Ünlü seyyah Marco Polo, Çin Hükümdarı Kubilay Han’a bir köprüyü taşlarıyla beraber tarif edince Han, bu kadar taşın arasında hangisinin köprüyü ayakta tuttuğunu sorar. Polo, tek tek taşların değil onların oluşturduğu bütünlüğün yani kemerin köprüyü ayakta tuttuğunu söyleyince “Öyleyse sabahtan beri niye taşlardan bahsediyorsun?! Önemli olan kemerse onu anlat!” diye çıkışan Han’a çok basit bir cevap verir:
“Ama taşlar olmadan kemer de olmaz.”
Akıllı Türk Makul Tarih adlı muazzam kitabında bu hikayeyi anlatan İhsan Fazlıoğlu, bu hikayeye ek olarak şunu da söyler:
“Bu teşbihte dikkat edilirse ne tek başına taşlar ne de tek başına kemer izah edilebilir. İkisini bir araya getiren mana, yani vicdandır. Bir milletin vicdanı ise tarihidir.”
Genelde “dersler çıkarıldığı” ve “geleceğe ışık tuttuğu” söylenen tarih, günümüzün en çok şiddete uğrayan kavramlarından biridir. Bünyesinde gerçekleşen olaylara ait farklı farklı birçok gerekçeyi vesikalarla ortaya koyan, anılarla insan zihnine nakşeden ve insanoğlunun şu ana kadar yaptığı bütün işlerde bir özne gibi yanında bulunan tarih, ne yazık ki günümüzde bunun tam tersi durumdadır. Adeta bir gazoz açacağı gibi üzerine fonksiyon atfedilen, belirli olaylardan belirli sonuçlar çıkarılan ve nesneleştirilen (hatta fetişleştirilen, mitleştirilen) tarih, kesintiler ve devamlılıklar üzerinden tek ve çizgisel bir boyuta indirgenmektedir.
Bu konuda günümüz modern devlet anlayışı ve özellikle siyasi liderler, mekan gözetmeksizin tarihin bu yavaş ölümüne eşlik etmekte ve tarihin belli başlı kısımlarını kendi konumlarını korumak adına oy topladıkları insanlardan mahrum bıraktırmaktadırlar. Liderlik, aslında bir unutturma sanatıdır. Bir takım insanlar liderlerin etrafında toplandığı zaman, geçmişte belli başlı meseleleri ön plana çıkararak, tarihin öteki yüzüne bir set çeker ve bunun üzerinden siyasi güç, ihtiras ve ekonomik kazanç devşirmeye çalışır.
Tarihte bu “unutturma” olayının istisnai derecede hayırlı şekilde Hz.Muhammed (SAV) gibi bir örneği de mevcut. Ancak artık devletin birer meta haline geldiği ve devleti yönetirken omuzlarında çok ağır bir yükü taşıyor olan devlet adamlarının ve siyasilerin İslam peygamberine benzer bir “yenileme” içerisinde olması mümkün gözükmüyor. Peygamber, Cahiliye adetlerini unutturup insanlık tarihinin en harika neslini ortaya çıkarmışken, günümüz siyasi liderleri bunun tam tersini yapmakta ve geçmişte “işe yarayacak olan” kısımları alıp, geleceğe dair de tam manasıyla yeni bir şey söylemeden/yapmadan bir kavgaya arkasındaki destekçileri dahil etmektedir.
Geçen hafta gerek İsrail gerek ABD medyası tarafından çokça tartışılan bir husus olarak İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu’nun ABD Kongresinde yapmış olduğu konuşma, az önce söylemiş olduğum arızalı tarih okumasının unutulmayacak bir örneği oldu. Netanyahu Salı günü Cumhuriyetçilerin büyük desteğiyle yapmış olduğu konuşmada tahmin edileceği üzere, İran’ın nükleer “tehdidine” dikkat çekti ve Obama yönetiminin müzakereci tavrını eleştirdi. Bunu yaparken tarih boyunca İran’ın Yahudi milleti için hep tehlike arz ettiğini hatırlatan Netanyahu, 2.500 yıl önceki Pers İmparatoru Haman’ın, Kraliçe Esther tarafından bozulan Yahudileri yok etme planından bahsetti ve şimdi de İran’ın aynı “yok etme planına” sahip olduğunu hatırlattı.
