KÖPRÜDEN ÖNCEKİ SON ÇIKIŞ: YAPISAL REFORMLAR

Zannediyorum ki “yapısal reform” kavramını hepimiz sık sık duyuyoruz. Bunu dillendiren bir hukukçu, ekonomist veya siyasetçi olabiliyor. Ancak bu kavramın ne olduğunu, içeriğini anlatmadan sadece bir gereklilik olduğu söylendiğinden, sanıyorum ki çoğumuz bu kavramın önemli olduğunu biliyor ancak içerik olarak ne kapsadığını pek bilmiyoruz. Belki de bu kadar çok dillendirilmesi, bir yerde bu kadar önemli bir kavramın içini boşaltıyor hatta öyle ki ülkenin Hazine ve Maliye Bakanı “Neymiş bu yapısal reformlar?” diyerek tabiri caizse bu kavramı dalgaya alıyor. Ancak şöyle bir gerçek var ki; yapısal reformlar son derece ciddiyetle ele alınması gereken, bir ülkedeki yargıdan ekonomiye, eğitime, ülkenin kalkınmasına kadar bir çok şeyi direkt ve dolaylı olarak etkileyen çok önemli faktörler olarak gösterilebilir.

Aslında bu yazımızdaki ana olarak değineceğimiz nokta çarkları düzgün işleyen ve güven veren bir ekonominin arkasındaki sebeplerin, doğru ekonomi politikaları kadar; o ülkede bağımsız yargının, nitelikli eğitimin, çoğulcu demokrasinin ve bağımsız kurumların bulunması olacak. Ve tabii ki yapısal reform kavramının bu şartlara ulaşma açısından önemine de değineceğiz.

Bir futbol turnuvası düşünelim, maçları yöneten hakemler adil davranmıyor hatta bazen maç oynanırken kuralı bile değiştirebiliyor; “penaltıyı kaldırdım”, “tekme atmak serbest” gibi absürt kararlar veriyor. Sahadaki futbolcular ise yeteneklerine göre değil tamamen torpilleri sayesinde oynuyorlar ve bu turnuvanın yanlışlarını dile getiren seyirciler ise ya susturuluyor ya da cezalandırılıyor. Hangimiz bu tarz bir organizasyona maçları izlemek için para veririz? Sanıyorum ki hiçbirimiz güven ve adalet diye bir kavramın olmadığı bu organizasyona bir kuruş bile vermeyiz. Aynı şekilde, ekonomi de her şeyden önce bir güven meselesidir, güven yoksa ekonomide riskler artmaya başlar, riskler artmaya başlayınca faizler yukarı doğru çıkar, faizler artınca yatırımlar ve ekonomi bundan olumsuz etkilenir. Peki bu bozulan güven nasıl yerine getirilir, bir başka deyişle verdiğimiz örnekteki futbol turnuvasına nasıl seyirci çekeriz?

İşin ekonomik reform kısmından başlayacak olursak; bağımsız, hükümetin çıkarları için değil enflasyonu belli bir seviyede tutmak için çalışan bir merkez bankası ilk ve en önemli adım diyebiliriz. Ülkemizde şu an Merkez Bankasının belirlediği faiz oranı enflasyon oranının altında, bir başka deyişle paranızı bugün bankaya yatırıp seneye çektiğinizde alım gücü artacağı yerde azalmış oluyor ki bu da insanları TL cinsinden yatırım yapmamaya, daha çok döviz, altın tarzı yatırımlar yapmaya itiyor. Hal böyle olunca da dövizin ve altının fiyatı daha da artıyor. Ancak bağımsız bir Merkez Bankası olması durumunda ana hedef hükümetin isteklerini yerine getirmek değil fiyat istikrarı olacağından bu tarz “negatif reel faiz” politikası mümkün olamaz. Bu durum da, insanları daha çok TL cinsinden yatırım yapmaya iter ve bir nebze de olsa döviz ve altına olan talebi azaltır. Burada reform olarak, Merkez Bankasının para politikası yürütmesinde tamamen özgür olduğunu belirten bir Merkez Bankası yasası çok önemli ve gerekli bir adım diyebiliriz.

Elbette ki ekonomik reformlar sadece Merkez Bankası ile sınırlı kalmamalı. BDDK(Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu), Rekabet Kurumu ve SPK(Sermaye Piyasası Kurulu) gibi kurumların da bağımsız olması fazlasıyla önem teşkil eden reformlar. Bu kurumların belli kesimlerin ve grupların yararı yerine tüm toplumun menfaatleri için çalışması güvenilir bir ekonomi için olması gereken şart. Ama maalesef ki hali hazırda böyle bir durumun söz konusu olmadığını 2 örnekle gösterebiliriz:

1)Dünyada en fazla kamu ihalesi alan 10 firmadan 5’i Türkiye’den inşaat firmaları…

2)Bir kamu bankası olan Ziraat Bankası’nın Demirören Holding’e 675 milyon dolar düşük faizli kredi vermesi…

