Üniversitede, her dönem başı yurda yerleşirken içim hala biraz kıpırdanıyorsa, şüphesiz Enid Blyton’un Yaramaz Kızlar serisinin etkisi büyüktür. 71 yıllık yaşamına yedi yüzden fazla kitap sığdıran Blyton’ın mutlaka bir kitabını siz de çocukken okumuşsunuzdur. Bana kalırsa siz de tıpkı bende olduğu gibi, küçük ya da büyük, farkında olarak ya da olmayarak muhakkak onun kitaplarından bir karakteri bir olayı yaşamınıza konuk etmişsinizdir. Çünkü Enid Blyton her zaman, çocukları yaşamak istedikleri dünyada ağırladığını söyler. Orada, bir çocuğun görmek, duymak ve yaşamak istediği her ögenin bulunduğunu belirtir. Nitekim, iki dünya savaşını da yaşamış olan İngiliz yazarın kitaplarında bu sebeple savaşa dair en ufak bir kırıntı dahi bulamayız.
Benim hayal gücümü bu kadar etkilemiş bir yazarın, yazmadığı zamanlarda neler yaptığını, nasıl bir insan olduğunu, yazarken nelerden esinlendiğini merak edip araştırdığımda, Blyton’un aslında kafamda yaratmış olduğum o sevecen ve anaç kadından çok daha farklı olduğunu farkettim. Nihayetinde, Enid Blyton’un detaylandırılmış yaşam öyküsü ile kitaplarında işlediği konular arasındaki enteresan bağlantıyı kendi çözümlemelerimle de birleştirip sizinle de paylaşmak istedim.
20.yy’a üç yıl kala dünyaya gelen Blyton, -her yazarın mutlaka yazmak için yaşaması gereken- bir travma yaşamış, ailede en çok sevdiği kişi ve Blyton’ın tek destekçisi olan babası, evi terk etmiştir. 13’üncü doğum gününün hemen ardından, babasının başka bir kadın için ailesini terk edişinden dolayı annesini suçlamış, ondan her geçen gün daha da uzaklaşmıştır. 18 yaşına gelince evden ayrılmış ve ailesiyle olan bağlarını – kardeşleriyle de dahil olmak üzere- tamamen koparmıştır. İlk çocuk kitabının yayınlanması hiç kolay olmamış, fakat o azimli davranmış ve sonunda kitabını yayınlayacak bir yayın evi bulmuştur. Yayıncı ise Hugh Alexander Pollock’tur, kendisi daha sonra Blyton’ın ilk eşi olacaktır. Hiçbir aile üyesini çağırmadığı düğün töreninin ardından, Blyton ilk zamanlar güzel bir evlilik yaşamıştır. Pollock ise, yazarlığını taktir ettiği ve beğendiği eşinin, gerçek hayattaki gerçeklerle ve sorunlarla baş edemediğini ve sorunları sürekli ertelediğini fark etmiştir. Enid, hayatında ne sıkıntı varsa, bunların aksini yaşıyormuşçasına yazıyor, ardından da bu yazdıklarına kendisi inanıyordu. Örneğin, ilk bebeği çok sık ağlıyor ve Blyton bu duruma katlanamıyor ve sinir krizleri geçiriyorken, o esnada yazdığı hikayede bebek sahibi olmanın nasıl güzel olduğunu, bebeklerin çok sevimli ve uslu olduklarını anlatıyordu.
Blyton, hep kendi yarattığı dünyayı gerçeklik olarak kabul edip en kötü anlarında kendi hayal dünyasına sığınmış ve her sığınışı da bir kitap olarak ortaya çıkmıştır. Blyton’ın yedi yüzden fazla kitabının olduğunu da hesaba katacak olursak, yazarın yaşamı boyunca yüzleşmesi gereken ama yüzleşmediği dertlerle dolu bir hayatının olduğunu görmekteyiz.
Benim Blyton’ın hayatında en şaşırdığım, üzüldüğüm bir diğer konu ise Blyton’ın iki öz kızı ile neredeyse hiç ilgilenmeyişi, hatta başını ağrıttığı düşüncesi ile yaşlarının uygun olduğu ilk günlerde yatılı okula göndermiş olmasıdır. Yazarın çocuk kitapları 90 farklı dile çevrilirken ve yazar çocukların dilinden en iyi anlayan ve 20. yüzyılın en çok okunan çocuk yazarıyken, yazarın kendi çocuklarının dilinden anlayamaması, onlarla ilgilenmemesi ve kendi annesi onunla ilgilenmediği için ona nefret kusarken kendisinin de kızlarına aynısını yapması ne kadar acıdır. Fakat gazete röportajları için resim çekileceği zaman kızlarının gülümsemesini istemesi, çocuklarının ona değil de babalarına düşkün olmaları, kendi çocukluğunda yaşadığı tramvanın aynısını kendi kızlarına yaşattığının belgesidir.
Blyton’ın ilk eşi, savaşa katılmak istediğini belirttiği zaman, Blyton varlık durumları yerindeyken, eşinin böyle bir karar almış olmasını büyük bir bencillik ve sorumsuzluk olarak görmüş, bu sebeple onu hiç affetmemiş ve eşi savaşta olduğu süre içerisinde de daha sonra ikinci eşi olacak Darrell Waters ile tanışmıştır. Önceleri gizli tutulan bu aşk, Waters’ın eşinin öğrenmesi ile açığa çıkar. Blyton böylelikle ilk eşinden boşanarak Waters ile evlenir. Ayrıca kızlarının velayetini üstüne almıştır ve babaları ile görüşmelerine de izin vermemektedir. Hatta kızlarının soyadlarını dahi değiştirerek, içinci eşinin soyadı olan Waters yaptırmıştır. Fakat özellikle ilk kızı Gillian, annesinin ona yaşattıklarını unutmamış ve hayatı boyunca annesi ve çoçukluğunda yaşadıkları şeyler hakkında yazılar yazmıştır.
Çocuklarının da Enid Blyton’ın yaptığı yanlışları tekrarlamadığını ümit ediyorum. Umuyorum bir yerlerde bu zincir bir şekilde kırılmıştır. Genellikle, bir alanda başarı sağlamış birinin hayatının diğer alanlarında da başarılı olması gerektiğine inanıyoruz, sanki bizler her konuda çok mükemmelmişiz gibi. Fakat ne yalan söyleyeyim, insan öyle olsun istiyor azizim. Her ne olursa olsun, kendi kızlarına olamasa da, Blyton şu ana kadar milyonlarca çocuğun hayal gücüne güzel katkılarda bulundu, ufuklarımızı açtı. Bu da onu okumamız için yeterli olmalı ümidi içerisindeyim.