Oysa gerek o Kongre binasında bulunan parlamenterler ve İsrail devletinin temsilcileri, hatta Netanyahu’nun kendisi bile bu tarihi anekdotun Persler ve Yahudiler arasındaki ilişkiyi yansıtmadığını, Babil sürgününden sonra birçok Yahudi’nin Pers İmparatorluğu bünyesinde yaşadığını ve ta günümüze kadar, Parsim adı altında İsrail’den sonra Orta Doğu’da en çok Yahudi’nin İran’da barındığını biliyordu. Ancak Orta Doğu’da yalnız kendi ülkesinde bulunmasını istediği “nükleer ayrıcalık”tan ötürü Netanyahu, tarihi adeta bir yapboz gibi kullanıp belirli parçalarla bir lider gibi insanları “uyutmayı” tercih etti. Tarihi, tek bir çizgiye indirgeyip İran’ın binlerce Yahudi’ye şimdi bile ev sahipliği yaptığı zamanları görmezden geldi.
Netanyahu, bunu ilk defa yapmıyor elbette.
Kendisi Yahudileri 1492’de İspanya’daki zulümden kurtaranın Müslümanlar olduğunu bilmesine rağmen, aynı zamanda “İslami terörizm” olarak nitelendirdiği Filistin direnişini devam ettirmeye çalışan Hamas ve İslami Cihad gibi grupları, Hizbullah’ı ve İhvan’ı “şeytanlaştıran” ve Müslümanların siyasetine dil uzatan bir lider. Holokost’un acısından ve hazin hatırasından ziyade, kendi koltuğuna yarayan “somut” kısmıyla ilgilenen birisi olması da cabası.*
Sadece İsrail değil, Baas zulmü yaşamış olan Irak’ta ve halen daha yaşıyor olan Suriye’de, Nasır dönemi Mısır’ında, 42 yıllık Kaddafi iktidarındaki Libya’da da tarihe yapılan bu hazin muameleyi görebilmek mümkün. Kimi zaman Osmanlı geçmişi komple tek hatta indirgenip sövülürken, kimi zaman Peygamberin bir Arap olması ön plana çıkarıldı veya İslam’dan önceki Arap toplumlarında olan derin kültür, birer fetiş haline getirildi. Tarih sürekli bir çizgi olarak algılandı. Tıpkı, sadece ilerlemeyi ve ekonomik gelişmeyi önemseyen modern tarih anlayışı gibi.
Hal böyleyken, tarihin siyasi liderlerin elinde adeta bir karton bebek gibi kesilip biçildiğini ve şekillendirildiğini görmek ve üzülmek pek bir mümkün.
Ancak uzaklara gitmeye gerek olmadan, bu üzüntü verici durumun Türkiye’de de gerçekleştiğini ve bunun “tarihe sahip çıkan” “medeniyet inşasına çalışan” bir siyasi partiden ve partinin figürlerinden görmek daha da bir üzücü. Tarih, bu topraklar üzerinde herhangi bir zaman dilimine sığdırmaksızın oldukça güçlü şekilde arz-ı endam ederken, “reklam arası” verme gibi saçma bir kavram kullanmak veya Türkiye’yi tarihsel açıdan eski yeni dikotomisi üzerinden okumak ancak bir siyasinin yapabileceği abuklukta bir iştir.
Elbette tarihte hatırlanmak istenmeyen, acı çekilen olaylar da vardır. Ancak bunu “reklam arası” olarak algılamak, geleneğe “modern” okumalarla sahip çıkmak gibi abuk bir işten ötesini getirmez size. Oysa acı çekilen olayları çok boyutlu bir değerlendirmeye tabi tutup, üzerine yeni şeyler koymaya çalışmak gerekir. Yazının başındaki hikayeyle düşünecek olursak, köprüyü ve kemeri açıklarken tek tek taşları da hatırlamak gerekir.
Nitekim çok dillendirilen dedelerimizin mezar taşları da bu konuda ibretlik bir öneme sahiptir. Sadece “okunamadığı” için üzülen mezar taşları, tarihimizi bize bir nesne gibi algılatmaktan başka bir şey kazandırmayacaktır. Mezar taşı değil, önemli olan, tarihin bize özne olarak ölümü hatırlatmasıdır.
Tarihin de ölmeden doğru düzgün hatırlanması dileğiyle…
* Holokost’un İsrail çıkarları adına bir endüstri haline gelmesini incelemek isteyenler Norman Finkelstein’in kitaplarına bakabilir.