AŞKIN POLİTİKASI: BİR ÖRGÜTLENME ve BİLİNÇLENME BİÇİMİ

Günümüzün soğuk ve ruhsuz siyasi gündeminden biraz uzaklaşmak üzere sizi en derinimizdeki, el değmemiş ve özenle bütün kötülüklerden koruduğumuz duygulara götürmek istiyorum. Politik bir yazı okuyacağını düşünenler için söyleyeyim, bu yazıda birçok şey gibi aşkın da politik oluşundan bahsedeceğim. Dolayısıyla, DEM Parti ve Ak Parti yakınlaşmasından, İsrail kuvvetlerinin Gazze’de insani yardım koridoru olduğunu belirterek katliamı meşrulaştırdığından ya da Charlie Kirk suikastının radikal sağ ve zehirli söylemleriyle olan ilişkisinden bahsederek sizleri gündemin karanlık hücrelerine hapsetmeyeceğim. Hücre demişken, fikirlerin hapsedildiği kuyu tipi cezaevlerine de değinmek gerekir ancak bu da başka bir konu…Peki nedir bu ayrı dünyaların kavramları olduğunu düşündüğümüz aşk ve politikanın bağı? Gelin bu konuyu, bütün duyguları olduğu gibi aşkı da uçlarda yaşatan şiirler ve filmler üzerinden ele alalım. Fakat bu eserleri incelemeden önce, 1980 darbesine kısaca değinmek gerekir. 

Ülkede adeta bir iç savaş ortamı yaratan ideoloji kavgaları, halkı birbirine düşürmüş ve sokaklar savaş meydanlarına dönmüştür. Halk tarafından tanınan figürler, gazeteciler ve akademisyenler suikaste uğramış ve bu haberler gün geçtikçe normalleşmeye başlamıştır. Fakat kavga yalnızca tanınan insanları ve siyasi figürleri değil olaylarda payı olan olmayan herkesi kapsamaktadır. Protesto ve gösteri haklarını kullanan işçilere kimliği belirsiz keskin nişancılar tarafından açılan ateş, Maraş’ta Alevi ve sol görüşlü olan halka üç gün boyunca uygulanan işkence ve kasten aydınlatılmayan cinayetler, her gün kavga uğruna yüzlerce insanı canlarıyla cezalandırmaktadır. Zamanla bu savaş ortamının önünün alınamayacağını öngören Türk Silahlı Kuvvetleri ise yönetimi ele geçirmek için adeta gün saymaktadır. Sonunda, 12 Eylül 1980 günü asker kontrolü ele geçirmiş ve savaş alanı olan sokaklar bir anda sessizliğe bürünmüştür. Ancak hasret duyulan huzur ortamı kısa bir süre içinde yerini baskı ve korkuya bırakacaktır. Bu süreçte, uzun bir süre devam edecek olan keyfi yargılamalar başlamış, Mamak ve Diyarbakır cezaevleri türlü işkencelere ve ölümlere şahit olmuştur. Artık, okunan, yazılan, konuşulan ve çizilen her şey devletin bütünlüğünü ortadan kaldırma girişimi olarak görülerek cezasız kalmayacak, sokak terörü yerini devlet terörüne bırakacaktır  (2020).

