Spor, Balkan toplumlarında her zaman önemli yer tutmuştur. Fiziksel işlerin ve özellikle savaşların hiç eksik olmadığı bir bölge olan Balkanlarda spor, neredeyse bütün Balkanları bir araya getirmeyi başaran Yugoslavya devletinde de oldukça önemli yer tutuyordu. Özellikle Tito döneminde devlet teşvikiyle spor takımları kuruldu, takım sporlarında kıtasal başarılar elde edildi. Bugün Balkan ekiplerinin özellikle milli takımlar düzeyinde elde ettikleri başarıların temelleri, Yugoslavya zamanında atıldı.
Bu yaz yaptığım Belgrad gezisinde Tito’nun mezarının da bulunduğu “House of Flowers” müzesini ziyaret ettim. Orada karşılaştığımız Sırplarla sohbet ederken, arkadaşımın üstünde de Obradovic temalı bir Fenerbahçe tişörtü olmasından kaynaklı, konu hemen basketbola geldi. Biraz Fenerbahçe, biraz Kızılyıldız ve Partizan konuştuktan sonra, onlara Sırp takımlarının düşük bütçelere rağmen özellikle milli takımlar düzeyinde neden bu kadar başarılı olduklarını sordum. Yugoslavya’nın son zamanlarında çocukluğunu ve gençliğini geçirmiş, en şatafatlı zamanları görememiş olan Sırplar, Tito’nun sporu bir ayrıcalık olmaktan çıkardığını, beden eğitimine Tito’nun ne kadar önem verdiğinden bahsetti. Tarihsel olarak da bunun kanıtlarını görmek oldukça mümkün zaten. Zira Yugoslavya doğumlu olan, bir dönem Efes ve Galatasaray’la önemli başarılara imza atan koç Oktay Mahmuti de bu konuya dikkat çekiyor. Socrates Youtube kanalında Caner Eler’e verdiği röportajda büyürken her türlü takım sporunu yapmanın neredeyse zorunlu olduğunu; futbol, basketboldan başlayarak neredeyse bütün takım sporlarını yaptığını belirtiyor.
Sırbistan’ın özellikle jimnastik ve teniste, başarıdan başarıya koştuğu dönemlere şahit olduk. Yugoslavya, Sırbistan’ın atası olarak, tıpkı “torunu” gibi bireysel sporlarda da oldukça başarılıydı. Olimpik sporlarda başarıdan başarıya koşan Yugoslav sporcular, çocukluktan gelen eğitimlerini uluslararası arena da ülkelerini başarıyla temsil ederek gösterdiler. Yaz olimpiyat oyunlarında Yugoslavya’nın boy gösterdiği 16 olimpiyat oyunundan 83 madalyayla ayrılması, ve bunların yarısından fazlasının Tito zamanında olması kendisinin buna ne kadar önem verdiğinin net bir göstergesi. Jimnastik, boks ve güreş, Yugoslavya’nın en başarılı olduğu dallar olarak göze çarpıyor.
Yugoslavya’nın olimpiyatlardaki başarısı ne kadar büyük olursa olsun, her zaman takım sporları Tito’nun Yugoslavya’sında daha büyük öneme sahipti ve gençler takım sporlarına yönlendiriliyordu. Bunu elde edilen sonuçlardan da görebiliriz. 1930 yılında dünya kupasında yarı final oynamayı başaran Yugoslavlar, 1962 dünya kupasında da yarı finalle yetindi. Milli takımlar tarihleri boyunca 8 dünya kupasına katılarak, savaş dönemlerini çıkardığımızda bu alanda oldukça istikrarlı oldular. Dünya kupasındaki başarılarının yanı sıra 1976 yılında Avrupa kupasını da müzesine götüren Yugoslavlar, başarılarla dolu tarihlerini alabilecekleri en büyük 2. Kupayı alarak taçlandırdı. Kulüpler düzeyinde 1991 yılında, bütün uluslararası turnuvalardan yasaklanmadan önce, finalde kadrolarında bulunan oyuncuların 1 oyuncu hariç Yugoslav olan Tito’nun kurduğu Kızılyıldız, UCL kupasını müzesine götürdü ve dağılmak üzere olan ülkeye son hediyesini vermiş oldu.
1980 yılında Tito’nun ölüm haberi halka verildiğinde, ülkenin en önemli derbilerinden biri olan Hajduk Split- Kızılyıldız maçı oynanıyordu. Haberi alan oyuncular, orta yuvarlakta toplanıp gözyaşlarına boğuldu. Kocaman bir stat, büyük liderlerini kaybetmenin acısıyla ağladılar. İroniktir, Yugoslavya’nın dağılmasının ateşi de yine futbol sahasında, Dinamo Zagreb-Kızılyıldız arasında oynanan karşılaşmada yakıldı. 1990 yılında Zagreb’te oynanan karşılaşmada iki takım tarafları arasında başlayan kavga polisin özellikle Hırvatlara karşı sert müdahalesiyle büyüdü. Taraftarların sahaya girmesiyle olaylar oyunculara da taşındı. Zvonomir Boban, Zagreb takımının kaptanı, polislerle iki gruba eşit davranmadığını söyleyerek sözlü dalaşa girdi. Polislerin fiziksel müdahalesinden nasibini alacağını anlayan Boban, birkaç adım geriye attı, ve polise bir uçan tekme savurup kaçmaya başladı, bu Tekme Tito sonrasında ayrılmayı kafaya koyan Hırvatların bağımsızlık savaşını başlatan olay oldu
İşin ilginç yanı, tekme attığı polis, özellikle Tito’dan sonra türlü eziyetlere ve katliamlara maruz kalan Boşnak halkına mensuptu. Sırp-Hırvat taraftarlar arasında çıkan bir kavgaya müdahale eden Boşnak polisin tekmelenmesiyle başlayan Yugoslav iç savaşı… Sadece Balkanlarda görülebilecek düzeyde bir trajikomedi.
Basketbol, Balkan insanı için bambaşka bir noktada. Günümüzde dünyanın en iyi oyuncularından Jokic Sırp, Luka Sloven, Giannis Yunan. Daha tarihten nicelerini örnek verebiliriz. Uzun boyları, kadife bilekleri ve özellikle çocukluktan beri birçok sporla uğraşma zorunluluğunun getirdiği fizikleriyle ters orantılı olan ayak hızları… Büyük bir kısmı ülkemiz için oynamayı tercih etmiş Boşnak ve Makedonlardan tutun da “Basketbolun Mozart’ı” lakaplı Petrovic ile başlayan Hırvat ekolüne, her dönemde başarı elde etmeyi başarmış Sırp oyunculara uzanan eşsiz bir sporcu yelpazesine sahip. NBA’e giden ilk Avrupalıların da bu topraklardan çıkmış olmasına şaşmamak gerek.
Her yönden ilginç bir lider olanın Tito’nun spora yaklaşımını, sporun Yugoslavların hayatındaki yerini ve sporun Yugoslavya’nın dağılmasındaki etkisini sizler için anlatmaya çalıştım. Umarım keyifli bir okuma süreci olmuştur. Okuduğunuz için teşekkürler, Bir sonraki yazıda görüşmek üzere!
Görseller sırasıyla Bein Sports, Football Makes History, Evening Standard ve These Football Times web sitelerinden alınmıştır.