Ünlü ekonomist Daron Acemoğlu, bu tarz toplumun menfaatlerini değil, çok dar bir kitlenin menfaatlerini çoğaltmak üzerine kurulmuş kurumları “extractive institutions”(toplumun kanını emen kurumlar) olarak nitelendiriyor. Bu kurumların da bağımsız ve tüm toplumun menfaatlerini düşünerek hareket edecek biri yapıya kavuşturulması da ekonomik reformlar içinde önemli bir yer teşkil ediyor

Bahsettiğimiz ekonomik reformlarla beraber, verdiğimiz örnekteki oyunun ana aktörü olan “torpilli futbolcuların” yerini hak edenin oynadığı futbolcular aldı diyebiliriz. Oyun biraz daha güven vermeye başladı ancak hala adil olmayan bir hakem var ve seyirciler cezalandırılma korkusuyla oyundaki yanlışları rahatça dile getiremiyor. Bu nedenle en başta da bahsettiğimiz bağımsız yargının, demokrasinin ve özgürlüklerinin, güven veren bir ekonomi açısından önemine değinelim.

Dünyanın şu an benimsediği ve genelde en verimli ekonomik model olarak görülen “serbest piyasa ekonomisi” kavramının başarılı olmasının en önemli nedenlerinden biri; bunun paralel yansıması olarak özgür düşüncenin de var olmasıdır. Çünkü özgür düşünce de bir tür serbest piyasa olarak görülebilir. Bu, fikirlerin kendine pazar aradığı ve en çok beğenilen fikrin en çok ödüllendirildiği bir piyasadır.

-Eğer medyanın eli kolu bağlı ise, ne ile suçlanacağını bilmiyorsa

-Attığınız adımın sizin için bir risk olmayacağını, yazdığınız bir yazının ya da ağzınızdan çıkan bir kelimenin kendiniz için risk haline gelmeyeceğini bilmiyorsanız

-İş adamı, yarın bir gün malına, parasına herhangi bir nedenle el konmayacağından emin değilse

-İşçiler “haklarımızı arıyoruz” dediklerinde hapse atılma korkusu yaşıyorsa

Yukarıda bahsettiğimiz ekonomik önlemler ve reformların bir işe yaraması çok zorlaşıyor. Maalesef ülkemiz, yukarıda sıraladığımız konularda çok iç açıcı bir tablo sunmuyor bize; Türkiye, Sınır Tanımayan Gazeteciler örgütünün Dünya Basın Özgürlüğü Endeksi’nde bu yıl 180 ülke arasında 154’üncü sırada yer alıyor, listede Belarus, Demokratik Kongo Cumhuriyeti, Brunei ve Bangladeş, Türkiye’nin üst sıralarında yer alıyor. Bir başka acı verici gerçek ise Türkiye, Dünya Özgürlük Raporu’nda özgür olmayan ülkeler kategorisine düşmüş durumda ve son 10 yılda en çok gerileyen ikinci ülke…

Buradaki çözüm yolu ise hukuk reformuyla beraber gelecek bağımsız yargıdan geçiyor. Hakimlerin siyasi güçten etkilenmeden karar verdikleri, HSYK(Hakimler Savcılar Yüksek Kurlu) üyelerinin cumhurbaşkanı tarafından değil nitelikli çoğunluk ile seçildiği bir sistem yargıya güven açısından büyük önem teşkil ediyor. Ayrıca anayasada değişikliklerle beraber gelmesi gereken temel insan hak ve özgürlüklerinin genişletilmesi, protesto hakkı gibi demokratik hakların kullanılabilmesi hukuksal reformlar olsalar da ekonomiye güven açısından çok önemli adımlar diyebiliriz. Elbette ki, bu hukuk reformları sadece yabancı yatırımcıyı çekmek için değil, bizim bir hukuk devletinde yaşamamız için de son derece gerekli, atılması gereken adımlar.

Bahsettiğimiz hukuk reformlarının da uygulanmasıyla birlikte Futbol turnuvası örneğimize dönecek olursak artık hakemler de tarafsız, adil bir maç yönetiyor, özgürlükler genişletildiğinden dolayı yanlışları eleştiren seyircilerin de herhangi bir cezalandırılma korkusu kalmadı. Şu an insanların bu turnuvaya ilgi göstermemesi için hiç bir sebep kalmadı değil mi? Her şey aslında çok basit ve yapılabilir görünse de ne yazık ki gücü elinde bulunduran kişiler bunu paylaşmak istemediği gibi daha da fazla güce sahip olmak istiyor. Hal böyle olunca da kimse, gücün bir veya bir kaç kişinin elinde bulunduğu bir ekonomiye ve ülkeye güven duymuyor. Bu nedenle olay ekonomik olduğu kadar çok ciddi bir güven krizi haline geliyor ve güven krizini aşmak, sadece ekonomik önlemlerle değil ciddi yapısal değişimlerle mümkün görünüyor…

“Güven ruh gibidir, terk ettiği bedene asla dönmez.” (William Shakespeare)

Leave a Reply