Hristiyanlık ve İslam’da Hoşgörü Tarihi Üzerine

Bugün Batı insanları başta, fakat yalnız olmamak üzere İslam’ı hoşgörüsüzlükle, gericilikle, terörizmle özdeşleştiriyor. Günümüz konjonktüründe bakıldığında haksız oldukları da söylenemez. Bugün İslam ülkelerinde insan hakları, kadın hakları vs. eskiye kıyasen daha iyi olsa da Batı ile kıyaslanamayacak durumda. Hiçbir İslam ülkesinde demokrasi kültürü yerleşebilmiş değil, sadece farklı dinler değil her türlü farklılığa karşı tolerans yok denecek seviyede. İslam’ın yaygın olduğu ülkeler arasında Türkiye’nin en ileri seviyede olduğu ve bizden itibaren durumun baş aşağı gittiğini düşünürsek durumun vahameti daha da açığa çıkıyor. Buna karşın Hristiyanlığın tarihsel olarak yaygın olduğu yerlere, medeniyetlere baktığımızda bunun tersini görüyoruz. Batı uygarlığı bugün insan haklarının, demokrasinin, teknolojik ve endüstriyel gelişimin merkezi; müzik, mutfak, resim, mimarlık, akla gelebilecek her türlü kültürel alanda dünyanın geri kalanının gıptayla baktığı ve taklit etmeye çalıştığı, dünyayı Batı medeniyeti ve onun gölgesinde varlığını korumaya çalışan alt medeniyetler olarak ikiye ayırmayı başarmış bir uygarlık. Son yıllarda bu iki karşı çıkması zor gözleme dayanarak, İslam’ı doğası gereği gerici, gelişime karşı ve vahşi, daha da önemlisi Müslüman halkların yaşadığı tüm acıların sorumlusu olarak gören ve karşısındaki Hristiyanlığı ise özünde hoşgörülü, demokrasiye ve insan haklarına saygılı olarak nitelendiren görüş yaygınlaştı.

Bu görüşün ne kadar hatalı ve zararlı olduğuna girmeden önce bu yazının amacının İslam’ı ve ona yüklenen çeşitli anlamları temize çıkartmak olmadığını belirtmek isterim. Bu yüzden öncelikle gerçek İslam bu değil anlayışına değinmek istiyorum. Bu gerçekten sık duyduğumuz bir kalıp. El Kaide bir terör eylemi yaptığında bu kalıbı duyuyoruz, Işid Palmira’da ortak kültür mirasımızı parçalarken duyuyoruz, Suudi Arabistan’da ve İran’da kadınlar taşlandığında duyuyoruz. Bunu söyleyenlerin buna gerçekten inandığını, bu insanların İslam anlayışının lanetledikleri eylemlere rehberlik eden İslam anlayışıyla gerçekten siyahla beyaz kadar farklı olduğunu biliyorum. Ama bütün iyi niyetlerine rağmen yaptıkları, lanetlediklerinin yaptığıyla benzer: Sayısız farklı şekilde yorumlanabilecek ve yorumlanmış bir doktrinin tek doğru yorumunun kendilerininki olduğunu iddia ediyorlar. Halbuki bir şey gerçekleşiyorsa, bu şeyin gerçekleşmesinin ihtimali olduğu için gerçekleşiyordur. Ve İslam’ı arkasına alıp ağza alınmayacak şeyler yapan sayısız örgüt, insan varken, yani “İslam gerçek İslam bu değil”cilere göre sayısız kez yanlış, belki de İslam’ın bu yönde de yorumlanabileceğini kabul etmek ve sorunları halının altına süpürmekten vazgeçmek gerekir. Kuran’da aslında ne dendiği, İncil’in Tevrat’ın aslında ne anlatmak istediğinin bu kitapları benimseyen insanların gerçekleştirmiş olduğu davranışlar karşısında hiçbir önemi yoktur. Zira tarih boyunca insanlar aynı kitaba bakarak köleliği lanetlemiş ya da sindirebilmiş, ikonalara tapmış ya da yok etmiş hatta bu tartışma üzerine neredeyse Bizans iç savaşa sürüklenmiş, insan öldürmeyi en büyük günah görmüş ya da yüzbinlerce suçlu suçsuz insanı öldürmüştür.