Darbenin yıkıcı etkilerinin devam ettiği günleri anlatan Beynelmilel filmi, sıkıyönetim askerlerinin Adıyaman’a gelecek olan komutanlar için hazırlanan törende kasaba müzisyenlerini görevlendirmesini konu alır. Provalar esnasında grubun şefi, kızı Gülendam’ın aşık olduğu solcu genç için kaydettiği Enternasyonal Marşı’nı duyar ve bir devrimci marşı olduğunu bilmeden tören repertuvarına ekler. Film, ideolojilerden ve sağ-sol kavgasından bihaber olan kasaba orkestrasının, törende sıkıyönetim komutanları için Enternasyonal Marşı çalmasıyla devam eder. Dönemin sistematik işkencelerini ve devlet terörünü, gizlice kayıt yapan Gülendam ve devrimci genç Haydar’ın aşk hikayesi etrafında şekillendiren senarist Sırrı Süreyya Önder, aşkın belki de en politik tanımını bu filmde yapar. Devrimcinin aşık olamayacağını düşünen Haydar’a, “Desem sana dert demesem bana dert. Keşke biz seninle aynı evde olsaydık, o zaman ben sana sabahlara kadar kayıt yapardım. Sen de bana kitap okurdun. Öyle bilinçlenirdik” (Beynelmilel, 2006), diyerek aşkını haykıran Gülendam, bu sözleriyle farkında olmadan aşkın politikasını anlatmıştır. Aşkı, apolitik bir kaçış noktasından uzaklaştırarak politik bir birliktelik olarak kaleme alan Önder, romantik duyguları, kültürel ve politik bir zemine oturtmuş ve sınıfsal bir anlam kazandırmıştır. Çünkü bu gençlerin yaşadıkları dönem ve coğrafya, aşkı siyasallaştırmadan yaşamaya izin vermeyecek kadar politik ve mutlu sonlu hikayeleri mümkün kılmayacak kadar baskıcıdır. Yapılacak törende militarist düzeni protesto etmek için kasetlere marşlar kaydederken ve politik kitaplar okurken bağ kuran iki genç, masum duygularını zamanla karşılıklı aydınlanmaya ve özgürleşme arzusuna dönüştürecektir. Sırrı Süreyya Önder’in saf bir Anadolu kızı olarak yarattığı Gülendam, içindeki aşkın sisteme, baskılara ve karanlık kalplere adeta bir başkaldırı niteliğinde olduğundan, ancak büyüklerin kavgalarının küçüklerin isyan niteliğindeki aşklarını bastıracağından elbette habersizdir. Çünkü o, duygularının temizliği ve masumluğuyla karanlıkları ve ne için olduğunu bile bilmediği savaşları bitirebileceğini düşünmektedir. Aslında oluşturduğu bu karakterle Önder, hayatları, duyguları ve masumiyetleri, yaşadığımız coğrafyadaki kavga ve baskılarla yok edilen Anadolu insanına ayna tutmaktadır. Varlığından bile haberdar olmadığımız bu hayatlar, tıpkı Gülendam’ın yaptığı gibi direniş ve isyanlarına sahip çıkabilmek için ellerinde kalan tek varlıklarıyla, aşk ve duygularını var güçleriyle kullanırlar. Çünkü zaten otoritenin insan hayatına haddinden fazla müdahil olduğu böyle dönemlerde aşklarını yaşatmak için gizlice şarkılar dinlemek, şiirler okumak ve bilinçlenmek başlı başına bir devrim niteliği taşır. Dolayısıyla, Gülendam ve Haydar üzerinden anlatılan aşkın politikası, Anadolu’nun bir köyündeki Ali ile Ayşe’nin, Ahmet ile Fatma’nın ve bilmediğimiz hayatların mikro direniş hikayesidir. Ve bu hikaye yalnızca geçmişte kalan 1980 darbesinin değil, günümüz coğrafyasının da kaderi olmuştur. Zaman içinde şekil değiştirerek daha modern bir hâle gelse de otorite baskısı, hâlâ kolektif bir aidiyete ve bilinçlenmeye karşı çıkmakta ve özgürleşmek isteyen bireyleri var gücüyle sindirmeye çalışmaktadır. 

