Dünya Kadınlar Günü
Dünya Kadınlar Günü, modern dünyada genellikle çiçeklerin, sosyal medya paylaşımlarının ve süslü temennilerin gölgesinde kutlanıyor. Kadınlar gününün varolma sebebi olan olaylar elbette ki anılıyor. Fakat bu gün, kadınların tarih boyunca nasıl sistematik bir şekilde göz ardı edildiğini yeterince vurguluyor mu? Kadınların yalnızca böğürtlen toplayıp mağarada oturan, çocuk bakan ve eş olmakla yetinen varlıklar olduğu düşüncesi, tarihin büyük bir çarpıtmasıdır.

8 Mart 1857
8 Mart 1857’de Amerika Birleşik Devletleri’nin New York şehrinde yaklaşık 40.000 dokuma işçisi güvensiz çalışma koşulları sebebiyle greve başladı. Talepleri yalnızca daha iyi koşullar olan bu grevcilere polisin saldırması fabrikanın ateşe verilmesiyle sonuçlanarak 129 kadın işçinin can kaybına yol açtı. Yıllar sonra, 1910’da, Kopenhag’da düzenlenen 2. Enternasyonel’de Clara Zetkin öncülüğünde bu mücadelenin anılması için 8 Mart tarihi Dünya Kadınlar Günü olarak kabul edildi. Fakat bununla bitmedi, 1917’de Rusya’da kadın işçilerin grevleri olağan bir ses getirerek, Çarlık Rusya’nın sonunu getiren Şubat Devrimi’nin bir sebebi oldu.
Ancak Kadınlar Günü’nün tarihi kadınların tüm tarihi değildi. Yüzyıllar boyunca sistematik şekilde erkeklerin domine ettiği sosyal ve siyasi düzen sonucu birçok gerçek asla insanlarla buluşmadı. Kadınların mücadelesi aslında çok daha eskiye dayanıyordu- fakat en başta bu mücadele yalnızca avlarıylaydı.

Kadınlar da Avcıydı
Geleneksel anlatılar, avcılığın erkeklerin, toplayıcılığın ise kadınların işi olduğunu öğretir. Ancak son yıllardaki arkeolojik bulgular, kadınların da aktif olarak avcılık yaptığını gösteriyor. 2020’de Peru’daki 9.000 yıllık bir mezarda avcı silahlarıyla gömülü bir kadın bulunması, bu konuda çığır açan keşiflerden biri oldu. Avcı-toplayıcı toplumlarda kadınların da ava katıldığı, av planlamasında önemli roller üstlendiği artık biliniyor- tabiki de bu bir tahmin değil. Antropoloiye dayalı bu araştırmada, kadın iskeletlerinin de erkeklerle aynı darbeleri aldığı gün yüzüne çıkarıldı. Estrojen seviyeleri sebebiyle kadınların erkeklere nazaran daha uzun süre dayanbildiği ve bu iki grubun belirli stratejilerle stratejik bir biçimde avlandığı gün yüzüne çıkarıldı. Ancak tarım devrimiyle birlikte, kadınların üretimden ve güç ilişkilerinden dışlanması hızlandı.

Unutulmuş Bir Usta: Aspasia
Tarihte kadının entelektüel varlığı da sürekli küçümsendi. Güncel sosyal medya platformlarında kadın filozofların da adını duyarsınız; Simone de Beauvoir, Hepatia… Fakat felsefenin temellerini atan Sokrates’in hocasının bir kadın olduğunu çoğu kişi bilmez. Aspasia, sadece Atina’nın en bilinen kadınlarından biri değil, aynı zamanda Sokrates’in de akıl hocasıydı. Kadınların mantık yürütebileceği, argüman üretebileceği fikri o dönemde bile kabul görmezken, Aspasia’nın entelektüel gücü göz ardı edilemedi. Ancak felsefe tarih kitapları, Aspasia’yı bir “heterai” (yüksek sınıf fahişe) olarak tanıtmayı tercih etti. Kadının aklı, ancak bedeniyle birlikte anılabiliyordu.
Peki bu gerçeklerin tarihimizden adım adım silinmesinin sebebi? Medeniyetlerin yavaşça dini bir düzene geçmesiydi; özellikle hristiyan din adamları Aspasia gibi kadınların lider ve öğretmen rollerini üstlenmesini hoş karşılamadı.