 

Peki İslam’ın günümüzdeki vahşi örneklerinin İslamiyet’ten soyutlanamayacak olması İslam’ı özünde vahşi, gerici, hoşgörüsüz ve artık sonsuza kadar zamanın gerisinde kalmış mı yapar? Kesinlikle hayır. Nasıl Hristiyanların tarih boyunca sayısız insanı öldürmüş, işkence etmiş olması, Hristiyanların Engizisyon mahkemesini, cadı avlarını, köle ticaretini, sömürgeciliği, en vahşi diktatörlükleri içlerine sindirebilmiş olmaları bugün Hristiyanlığın insan haklarıyla, demokrasiyle iyi geçindiğini gerçeğini değiştirmiyorsa İslam’ın bugünkü durumu İslam’ı özünde barbar ve sonsuza kadar öyle kalacak bir doktrin haline sokmaz. İslam tarihte toleranslı olabileceğini sayısız kez göstermiştir. Araplar’ın 7.yüzyıl başında çöllerinden çıkıp kısa sürede Hindistan’dan İspanya’ya kadar hakim olduğu etkileyici dönemde İslam özellikle diğer tek tanrılı dinlerin mensuplarıyla barış içerisinde yaşamış, uzun bir süre kültürün, bilimin merkezi olmuş ve Yunanca ve Latince eserlerin muhafaza ederek Roma ve daha sonra tomurcuklanacak Batı medeniyeti arasında köprü görevi üstlenmiştir. Burada amacım İslam’ın bir çiçek böcek dini olduğunu göstermek değil, fakat İslam’ın vahşi ve asla çağı yakalayamayacak bir masal olduğu düşüncesine karşı çıkmak, hele de Hristiyanlık ters doğrultuda yüceltilirken.

8.yüzyıl Bağdat’ının 3 boyutlu modeli

Erken dönem fetihler sırasında İslam devleti çağdaşları Bizans ve Sasani imparatorluklarının yapmış olduğu gibi tüm nüfusa devlet dinini dayatmaya çalışmadı. Özellikle diğer İbrahimi dinlere, yani Hristiyanlık ve Museviliğe büyük tolerans gösterildi. Kiliselere dokunulmadı, hatta bazı yeni kiliseler inşa edildi. Bu gayrimüslimlere özel statü tanınarak özel bir vergi karşılığında içişlerinde özgürlük(evlilik, miras vs.) ve askerlikten muafiyet sağlandı. Zimmi, yani korunanlar statüsü İslam topraklarında varlığını Osmanlı Devleti’nin son demlerine kadar sürdürdü ve Müslüman topraklarında Hristiyanlar büyük ölçüde barış içinde yaşamlarını sürdürebildiler. 1453’ten itibaren İslami dünyanın merkezi olan İstanbul’un 1800’lerin sonundaki nüfusunun yarısına yakınını gayrimüslimler oluşturuyordu. 1914’te yapılan nüfus sayımına göre ise İstanbul’un 905.320 olan nüfusunun 344.886’sı gayrimüslimlerden (Ermeniler, Rumlar, Yahudiler ve sayıca az diğerleri) müteşekkildi. Bu gayrimüslimler zanaatkarlık, tüccarlık gibi sosyal statüsü yüksek mesleklerle meşguldü. Ayrıca bu çeşitlilik başkente özgü de değildi. Örneğin Sivas’ta 75.324 Rum, ve 143.406 Ermeni, Trabzon’da 161.574 Rum ve 35.579 Ermeni yaşamaktaydı. Bu insanlara İslam tarihi boyunca gösterilmiş hoşgörü günümüz standartlarında yeterli olmamakla beraber, zira doğru olan herhangi bir dine tolerans veya hoşgörü gösterip koruma altına almak değil dine bakmaksızın herkesi eşit kabul etmektir, kendilerini hoşgörünün ve toleransın beşiği olarak addeden Batılıların durumuyla karşılaştırıldığında kıyas kabul etmeyecek derecede üstündür.

