Kişilerin, yazılarının içeriği nedeniyle tutuklandıkları bir toprak parçasında yaşamanın kaçınılmaz sonucu belki de kelimelerin insan hayatı üzerindeki etkisini sorgulamak. Gözler tarafından aydınlatılmadıkça zamanın sonsuz girdabında yitip gitmeye mahkum olan bu sözcüler, bir kişiye bile ulaşabilirlerse, birçok hayattan daha gerçek olurlar bir anda. Tıpkı Ankara Devlet Tiyatro’sunun aylardır methini duyduğum fakat ancak iki gün önce izleme fırsatı bulduğum Yastık Adam prodüksiyonunun idama mahkum edilen çaresiz yazarı Katurian Katurian’ın öykülerinde olduğu gibi. Yazarın anne babasının yaptığı bir “deney” sonucu zihinsel engelli olmuş kardeşinin gerçekleştirilebilirliğini test etmek için kelimesi kelimesine uyguladığı, akıl almaz cinayet öyküleri gibi.
Kurgusunun ilgi çekiciliğinin yanı sıra Yastık Adam’ı diğer prodüksiyonlardan farklı bir yere koymamın nedeni, oyunun sonunda hislerimi ifade etmekte çektiğim zorluktu sanırım. “Hayatımda izlediğim en rahatsız edici ama aynı zamanda da en etkileyici oyundu.”. On üç yaş ve üzeri seyirci kitlesine hitap ettiğini gördüğümde, en az on sekiz yaş ve üzerine hitap etmesini düşünmem sanırım şiddet seviyesi hakkında okuyucuya bir fikir verecektir. Çünkü ayaklarından kaldırılıp, baş aşağı sallandırılan yazarın anlattığı öyküde, vahşetten kaçıp soluklanabileceği bir sığınak bulabileceğine duyduğu “Bir varmış, bir yokmuş” ile inanan seyirci, ancak daha çok vahşetle karşılaşacaktır. O an anlayacaktır ki aslında kaçış yoktur acı çekmekten; başını sahneden uzağa çevirse bile polis tarafından kafası masaya vurulan Katurian’ı görmemek için, içini acıtacaktır babası tarafından taciz edildiği için kendini çocukların güvenliğini sağlamaya adamış bir polisin hikayesini duymak. Hatta belki zamanı geri çevirme gücü olan, çocukların acı çekmeden hayatlarına son vermelerini sağlayacak bir Yastık Adam’a bile muhtaç olacaklardır, neden kendi çocukluklarında onlara yardım etmediğini düşüneceklerdir.
İşte Katurian’ın kardeşi de bu yaşama devam ederse acıdan başka bir şey tatmayacak olan çocuklardan biridir. Yastık Adam tarafından uyarıldığında, eğer o acı çekip çığlıklarıyla evlerini inletmezse kardeşinin o öyküleri yazamayıp, ünlü bir yazar olamayacağını bildiğinden hayatına son vermeyi reddeden, anne babasının yüzünden yedi sene işkence çekmiş zavallı bir çocuk… Kardeş sevgisi olarak yorumlanabilecek olan bu hareket, aynı zamanda da edebiyat ve gerçeklik hakkında da izleyiciyi çözülmesi oldukça güç bir düşünce karmaşasına sürüklemektedir. Gerçek olmayan hiçbir şeyi yazmak mümkün müdür? Ya da yazılan herhangi bir şeyin yazıldığı andan itibaren gerçeklik değeri taşımaması mümkün müdür?
Kafamda bu sorularla ayrıldığım Şinasi Sahnesi’ni uzun süre bu oyun ile hatırlayacağım şüphesiz. Öykülerden hoşlanıyor ve şiddet içeren oyunlardan rahatsız olmuyorsanız, Martin MacDonagh’ın Yastık Adam’ına gitmenizi şiddetle tavsiye ederim.