Geçmişten günümüze coğrafyamızdaki her bireyin duyguları ve aşklarıyla, baskıcı zihinlere karşı verdikleri varoluş mücadelesini anlatan kalemlerden birisi de şüphesiz Ece Ayhan’dır. Yarattığı dünyadaki kavgada silahlara, şiddete ve kötülüğe yer yoktur. Bunun yerine o da direnmek için aşkını kullanmayı seçenlerden olmuştur. Bundan hareketle kendine göre bir aşk tanımı yaptığı Mor Külhani adlı şiirinde “Aşk örgütlenmektir abiler bir düşünün” (Ayhan, 2014). dizesiyle okurunu, belki de daha önce bir araya gelebileceğini düşünmediği “aşk” ve “örgütlenmek” kavramları hakkında düşünmeye iter. Ayhan, iki kişi arasında filizlenen duygu ve bağın, birlikte hareket etmeye ve kolektif direnişe dönüşmesi gerektiğini anlatmaktadır. Çünkü bireysele indirgenen aşk kavramı aslında sınıflardan, toplumdan ve güç dengelerinden bağımsız olmamalı, kavgaların ve mücadelenin tam ortasına doğmalıdır. Şiirden hareketle, yoksulluğun, siyasi kutuplaşmanın ve darbelerin eksik olmadığı bu topraklarda iki kişinin hikayesi, bütün baskılara rağmen bir arada, omuz omuza durabilme mücadelesini vurgulamaktadır. Darbelerin arasında geçen yıllardan günümüze, gençler hâlâ yoksul mahallelere, gecekondulara ve hayatta kalma mücadelesinin içine doğmaktadır. Üstelik idarenin her geçen gün sofralarındaki ekmekten, çalışma koşullarına kadar kendine bir pay çıkardığı bu coğrafyada, aşk da romantizm ve lüksün aydınlığından değil politikadan ve isyandan beslenmektedir. Böyle bir ortamda, beraber bir gelecek hayali kuran genç aşıklar için, belirsizlikten, baskıdan ve karanlıktan başka bir şey sunamayan yönetimlere karşı örgütlenmekten ve isyan etmekten başka pek fazla çare de yoktur. Yani Ece Ayhan’ın şiirlerinde anlattığı gibi bu topraklarda, polislerin, jopların ve biber gazlarının içinde yaşayan bireylerin arasındaki bağlar gibi, aşk ve politika arasında da koparılması zor bağlar kurulmuştur.

Politikaya ve gözyaşının, ölümün, şiddetin hâkim olduğu kavgalarımıza sanatın, sanatçının ve aşıkların gözünden bakmanın bir nebze olsun yüreğinize su serpmiş olmasını diliyorum. Zira ben bu konu hakkında düşünürken de yazarken de politikanın tıpkı Gülendam’ın aşkı gibi şeffaf, korkusuz ve naif olabileceği günlerin hayalini kurdum. Tabi bir yandan, günümüz politikasının ne kadar acımasız olduğu gerçeğiyle de yüzleştim. Neyse, biz içimizdeki Sırrı Süreyya’ları, Ece Ayhan’ları dinleyip, Gülendam’lar, yoksul mahallelere doğan çocuklar ve sisteme yenik düşen aşklar için isyan edelim.  Ne de olsa onlara göre aşk, yoksulluğu, yasakları, isyanı ve muktediri barındırıyorsa vardır bir bildikleri… 

Kaynakça

12 Eylül Belgeseli: 32.Gün Arşivi. YouTube. (2020, March 17). 

Ayhan, E. (2014). Devlet ve tabiat [Şiir]. Yapı Kredi Yayınları.

BKM Online. (t.y.). Beynelmilel [Fotoğraf]. Erişim adresi: 

https://bkmonline.net/tr/filmler/beynelmilel#kisa_hikaye

Özgentürk, S., & Akay, M. (Yönetmenler). (2006). Beynelmilel [Film]. İmaj Film.

Şüheda Duran. (2021). Onedio. photograph. Retrieved November 24, 2025. 

Üstüner Wambach, Ö. (2009). TRAUMA CINEMA: A CRITICAL VIEW ON BEYNELMiLEL 

AND BABAM VE OĞLUM(thesis). 

Leave a Reply