Yaklaşık 57 yıl kadar önceydi, tarih 28 Ağustos’u gösteriyordu. Liderlik ettiği barış yanlısı protesto eylemleriyle haksızlıklara karşı direnişin simgelerinden biri haline gelmişti Martin Luther King. Lincoln Anıtı’nın önünde, başlattığı özgürlük yürüyüşüyle peşinden gelen yüz binlerce kişiye, uzun yıllardır süregelen hayalin gerçekleşmekte olduğunu haykırıyordu. Duyanların aklından belki de hiç çıkmayacak olan şu sözler meydanda yankılanıyordu: ‘’Bir hayalim var. Gün gelecek, dört küçük çocuğum, derilerinin rengine göre değil, karakterlerine göre değerlendirildikleri bir ülkede yaşayacaklar.’’
Oldukça ses getiren bu konuşmanın yapılacağı yerin seçiminde bilinçli davranılmıştı. Devletin başkenti Washington’da Abraham Lincoln’ün anısına inşa edilen Lincoln Anıtı’nın önünde söylenmişti bu sözler. Peki insan hakları ve Amerika’daki siyahilerin ikinci sınıf vatandaş olmaktan çıkarılması için düzenlenen, hatta bazı kaynaklara göre 250.000 kişinin katıldığı, Washington tarihinin en kalabalık yürüyüşünün rotası neden Lincoln’ü gösteriyordu? Bu sorunun cevabını öğrenmek içinse geçmişe kısa bir yolculuk yapmak yararlı olabilirdi.
1860’lara gelindiğinde Amerika’nın güney eyaletlerinde toprakların verimliliği dolayısıyla pamuk, tütün ve şeker kamışı gibi ürünlerin üretimi zirvedeydi. Büyük tarım arazileri kurulmuş ve bu ürünlerin satışından ciddi gelirler elde ediliyordu. Uzun yıllar öncesinde, tarımda çalışacak siyahilerin ucuz iş gücü dolayısıyla Amerika’da kölecilik yasallaştırılmış, beraberinde hızlıca bir köle piyasası oluşturularak da oldukça yayılmıştı. Geçimini tarımdan sağlayan güneydeki eyaletler, gemilerle Afrika’dan kaçak yollarla köleler getirerek veya İngilizlere ucuz ücretlerle pamuk satıp karşılığında köle alarak iş gücü açığını kapatmaya çalışıyorlardı.
Amerika’nın kuzey ve batı eyaletlerindeyse sanayi sektörünün gelişmesiyle işçilerin eşit bir şekilde başka eyaletlerde de çalışmasına olanak sağlayan serbest işçi sistemine geçiş başlamıştı. Bu nedenle sanayiyle kalkınan bu eyaletlerde köleciliğin yasaklanması öngörülmüştü. Aynı vakitlerde dört yılda bir yapılan devlet başkanlığı seçimi sonuçlanmıştı. Seçim süresince köleliğin yasaklanmasına yönelik propagandalar yapan, Cumhuriyetçi kesimin adayı Abraham Lincoln, Amerika Birleşik Devletleri’nin yeni başkanı seçilmişti.
Devleti yönetenler de serbest işçi sistemini destekliyor ve siyahileri birer köle olarak değil, ucuz ama hür işçiler olarak görüyorlardı. Ancak gelirlerini tarımdan sağlayan ve çalışacak iş gücüne ihtiyacı olan güney eyaletlerinin oldukça olumsuz etkileneceği ortadaydı.
Güneyliler, Lincoln’ün kölelik karşıtı söylemlerinden dolayı ondan hiç hazzetmiyorlardı. Güneyde muhalefet gittikçe artıyor ve ayrılıkçı düşünceler dillendiriliyordu. Onlara göre kuzeyin gelişmişlik düzeyinin daha yüksek olması ileride onlardan bağımsız olmayı daha da zorlaştıracaktı. Kendi ayakları üzerinde durabileceklerine güveniyor ve güçlü bir devlet oluşturabileceklerini düşünüyorlardı. Çok geçmeden de güneydeki 11 eyalet kendi arasında “Confederacy” adıyla bir birlik oluşturarak bağımsızlıklarını ilan etti. Bunun üzerine kuzeydeki eyaletlerse “Union” adı altında birleşmişti. Öyle gözüküyordu ki savaş kaçınılmazdı.
Amerika tarihinin en kanlı savaşıydı bitmiş olan savaş. Tam dört yıl sürmüştü. İki tarafın da kaybı büyüktü, bazı kaynaklara göre 600 binden fazla insan yaşamını yitirmişti. Kuzeyliler kazanan taraftı. Her dört yılda bir yapılan seçim vakti gelmişti, Abraham Lincoln bu seferse açık ara, yeniden Amerika Birleşik Devletleri’nin başkanı seçilmişti. 6 Aralık 1865’te ise, köleliği yasaklayan düzenleme Amerikan anayasasına 13. Madde olarak eklendi. Amerika’da yaşayan her birey Amerikan vatandaşı olarak kabul edilecek ve tüm bireylerin oy hakları garanti altına alınacaktı.
