Ortadoğu ve Afrika ülkelerinde köleliğin kaldırılmasına yönelik çalışmalar 1800’lü yılların ortasında başlamıştır. Köleliğin bu yıllarda kaldırılmasının sebebini birkaç sebebe bağlayabiliriz. Bu sebeplerden ilki 1800’lü yıllara kadar şeriatın köleliğe izin verdiği konusunda hemfikir olan ulemanın, bu konuda artık bazı tereddütlere düşmesidir. Bir diğer sebep ise bu tarihlerde işgal tehlikesi ile karşı karşıya gelen ülkelerin, kölelerin yabancı ülkelere destek vermesini istememelerinden kaynaklanmaktadır. Son olarak ise özellikle Viyana Konferansından sonra köleliği yasaklayan Avrupalı devletlerin, bu konuda yaptıkları baskıların etkisi ile köleliği kaldırılmaya yönelik çalışmalar başlamıştır.
İslam coğrafyasında kölelik kurumu şeriat tarafından kabul edilmekle kalmayıp, aynı zamanda şer’i hukuk tarafından da düzenlenen bir kurumdur. Köleliğin ve kölenin hukuki durumunun düzenlenmesi ise hem iyi hem de kötü sonuçlara sebep olmuştur.
Köleliğin İslam Hukuku tarafından düzenlenişinin yarattığı en büyük sorun, köleliği kaldırma çabaları sırasında ortaya çıkmıştır. Bu noktada ortaya çıkan sorun, İslam Hukukuna göre şeriatın izin verdiği bir şeyi yasaklamanın, yasakladığı bir şeye izin vermek kadar kötü olmasıdır. Yani, köleliği yasaklamak İslam Hukuku açısından hırsızlığa izin vermek gibi hüküm görür, dolayısıyla kölelik yasaklanmaya çalışıldığı zaman en büyük tepkiyi muhafazakâr çevrelerden gördü. Köleliğin kaldırılmasına yönelik çalışmalar özellikle Hicaz bölgesinde büyük sorunlara yol açmıştır.
1855 yılındaki Hicaz bölgesinde ve özellikle Mekke ve Medine sınırları içerisindeki köle ticareti ve taşımacılığını yasaklamaya yönelik çıkarılan yasaya karşı, Şeyh Cemal, bu yasanın İslam Hukukuna aykırı olduğundan hareketle çıkardığı fetvada “ Türkler Allah’ın yolundan sapıp kâfir olmuşlardır. Bundan dolayı Türklerin öldürülmesi vaciptir.” demiştir. Bu çıkarılan fetva amacına ulaşmış, bölgedeki birçok Türk görevli çıkan isyanlar sonucunda saldırıya uğramıştır. Osmanlı’nın çıkan isyanları bastırması yaklaşık 2 yıl sürmüştür, isyanlar bastırıldıktan sonra ise Hicaz bölgesi çıkarılan yasadan muaf tutulmuştur. Bu yasanın çıkarılmasından sonra başlayan isyanların bir sonucu olarak, köleliğin kaldırılması belirli bir süre için askıya alınmış ve onun yerine köle ticaretini engellemeye hiç olmazsa sınırlandırmaya yönelik kanunular çıkarılmıştır.
Köleliğin kaldırılmasına yönelik itirazlar sadece yerel halktan gelmemiştir. Bölgede başka sebeplerden ötürü bulunan veya bölgeye sadece bu kölelerin durumunu inceleyip ülkelerine rapor vermek için gelen, Avrupalı birçok kişi tarafından da köleliğin, Ortadoğu ve Afrika ülkelerinde kaldırılmaması gerektiği yönünde görüş belirtilmiştir. Bu kişilerin genel olarak belirttiği sebepler; her ne kadar köleler getirilme süreci içerisinde insanlık dışı muamele görüyor ve bu kötü muamele sonucunda birçok köle yaşamını yitiriyorsa da geldikten sonra, yaşam koşullarında büyük bir değişim olması ve hatta bazı kölelerin önceki hayat standartlarının bile üstünde yaşadıklarının gözlemlenmesidir. Bu sebepler arasında şeriat tarafından düzenlenen yiyecek, giyecek ve barınma gibi temel ihtiyaçların çok iyi bir şekilde giderilmesi olduğu gibi; bunun yanı sıra toplumdaki konumları ve gördükleri saygı da yer almaktadır. En nihayetinde kölelerin gerek sosyal gerekse ekonomik durumu konumu toplumdaki fakir halkın üstüne çıkmaktadır ve bu durum birçok Avrupalı kişiyi köleliğin kaldırılması hususunda tereddütte bırakmıştır. Bu hususta J.F Keane Doğu’daki kölelerin Batı’ya göre daha iyi muamele gördüğünü, ağır işlerde çalıştırılmadığını hatta bu durumun bu şekilde bırakılmasının belki de insanlık açısından daha hayırlı olacağı şeklinde gözlemlerde bulunmaktadır. İngiltere adına Fas sultanı ile köleliğin kaldırılması konusunda görüşme yapması için gönderilen Drummod Hay de benzer nitelikte görüş bildiriyor. Hay, kraliçeye iletilmek üzere yazdığı mektupta Fas’ta hâlihazırda çok fazla köle bulunmadığını ve bulunanların da çok iyi muamele gördüğünü yazmıştır ve sonuç olarak da Fas’ın bu konuda kendi haline bırakılması gerektiğini savunmuştur.
