Osmanlı modernizasyonu kalıbı kullanıldığında başlangıç olarak genelde Tanzimat Fermanı ele alınır. Modernizasyonun ilk adımları ise genelde III. Selim dönemindeki reformlarda aranır. Yeni askeri okulların açılması, ordunun düzenlenmesi, maliyede ve mülki idarelerde yapılan değişiklikler III. Selim dönemindeki reform söyleminin temelini oluşturur. Bu reformlar genel olarak “Nizam-ı Cedid (Yeni Düzen)” şemsiyesi altında değerlendirilmiştir. Ordu, maliye ve mülki idareler gibi konularda neyin “yeni” olduğunu görmek zorlayıcı değildir ancak “yeni” olan sadece göz önünde olanlar ile kısıtlı değildir. Entelektüel veya düşünsel düzeyde “kopuş” olarak adlandırması zor olsa da bir “yenilik” söz konusudur. Bu düzeydeki yenilik; pratik düzeyde acil ihtiyaçlara karşılık veren, savaş alanında süregelen yenilgilerin önüne geçmeye çalışan, yani genel olarak “yozlaşmayı” önlemeye yönelik ilk grup yeniliklerden farklıdır çünkü yüzyıllardan beri var olmuş düşünsel pratiklerde ve bakış açısında bir değişim mevcuttur. Bu dönemdeki düşünsel, entelektüel değişimi çalışmanın eldeki veri eksikliğinden tarihçiler için zor bir uğraş olduğunu belirtmek gerekir. Bu açıdan Ahmed Vasıf Efendi’nin yazdıkları az sayıdaki nitelikli kaynağın bir bölümünü oluşturmaktadır. Bu yazıda Vasıf Efendi’nin yazdıklarından hareketle sözü edilen değişimden bahsedeceğim.

Fransa elçisinin Sadrazam tarafından Divan-ı Hümayun’da Kabulü – Jean Baptiste Vanmour (1724) (Kaynak: Vikipedi)

Öncelikle Vasıf Efendi’nin kim olduğundan ve yazdıklarının neden önem arz ettiğinden başlamak gerekir. Vasıf Efendi 1735 yılında üst sınıf bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelir, babası ilmiye sınıfındandır. Vasıf, çocukluk yıllarında nitelikli bir eğitim alır; öyle ki Arapça ve Farsça öğrenir ve yerel diyalektlere de hakimdir. Eğitimini devam ettirmek için genç yaşında Halep’e gider ardından Van ve Kars’ta eğitimini sürdürür. Bu sırada tanıştığı Gül, Ahmedpaşazade’nin himayesine girer ve onunla beraber Balkanlar’da Rusya’ya karşı yürütülen savaş bölgesine hareket eder. Savaşta ölen Ahmetpaşazade’nin yerine Abaza Mehmet Paşa’nın himayesine giren Vasıf, ordunun bir dizi yenilgisinden sonra Ruslara esir düşer ve savaş esiri olarak St. Petersburg’a gönderilir. Rus Çariçesi II. Katerina tarafından serbest bırakılır ve savaşın kalanında taraflar arasında yürütülen pek çok müzakerede bulunur. Savaş, 1774 yılında imzalanan Küçük Kaynarca Antlaşması ile son bulur. Antlaşmanın şartları tüm Osmanlı bürokrasisi için şok edicidir. Özellikle İslam toprağı olarak değerlendirilen Kırım’ın kaybedilmesi, ciddi bir prestij kaybı olarak algılanır. Savaş sonrası İstanbul’a dönen Vasıf Efendi, Kalemiye içindeki bağlantıları sayesinde vakanüvis olarak görevlendirilir. 1786 yılında İspanya sefirliği görevi Vasıf Efendi’ye tebliğ edilir. İspanya’da başta Madrid olmak üzere Barselona ve Valencia gibi büyük şehirlerde bulunur ve hem diplomatik hem kültürel temaslar kurar. Bir yıl sonra payitahta geri çağırıldığında, III. Selim tahta geçmiştir. Selim tarafından Vasıf Efendi’ye tekrar vakanüvislük görevi verilmiştir. Bürokrasi içindeki hizip kavgaları nedeniyle Midilli’ye sürgün edilmiş ve ancak iki yıl sonra geri dönebilmiştir. Sürgünden döndükten sonra III. Selim’in reform hareketlerine açıktan destek vermiş, ve bunun sonucu olarak ıslahat hizbinin güç kazandığı dönemde 1805 yılında Selim tarafından reisülküttaplığa atanmıştır. Ancak, ilerleyen yaşı ve bozulan sağlığı nedeniyle bu görevi uzun süre sürdürememiştir. Ertesi yıl Eflak ve Boğdan prenslikleriyle ilgili ihtilafın yeni bir Rus-Türk savaşına dönüşmesinin hemen arifesinde vefat etmiştir.