Görünen oydu ki o dönemlerde Lincoln tarafından çok hassas bir konu olarak üzerinde durulmasına rağmen eşitlik konusuyla baş etmek o kadar da kolay olmayacaktı. Kanunen özgürleşen siyahi işçi sınıfı güneyde hâlâ üçüncü sınıf insan muamelesi görüyordu. Vatandaşlık hakkı kazanıp özgürleşen siyahi halk yoksuldu. Güneydeki eyaletlerde de toplum içerisinde sular durulmuş değildi. Savaş dolayısıyla sivil halk büyük kayıplar vermiş, şehirler tahrip olmuştu. Tarihte ilk defa Amerikalılar içlerinde savaşarak kendi sınırlarını çizmişti ancak içlerindeki birliği sağlamak zordu. İki taraf arasındaki nefret kaybolmamıştı. Irkçılık ve ayrımcılık meselelerinin son bulabilmesi içinse bunun üzerinden bir yüzyıl daha geçmesi gerekiyordu.
Güneylilerin Lincoln’e olan tepkisi hiçbir zaman dinmiyordu, dinmeyecekti. Nitekim takvimler 14 Nisan 1865’i gösterdiğinde Washington’da izlemeye gittiği bir tiyatro oyunu esnasında güney konfederasyonu sempatizanı bir tiyatro oyuncusu olan John Wilkes Booth tarafından silahla vuruldu, ertesi sabahsa yaşamını yitirdi.
Bilinen o ki suikasti düzenleyen köleliği kaldırdığı için Lincoln’ü bir nevi zorba hükümdar olarak görüyordu, hatta kayıtlara göre Lincoln’ü vururken zalimlerin sonlarının bu şekilde olacağı manasına gelen ‘’ Sic semper tyrannis! ‘’ diyor, devamında da güneyin intikamını aldığını haykırıyordu. Görünen o ki bir kesim, savaşın devam ettiğini ve aralarındaki mücadeleyi ancak bu şekilde bitirebileceklerini düşünüyordu halbuki Lincoln amacına ulaşmıştı.
‘’Başka ulusları özgürlüklerinden edenler er geç kendi özgürlüklerinden de olur.’’ Bu sözüyle eşit haklara ve olanaklara sahip bir halk yaratma fikrini önemsediğini dile getirmişti Lincoln. Bu uğurdaki mücadelesiyle sayıları milyonları aşan, ezilen halkın sesi olup yaşayan ve yaşayacak sayısız bireye ilham kaynağı olmuştu.
Lincoln’ün ölümü üzerinden uzun bir süre geçti lakin ten rengi, hâlâ bir ayrım malzemesiydi. Bir dönüm noktası gerekliydi ve gerçekleşti. 1955, ilgi uyandıracak bir hareketin çıkış yılıydı. Sosyal hayatta ayrım olduğu gibi devam ederken Rosa Parks, otobüste kendi koltuğunu bir beyaza vermeyi reddetti ve tek başına bir direniş sergiledi, ardından tutuklandı. Ancak gelecek yıllarda büyük çaplı bir direnişin sembollerinden olacaktı. Bu olaydan sonra Martin Luther’in öncülüğünde Yurttaş Hakları Hareketi başlatılmış oldu.
Yaklaşık sekiz yıldır şiddete başvurmayan direniş felsefesiyle mücadelesini sürdüren bu hareket, o zamana dek düzenlenecek en kalabalık etkinlik olan Washington’a yürüyüş ile medyada büyük bir ilgi uyandırarak sesini daha geniş kitlelere duyuracaktı.
Nihayet büyük gün gelmişti, o günden itibaren hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı. Özgürlük için yaşamının sonuna dek mücadele etmiş Lincoln’e belki de borçlarını ödeme günüydü bu gün. Şüphesiz ki o, düşünceleriyle orada toplanan herkese ilham kaynağı olmuştu. Adım atılacak yer kalmayan meydanda, Martin Luther King, gelecek günleri hissetmiş olacak ki siyahilerin temenni içeren eski bir ilahisiyle bitiriyordu konuşmasını: ‘’ Sonunda özgürüz! Sonunda özgürüz! Şükürler olsun Tanrım! Sonunda hepimiz özgürüz!’’
Yurttaş Hakları Hareketi radikalleşecek ve köleciliğin başladığı güneydeki eyaletlerden kuzeye adımını atacaktı. Yalnızca bir yıl sonrasında yani 1964’te, Yurttaş Hakları Kanunu ve Oy Hakkı Kanunu ile siyahilerin hakları korumaya alınacak, mücadeleleri sonuçsuz kalmayacaktı.
KAYNAKÇA
https://www.knowitall.org/photo/march-washington-crowd-mall-periscope
https://www.history.com/topics/american-civil-war/abraham-lincoln-assassination
https://tr.wikipedia.org/wiki/Martin_Luther_King
https://kinginstitute.stanford.edu/encyclopedia/march-washington-jobs-and-freedom
https://www.milliyet.com.tr/yazarlar/ilber-ortayli/bu-savasta-600-bin-asker-oldu-1223372
https://en.wikipedia.org/wiki/1864_United_States_presidential_election
https://www.history.com/this-day-in-history/john-wilkes-booth-shoots-abraham-lincoln
https://www.pinterest.it/pin/498492252475584549/
http://amerikabulteni.com/2013/04/04/martin-luther-king-mi-malcolm-x-mi-hakli-cikti/