Gerçekten, İstanbul’daki gibi nüfusun yarısının farklı dinden olma durumunu diğer Avrupa başkentleri için hayal etmek mümkün müdür? İnsanların yarısı, hatta çoğunluğu Müslüman ve Yahudi olan bir 18.yy, hatta 21.yy Paris’i, Viyana’sı, Madrid’i tahayyül edilebilir mi? 21.yüzyılda bile Batı’nın büyük şehirlerinde kabul edilemeyecek bu çeşitlilik ve zenginlik yüzyıllar önce Doğu’da kendini göstermiştir. Bugün bile Ortadoğu’daki 15 yüzyıllık İslam hakimiyetinden sonra çeşitli Hristiyan mezheplerinden Araplar, Museviler Ortadoğu’da hala bulunabilir. Örneğin bu yazının esin kaynağı Amin Maalouf 1949’da Beyrut’ta Katolik bir ailede doğmuştur. Diğer dinler İslam’ın ışığını kaybettiği ve gitgide gericiliğe ve fanatizme kaydığı bu çağda hala Ortadoğu’da varlığını sürdürebilirken, benzer örnekler yeni göçmenler hariç Batı için verilebilir mi? Sicilya’daki, İspanya’daki Müslümanlara ne olmuştur? Ben söyleyeyim, Hristiyan olmaya ya da göç etmeye zorlandılar, kalanlar ise son insana kadar katledildi.

Amin Maalouf

Toplamak gerekirse, İslam’ın günümüzdeki temsili oldukça iç karartıcı olmakla birlikte, bugün başta Ortadoğu olmak üzere İslam toplumlarının çektiği sefalet ve sahip oldukları gerici anlayış için İslam’ın doğasını suçlamak yanlıştır. Toplumlar refah içinde oldukları zaman dinleri de ilerici ve toleranslı olur, diğerlerinden geride oldukları, kendi varlıklarını tehlikede hissettikleri zamanda ise içlerine kapanırlar ve günümüzdeki radikal İslam gibi abominasyonlara sebep verirler. Hristiyanlık eskiden cadı avlarıyla, anti-demokratiklikle, bağnazlıkla özdeşleşmişken bugün tamamen farklı değerlerle özdeşleşebiliyorsa, İslam da eskiden sahip oldukları değerleri geri kazanıp üstüne koyarak çağı yakalayabilecek potansiyele sahip. Burada anlaşılması gereken şu ki ne İslam ne Hristiyanlık ne de herhangi başka bir popüler siyasi doktrinin(sosyalizm vs.) özünde hoşgörülü veya hoşgörüsüz değil ve insanları dinleri gibi kimliklerinin temel yapı taşlarından biri üzerinden antagonize etmek desteksiz olmanın yanı sıra daha iyi bir geleceğe ulaşmamız önünde çok büyük bir engel.

 

Kaynakça

Maalouf, Amin. Ölümcül Kimlikler. 2000, YKY, İstanbul.

Lewis,Bernard. Jews of Islam. 2014, Princeton University Press, New Jersey.

Görsel Kaynakçası

http://www.etrafta.com/2008/02/28/1914-nufus-sayimi/

https://suna.e-sim.org/article.html?id=66406

Tolerance and Tension: Islam and Christianity in Sub-Saharan Africa

https://en.wikipedia.org/wiki/File:Amin_Maalouf_par_Claude_Truong-Ngoc_novembre_2013.jpg

https://rebrn.com/re/a-d-model-of-early-baghdad-in-the-th-century-iraq-3658051/

https://www.keepcalm-o-matic.co.uk/p/keep-calm-and-be-anti-islam/

 

Leave a Reply

1 comment

  1. Fatih ışık

    Çok değerli bir yazı olmuş. Son aylarda okuduğum en iyi yazı. Yazılanları yaşayabilmek ümidiyle…