıyla serbest kalmış ve kiliseye geri dönmüştür. Daha sonra babası, Francesco’nun üzerindeki bütün haklarından vazgeçmiş, kendisine ait olan paraları geri vermesini istemiştir. Bunun üzerine Francesco bir hışımla, hem paralarını hem de üzerindeki giysileri babasına vermiş, ailesine ait bütün mülkiyeti reddetmiş ve olmak istediği yoksulluğa ulaşmıştır. Francesco’nun değişen davranışları, halkı oldukça etkilemeye, onun gençliğindeki kötü anılarını silmeye başlamıştır. Francesco hayatı boyunca yoksul ve tutarlı biri olarak yaşamış, halktan büyük saygı görmüştür.
Giotto, Francesco’nun hayatıyla ilgili bazı sahneleri, San Francesco Kilisesi’nin duvarlarında yan yana yaptığı freskolarla bir dizi şeridi halinde resmetmiştir. Francesco’nun hayatına ait bütün freskolarında arka zemin mavidir. Giotto gözlem gücünü bu freskolarda da kullanmış, geriye doğru yükselen bir derinlik uygulamaya çalışmıştır fakat tam olarak gelişmiş diyemeyiz. Yavaş yavaş da mekan ve figür arasındaki oranları saptamaya başlamıştır. Düzlemler halinde oluşturduğu freskolarda geriye gittikçe figürler küçülmeye, daha uzak görünmeye başlamıştır. Giotto’nun eserlerinde genellikle figürlerin yere sağlam bastığını görüyoruz. Yıllar süren bir çalışmayla yaptığı düşünülen bu öyküler dizisinde, sahnelerde ilerledikçe Giotto’nun figürlerinin daha gerçekçilik kazandığını görmemiz mümkündür. Ayrıca onun eserlerinde, kalabalık sahneleri bile yalınlaştırmayı başardığını görürüz. Tüm kalabalığa rağmen dikkat dağıtacak hiçbir öğeye yer vermemiştir. Francesco’nun hayatını anlatan yapıtlarında Giotto’nun kendine özgü temel özelliklerini görmek mümkündür. Cimabue’nin elinde yetişen Giotto, onun birçok özelliğini kendi sanatıyla yoğurmuştur. Cimabue’nin heykelsi figürlerine nazaran daha natüralist, gerçekçi, gözleme dayalı figürler resmetmiştir. Assisi’deki freskolarında seyircinin dikkatini dağıtacak her şeyden kaçınmaya çalışmış, işlediği konuları sıradan insanların başından geçer gibi gerçekçi bir şekilde resmetmiştir. Bu gerçekçiliği daha da üst seviyeye taşımış ve figürleri sadece cepheden değil farklı açılardan da göstermiştir. Giotto, Aziz Francesco’yu bütün yaşamıyla ve gerçekçiliğiyle seyircinin gözleri önüne sermiştir.
1300’lü yılların başında Giotto yeni bir kilisede, Padova’daki Arena kilisesinde çalışmıştır. Giotto bu kilisede İsa, Yohakim ve Meryem’in hayatından öyküler resmetmiştir. Bu resimleri yaparken hem apokrif hem de dört resmi incilden yararlanmıştır. Buradaki resimleri ile Assisi’deki resimleri arasında belirgin farklılıklar vardır. Örneğin Mısır’a kaçış resminde figürler bir devinim halindedir ve her figürün ifadesinde çevreyle olan sıkı bağları görülmektedir. Bu devinim hareketi, Giotto’nun Padova’da gerçekleştirdiği en önemli yeniliktir. Lazarus’un Dirilişi sahnesinde de figürlerin hacimlerindeki devinim hareketini rahatlıkla görebiliriz. Giotto, Padova’daki resimlerinde mekan-figür ilişkisini de iyice çözmeye başlamıştır. Kalabalık kompozisyonlara rağmen, grift olmuş figürler seyircinin dikkatini dağıtmamış aksine bütün dikkati tek bir noktaya toplamıştır. Burada yaptığı durgun kompozisyonlarda bile, figürlerin ifadelerini, hislerini ustalıkla belirtmiştir. Giotto’nun Padova’daki çalışmalarında başlıca kaygısı yine Assisi’de olduğu gibi, derinlik izlenimini sağlamak olmuştur. Batı resim sanatında bir dönüm noktası olan Giotto ile resim, artık sözü iletmeye yarayan bir araç olmaktan çıkmış, başlı başına bir ifade aracı olmuştur.