Kadınların Üretimden Dışlanması: Fordizm
Sanayi Devrimi, üretimi makineleşmeye dayalı bir düzene soktuğunda, kadınlar başlangıçta iş gücünün önemli bir parçasıydı. Ancak Fordist üretim modeli, verimliliği artırmak için iş bölümünü aşırı şekilde cinsiyetlendirdi. Erkekler fabrikalarda “esas üretici” olarak görülürken, kadınlar ucuz iş gücü kaynağına dönüştü veya ev içi emeğe itildi. Ford şirketi, çalışanlarını üç seviyeye ayırırdı; A, B ve C. Yetenekli, averaj ve yeteneksiz. Kadınların hangi gruba uygun görüldüğünü tahmin etmek pek de zor olmamalı. Feminist hareketin temelleri ise burada atıldı- kadın çalışanlar hakettiği değeri görmüyor ve minimum maaşı bile kazanamıyordu.
Ters Tepen Amaçlar
Neoliberal düzen ise bu süreci daha da derinleştirdi. Kadınları iş gücüne “özgürleşme” adı altında çekti, ancak onlara güvencesiz, düşük ücretli ve esnek çalışma koşulları sundu. Bakım emeği ise hâlâ kadınların omzuna yıkıldı. Sistem bu sefer de post feminist bir bakış açısı sahiplendi; sonuçta artık kadınlar da çalışıyor ve maaş alabiliyordu, feminizme ne gerek kalmıştı ki? Kadınlara yıllar boyunca başaramamarlının sebebinin bu patriyarkal düzen değil, “özgüven eksiklikleri” olduğu söylendi. Sonuçta istese çocuk da yapardı, kariyer de. Desteğe ihtyiacı yoktu, olsa da isteyemezdi; o “güçlü kadın” karakterini bu şekilde zedelememeliydi.
21. Yüzyılda ise gig ekonomisi, uzakatan çalışma ve platform kapitalizmi gibi yni üretim biçimleri,girişimcilik adı altında kadın işçileri düşük maaşlı, sigortasız ve kısa vadeli işler yapmaya zorladı. Dijitalleşme ve otomasyon süreçleriyle beraber ise kadın iş gücünün çoğu alanda tamamen dışlanması, bu “serbest” çalışma alanlarını teşvik ederek güvencesiz koşulları özgürlük adı altında sunmaya devam etti.

Gerçekten Özgürleşme
Kadınlar için gerçek özgürleşme, yalnızca iş gücüne katılmak değil, ekonomik ve politik sistemde söz sahibi olabilmek, üretimin ve bilgi üretiminin merkezinde yer almak demektir, evet- fakat bununla kalmaz. Kadınların tarih boyunca yalnızca “toplayıcı” ya da “bakıcı” olmadığı, üretici, avcı ve düşünür olduğu gerçeğini hatırlamak, kadınları kendi arasında feminen-maskülen karakteristik özellikleriyle ayırarak “feministlik” seviyelerini sınıflandırmamak, desteğe ihtiyacı olan bir kadının gücünü ve kontrolünü kaybetmediğini- sadece bazı şeylerin altından kalkılmasının zor olduğunu kabul etmemiz gerekiyor. Yardım istemeden başaran kadınlar ise nefretle karşılanıyor, iyi bir eş ve anne olmamakla suçlanıyor- güçlü kadın imajının çizilmemesinin gerektiğini söyleyen sistem bu imaja uyanları aşağılıyor.
“Karanlık romantizm” adı altında sayfalarca kadınların erkekler tarafında şiddet gördüğü fakat yine de sonunda erkekleri affettiği kitaplar yazılıyor; vücudunda tüy bulunması ve makyaj yapmamak aslında fazlasıyla normal bir insan haliyken maskülen alıglanıyor ve feminenlik yalnızca bir performans haline geliyor, en basit çizgi roman ya da animasyon karakterleri bile kendi hayran kitlesi tarafından resmedilirken göğüs gibi vücut bölgeleri karakter tasarımının tamamen dışına çıkılarak, yüz hatları yumuşatılıp küçülterek sergileniyor.
Bugün, Aspasia’nın felsefesini, kadın avcıların cesaretini ve ekonomik bağımsızlığın önemini hatırlayarak, sahte kutlamaların ötesine geçmek zorundayız. Hala kadınların yaptıkları yetersiz görülüp yapmadıkları onları eksik kılarken sahteliği bir marka haline getirmiş bu sistemden kurtulmak oldukça zor. Mücadele konusu kadınların “artık” yapabildikleriyle yetinmemeli- kadınlar yaptıklarının karşılığını alacak ve bunar için tanınacak mı? Bilirsiniz, çünkü kadınlar her zaman avcıydı. Hem doğada hem de hayatta.