Küçük bir çocukken hiç gece olmasın isterdi o minik yüreğim ama şimdi hiç sabah olmasın diye çıldırıyorum. Çocuklar; hiç gece olmasın, her zaman hava aydınlık olsun, gün gibi ışısın her yer diye can atarlar. Karanlık, onlar için korku demektir. Karanlıkta onlar, şirin değillerdir; kimse görmez onları, kimse kucaklamaz, kimse sıkmaz o tatlı yanaklarını. Sonra bir de uyumaları gerekmektedir onların geceleri; ya yarın sabah erkenden kreşe gideceklerdir ya da annelerinin her zaman söylediği gibi çocuklar uyurken büyüyorlardır ve yeterince uyumazlarsa büyüyüp kocaman olamazlardır. İşte bu nedenle istemeye istemeye erken yatar çocuklar ve erkenden uyanırlar, sevdikleri o aydınlık gündüz başlar çünkü erkenden. Nasıl da zıpkın gibi dinçtir onlar sabahın altısında ama göremedikleri bir şey vardır gündüzleri çocukların; yetişkinler görür sadece o ayrıntıları.
Gel zaman git zaman büyür o ufaklıklar, büyüyen yaşla uyku vakitleri değişir, geç yatıp geç kalkmaya başlamıştır; çünkü sevmez onlar gündüzleri. Sevmez onlar aydınlığı ve beraberinde getirdiği o katlanılmaz şeyleri. Fakat gün ışır her şeye rağmen ve hayatın tüm çirkinlikleri çıkar karşımıza aydınlıkla birlikte. Sabahın erken saatlerinde uyanan insan, işinden dönmekte olan hayat kadınına; kocası dövdüğü için topallaya topallaya gündeliğe giden o fakir kadıncağıza ve gözündeki o morluğa rastlar. Sabah trafiği vardır yollarda; ona takılır, insanlar birbirlerine ağza alınmayacak küfürler savururlar trafik sıkışıklığının sebep olduğu öfkeyle, o yine buna katlanır; yine aynı trafik yüzünden derse geç kalan ve bütün sınıfın karşısında azar işiten çocuğun mahcubiyetine tanık olur. Zabıtaların geceden kalma sarhoşları, tinercileri yaka paça toparladıklarına görür insan sabahın o aydınlık saatinde. İşte gün ışığı bütün bunlarla karşı karşıya getirir bizi. Yalnızca bunlar olsa iyidir; riyakârlıklara şahit oluruz biz gündüzleri; yalanlara, çıkar ilişkilerine, gamsızlara rastlarız, kindarlara… Gün ışığı yapar bize bunu; aydınlık yapar. Adeta gözümüze sokar bunları. İşte bu nedenledir ki insanlar geç yatıp geç kalkma eğilimi içindedirler; çünkü gece öylesine masum gelir ki bizlere; günahları örter adeta Rumi’nin dediği gibi. Der ya Mevlana “Günahları örtmekte gece gibi ol!” Hakikaten de öyle değil midir geceler; zifiri karanlıkta aynaya bakan çirkin bir kadının ne kadar güzel olduğunu hayal etmesi gibidir gece, insanoğlunun hali. Fakat gündüz ise odaya giren birinin lambayı yakmasıdır. Lamba yanar, hayaller yok olur, o kadın bakmak zorundadır o surata, kabullenmelidir çirkin olduğunu artık. Yani kandırırız biz kendimizi geceleri. Her şey yolundaymış gibi hissederiz. Görmeyiz günahlarımızı o ketum karanlıkta, yeterince ışık yoktur çünkü ortada.
Havsalam almazdı küçükken benim; ben yattıktan sonra ne yapar bu yetişkinler diye merak ederdim. Yatağa gitmezdi onlar, sanki gündüzmüş gibi devam ederlerdi hayatlarına. Sanki bir kuvvet onları uyumaktan ederdi. Sonraları anladım; gecelere sevdalı olmalarıydı, gecelere muhtaçlıklarıydı o kuvvet. Ölümüne korkarlardı onlar aydınlıktan, bırakırlardı gündüzleri onlar, ölümüne koşarlardı gecelere kaçar gibi yangından.
Öyle ki, küçük bir çocukken hiç hava kararmasın, hiç gece olmasın diye can atan ben; gecenin gelip de tüm günahları örtmesi için can atıyorum.
Etraf zifiri karanlık, ben bu yazıyı kaleme alıyorum, yine sabah olacak birazdan ve insanlar tüm günahlarını saçacaklar etrafa gecelere hasretçesine…