Vasıf Efendi’nin Entelektüel Dünyası

Fransız Elçisi İstanbul’da – Antoine de Favray (c. 1750) (Kaynak: Vikipedi)

Vasıf Efendi’nin entelektüel dünyasını değerlendirirsek bir açıdan başlıkta provokatif şekilde belirtildiği üzere “modern” olduğunu, diğer açıdan ise geleneksel İslam düşüncesi içinde konumlandığını görebiliriz. Kısaca Aydınlanma olarak bildiğimiz entelektüel hareketin içinde gelişmiş konseptlerden biri “politik ekonomidir”. Siyasetin, ekonominin ve bunlarla ilintili olan etiğin birbirinden bağımsız düşünsel alanlar olarak kurulması aydınlanmanın yansımalarından biridir. 19. yüzyıl boyunca siyaset bilimi, ekonomi, ve sosyoloji gibi toplumu ve devleti inceleyen sosyal bilim dalları kurumsallaşmış ve üniversitelerde kürsüler elde etmiştir. Klasik Osmanlı düşüncesinde ise “ekonomi” diye müstakil bir kavramdan bahsetmek zordur. Sultanın temel görevlerinden biri kıtlık, özellikle İstanbul’da, olmasını önlemekti. Para ve maliye politikaları bu amaca yönelikti. Ticaret genel olarak üzerine düşünülen bir pratik değildi. “Eskiden beri” olagelmiş kurallar loncalar tarafından uygulanır ve bunlar denetime tabi tutulurdu. Osmanlı ve İslam düşüncesinde önemli bir yer tutan adalet dairesi içinde reayanın kıtlıkla yüzleşmesi dairenin devamlılığını bozacağı için önemli olan tek şey bunu önlemekti. Dairenin arkasındaki mantık, düzenin korunmasıydı. Düzene en büyük tehdit ise reayanın isyanı olduğu için “adil yönetimin” gerektirdikleri yapılmalıydı. 18. Yüzyılın sonunda ise ekonomi özelinde bakış açısındaki değişimleri görmek mümkündür. Vasıf Efendi’nin yazdıklarında İspanya sefareti boyunca maruz kaldığı “politik ekonominin” yansımaları görülebilir. Ticaret konusunda merkantilist bir politikanın uygulanması, pozitif bir para akışının korunması gerektiği gibi tavsiyelerde bulunur. Ekonominin bağımsız bir alan olarak devletin siyaset gündeminde yer alması gerektiği “modern” bir pratiktir bu anlamda.

Adalet Dairesinin bir tasviri (Kaynak: Independent Türkçe)

Öte yandan, Vasıf Efendi bir yanıyla klasik İslam ve Osmanlı düşüncesinin bir parçasıdır. 17. Yüzyıldan itibaren Osmanlı bürokrasisine hakim olan temel söylem, “düzenin yozlaştığı” ve tekrar “altın çağa”, genellikle Kanuni dönemi kast edilir, dönmenin gerekliliğidir. Islahat hareketlerinin tamamında bu söylemin yansımalarını görmek mümkündür. Vasıf Efendi de bürokrasi içinde ıslahatçı hizbin bir parçasıdır ve III. Selim’in ıslahatçılığına da açıktan destek vermiştir. Vasıf Efendi’nin temel motivasyonu bozulmuş olan adalet dairesinin tekrar tesis edilmesi, iç dengenin sağlanmasıdır. Tarih bu konuda yol göstericidir. Döngüsel tarih anlayışına göre geçmiş tecrübeler bugün ve yarın için önem arz etmektedir çünkü tarih kendini tekrar etmekte ve insanın özü sabit kabul edildiğinden benzer hataların ve davranışların gelecekte de olacağı varsayılmaktadır. Bunun bir yansıması olarak Osmanlılarda “nizam-ı alemin” teorik düzeyde değişmez ve de değiştirilemez olduğu düşüncesi mevcuttur. 17 ve 18. yüzyıllar boyunca Osmanlı düşüncesinde meydana gelen değişim aslında önceki varsayımların pratikte her zaman doğru olmayabileceği ile yüzleşilmesiden doğan şokun sonucuydu. Bu durum, cüzi ve külli irade tartışmalarına yol açmıştı. Vasıf Efendi’nin bu tartışmada benimsediği görüşe göre ise Allah, müminleri olumsuzluklar ile karşı karşıya bıraksa bile cüzi iradesiyle olumsuzluklar ile mücadele etmek insanın sorumluluğu hatta ödeviydi. Bu görüşün açtığı alanın ıslahatçılığın bir savunusu olduğu açıktır. Ancak, ıslahatçılık düşüncesi klasik düşünceden bir kopuş değildir ve savunusu da klasik düşüncenin araçlarıyla yapılmıştır.

Okuma Önerisi

Yeşil, Fatih. Aydınlanma Çağında Bir Osmanlı Katibi: Ebubekir Râtib Efendi (1750-1799). İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 2011.

Darling, Linda T. Ortadoğu’da Sosyal Adalet ve Siyasal İktidarın Tarihi. Çev., Hakan Karagöz. İstanbul: Alfa Yayınları, 2022.

Kaynakça

Eldem, Edhem. “18. Yüzyıl ve Değişim”. Cogito: Osmanlılar Özel Sayısı 19. (1999): 189-200.

Kafadar, Cemal. “The Question of Ottoman Decline”. Harvard Middle Eastern and Islamic Review 4, no. 1-2 (1997-1999): 30-75.

Menchinger, Ethan L. “Free Will, Predestination, and the Fate of the Ottoman Empire”. Journal of the History of Ideas 77, no. 3 (2016): 445-466.

Menchinger, Ethan L. İlk Modern Osmanlı: Ahmed Vâsıf’ın Fikri Gelişimi. Çev., Nurettin Elhüseyni. İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 2022.

Leave a Reply