Giotto’nun resimlerine baktığımızda sanki olaya bire bir şahit olmuş gibi hissedebiliyoruz. Onun figürleri yapmacık ve kalıplaşmış davranışlar değil, gerçekçi ve doğal insani davranışlar sergilemektedir. Giotto’nun Padova’daki başka bir kaygısı ise bütüncül bir renk uyumu sağlamak olmuştur. Her öykünün arka zemininde sürekli bir mavi tonu kullandığını görmekteyiz. Bu mavi zeminlerin üzerinde diğer renkler parlak tonlarıyla birbirlerine geçişmektedir. Giotto’nun Padova’daki resimlerinin Assisi’dekilerden başka bir farkı ise, mimariyle bir bütün oluşturmamış olmalarıdır. Buna karşın, Assisi’deki her resmin bir başı ve bir sonu vardır. Padova’dakiler ise kesintisiz bir bütünlük içindedir. Ayrıca Assisi’de fazlasıyla basitleştirme uygulayan Giotto, Padova’da birçok ayrıntı üzerinde özellikle çalışmıştır. Örneğin, Anna’ya Müjde sahnesinde odanın içindeki bütün eşyaları ve nesneleri ısrarla vurgulamıştır.
Giotto, Padova’dan sonra Floransa’ya gitmiş ve burada Santa Croce Kilisesi’nde dört şapelin resimlerini yapmıştır. Fakat buradaki eserlerin çoğu büyük zarar görmüş ve günümüze çok az kısmı ulaşmıştır. Bardi ve Peruzzi şapellerinden günümüze ulaşan bazı freskolar arasında, Giotto’ya ait resimlerdeki temel benzerliklerin yanı sıra, belirgin üslup farkları da vardır. Bu farklardan biri, Bardi Şapeli’nde bulunan Ateş Sınavı sahnesinde derinlik olmayışıdır. Santa Croce çalışmalarında da Giotto’nun hala kendini yenileme çabası içinde olduğuna tanık olmaktayız. Buradaki eserlerinde Giotto’nun daha gerçekçi bir perspektif düzeni yaratmaya çalıştığını görüyoruz. Ayrıca figür ve mekan arasındaki ilişkiyi daha da geliştirmiştir. Giotto, Assisi freskolarında güçlü bir dramatik izlenim yaratmış, Padova’da bu dramatik izlenim incelik kazanarak yumuşamış, Santa Croce’de ise dramatik devinimden çok anlatımın daha görkemli ve derli toplu olmasına dikkat etmiştir. Giotto, bu yapıtları ürettiği yıllarda, çevresinde gelişmekte olan insancı kültürden de etkilenmiş ve sanatına yansıtmıştır. Giotto ile birlikte daha ince bir sanat, uyum ve güzellik anlayışı başlamıştır. Tek mekan birimleri yerine, sahneden sahneye geçen, duvardan duvara iletilen kesintisiz bir uyum sağlanmıştır.
Giotto ile Bizans geleneğinin kalıpçı ve abartılı ifadesinde kurumuş olan resim sanatı, insanın gerçek ve doğal ölçüsüne kavuşmuştur. Ama böyle bir sanatsal girişimin başarıya ulaşması, her şeyden önce insan ve tarih anlayışının değişmesiyle olmuştur. Giotto’nun insan ve tarih anlayışını etkileyen bu öğretinin izlerini, kimi sanatsal ifadelerinde gözlemleyebiliyoruz. Giotto, aynı yolu imgeler üzerinde de izlemiştir. Açıklık, denge, derli topluluk ve dinginlik bu imgeler arasındadır. Kısaca Giotto, her şeyden önce bir yenilikçi ve devrimcidir. Kendinden önceki resim sanatının yüzyılları kaplayan geleneksel gücüne karşı çıkmış, birçok gelenekten etkilenmiş ve o etkilendiği geleneklere kendi damgasını vurmuştur. Rönesans resmi, gerek mekan-figür ilişkisiyle gerek gerçeklikle kurulan ilişkiler açısından, bütün batı resminin temeli olduğuna göre Giotto’nun sanatıyla modern resmin başlangıcı hemen hemen aynı anlama gelmektedir.
GazeteBilkent Misafir Yazarı: Eray KÖRPE
Kaynakça:
CÖMERT, Bedrettin. Giotto’nun Sanatı. De Ki Basım Yayım. Ankara. 2007.
Öne Çıkarılan Görsel: https://www.wga.hu/art/g/giotto/s_croce/1peruzzi/baptis3.jpg
Görsel 1: https://upload.wikimedia.org/wikipedia/commons/7/74/Uffizi_Giotto.jpg
Görsel 2: https://upload.wikimedia.org/wikipedia/commons/4/42/Giotto_di_Bondone_080.jpg
Görsel 3: https://www.wga.hu/art/g/giotto/assisi/upper/legend/franc14.jpg
Görsel 4: https://upload.wikimedia.org/wikipedia/commons/e/e3/Giotto_-_Scrovegni_-_-17-_-_Nativity%2C_Birth_of_Jesus.jpg