Bak! Ölüm kendine taht kurdu,
Loş batının derinliklerine doğru
Yapayalnız dikilen bir garip şehirde.
İyinin kötünün, en kötünün ve en iyinin
Ebedi istirahatlerine yattığı yerde.
Orada, mabetler, saraylar ve kuleler
Bizim olan hiçbir şeye benzemezler.
Bu Edgar Allan Poe’dan kısa bir şiir aslında bu yazıda ki konuyla pek bir alakası yok. Sanırım bana yok oluşu, çöküşü hatırlattığı için burada. Bu yıl ne çok felaketle karşılaştık. Yangınlar, depremler, salgın hastalık. Acaba sona mı yaklaşıyoruz? Gerçekten bitiyor mu? Son perdede miyiz? İnsanları bilmem ama yaşadığımız dünyanın böyle devam ederse daha fazla ilerleyemeyeceğine dair bazı ciddi bilgiler edindim. Bizim de onun içinde yaşadığımızı düşünürsek sonucu hesaplamak çok da zor değil. Bugün bu yazıyı okuyorsanız sizi temin ederim ki bu sadece kültür ve sanat ile ilgili bir yazı olmayacak çünkü zaman daralıyor.
David Attenborough’u tanımıyor olabilirsiniz. Şüphesiz benim için de günümüze kadar belgesellerin ardındaki rahatlatıcı sesten öteye geçmiyordu. Ben de çoğu insan gibi aslında o sesin ardında nasıl bir telaş yattığına dikkat etmemiştim. Sör David Attenborough, İngiliz bir yayıncı ve doğa tarihçisidir. En çok BBC Doğa Tarihi Birimi ile birlikte, Dünya’daki hayvan ve bitki yaşamının kapsamlı bir incelemesi olan Life koleksiyonunu oluşturan dokuz doğa tarihi belgesel dizisini yazıp sunmasıyla tanınmakta. 1926 yılında doğan Attenborough hayatını olağanüstü olarak tanımlar. Bunun en büyük nedeninin gezegenin vahşi doğasını keşfederek geçirdiği yıllar olduğunu söyleyebiliriz. Bu seneler içinde her şeyi ilk elden bizzat deneyimlerken vahşi doğanın ve biyoçeşitliliğin de hız alarak değiştiğini gözlemlemeye başlıyor. Dünya’nın bir kitlesel yok oluşun eşiğinde olduğunu, 1950’li yılların vahşi doğasından eser kalmadığını anladıktan sonra yılların verdiği profesyonellikle bir adım atıyor. Jonathan Hughes, Keith Scholey, Alastair Fothergill yönetmenliğinde bir netflix işbirliği.. İşte uzun zamandır beni en derinden etkileyen belgesel ve David Attenborough ’un tanıklık ifadesi ile gelecek vizyonu: A Life on Our Planet.
Doğal yaşam bozuluyor ve kanıtlar her yerde. Dünya sınırsız değil. Varlığımızın sınırları var. Hepimiz doğaya ve tabiata bağlı ve bağımlıyız ama yine de bunu yok etmekte bir sakınca görmüyoruz. Ağaçları kesiyoruz, haddimizden fazla avlıyoruz, resifleri yok ediyoruz, yakıyoruz ve kurutuyoruz, bu biziz; dünyadaki en yaygın ve baskın hayvan türüyüz. David Attenborough bu durumu kötü planlama ve insan hatası olarak tanımlıyor. Yani yüzde yüz bizim suçumuz. Dokümanter, şok edici görseller ve sayılarla bu suçlamayı kanıtlara döküyor.
Belgesel, gelmiş geçmiş en büyük hatamızı nasıl yaptığımızın ve şimdi harekete geçersek nasıl düzeltebileceğimizin hikayesi. Dünyayı çok yıprattık. Bunu görmemek, farkında olmamak gibi bir şansımız yok artık. Daha yapılacak çok şey var. David Attenboroug’un da bahsettiği çözüm yollarıyla yeni bir gelecek kurma şansına sahibiz. Bu en başından beri gözümüzün önünde olan bir cevap; biyoçeşitliliği geri kazandırmak, vahşi doğayı geri getirmek. Belgeselde bunu gerçekleştirmemiz için yapmamız gerekenlerin hepsini naif sesiyle anlatıyor. Bütün görsellerle, seslerle, bilgilerle izleme işini sizlere bırakıyorum çünkü bir şeyleri değiştirmeye ihtiyacımız var. Hiç değilse farkında olmamız gerekiyor. Bir yerlerden başlayın ve adım atma cesareti gösterebileceğinize inanın…
Kaynakça
Edgar Allan Poe, Denizdeki Şehir.
https://www.netflix.com/title/80216393