Ancak, elbette bu herkesin köleliğin kalması veya kölelerin yüksek hayat standartlarında yaşadığı konusunda hemfikir olduğu anlamına gelmemektedir. Louis Frank Tunus’ta yaptığı gözlemlerde birçok siyahi çocuğun bebeklik ve çocukluk döneminde hayatını kaybettiğini, sadece çok az şanslı bir kesimin yetişkin bireyler haline gelebildiğini yazmıştır. Bir İngiliz gözlemci ise Mısır’daki salgın hastalıklardan dolayı birçok kölenin öldüğünü ve bundan dolayı ülkede neredeyse hiç köle kalmadığını, dahası bu salgın hastalıktan dolayı ilk ve en çok kaybı köle kesiminin verdiğini ve bunun ana sebebinin ise kölelerin hayat şartlarının oldukça kötü olması sebebiyle gerçekleştiğini belirtmiştir.
Bu noktadaki dikkate şayan husus, kölelerdeki ikinci neslin bu gibi yüksek ölüm oranları ile karşılaşmasıdır. Bunun sebeplerinden birisi, kölelerin yetiştirilmesinin masraflı olması ve birçok sahibin bu masraf yerine şeriata göre belirlenen hafif cezalara çarptırılmayı göze almasıdır. 1936 yılında çıkarılan Suudi Arabistan yasasına göre kölelerine kötü davranan veya yeterli hayat şartlarını sağlamayan kimseler; ilk seferinde uyarı, ikinci seferinde 1 pounda kadar para cezası, üçüncü seferinde ise 1 haftayı geçmemek kaydıyla hapis cezası ve de 2 pounda kadar para cezasına çarptırılıyorlardı. Bu kadar hafif cezaların ise caydırıcı olmaktan çok uzak kalmakta, dolayısı ile de küçük kölelerde ölüm oranı bu seviyelere gelmektedir.
En nihayetinde köleliğin, köleliğin yasaklanmasını öngören bir yasa ile kaldırılamadığını fark eden yöneticiler, direk köleliği kaldırmak yerine köle ticaretini sınırlandırmaya ve daha sonra ise tamamen kaldırmaya yönelik yasalar yapmak sureti ile köleliği kaldırma yolunu tercih etmiştir. Yasaların uygulanmasını sağlamak için de sadece kendi güçlerini değil aynı zamanda yabancı devlet güçlerinden de faydalanmışlardır. Bunun bir örneğini Ahmet Necip Paşa’nın yazdığı mektupta görmekteyiz. Ahmet Necip Paşa Basra Körfezindeki köle ticareti gemilerini İngiliz savaş gemileriyle beraber durdurduklarını anlatmaktadır, mektubunda. Ortadoğu ve Afrika ülkelerindeki köleliğin kaldırılması ise genellikle 1. ve 2. Dünya Savaşları arasında gerçekleştirilmiştir. Ancak, bu konuda Tunus’un 1846’da, Suudi Arabistan’ın ise 1962 yılında köleliği kaldırması istisnai bir durum teşkil etmektedir.
Kaynakça: Race and Slavery in the Middle East: An Historical Enquiry; Bernard Lewis
Eunuchs, Caliphs and Sultans A Study in Power Relationship; David Ayalon
Race and Slavery in the Middle East: Histories of Trans-Saharan Africans in Nineteeth-Century Egypt, Sudan and the Ottoman-Mediterrean