21 Haziran 2016 Salı günü sınırımızın en hareketli noktalarının ortakları olan Azerbaycan ve Ermenistan, St. Petersburg şehrinde Rusya gözetiminde masaya oturdu. Vladimir Putin, Serj Sarkisyan ve İlham Aliyev arasında yapılan ikili ve üçlü görüşmeler sonucu üç liderin ortak bildirisi yayımlandı.
Bahsedilen görüşmelerde ana madde Karabağ meselesi iken bunun yanında geçtiğimiz yıl yaşanan 6 günlük savaş da gündeme getirildi. Azerbaycan’ın işgal edilmiş topraklarından kimilerinin geri verilme ihtimalinin görüşülmesine rağmen yapılan görüşmelerin ne Karabağ ne de diğer bölgeler ile ilgili köklü bir çözüm ortaya koyamadığı yapılan açıklamadan da aşağı yukarı anlaşılıyor.
16 Mayıs’ta Viyana’da gerçekleştirilen Ermeni-Azeri zirvesinde alınan kararları ve yapılan anlaşmaları teyit etmenin çok da ötesinde geçemeyen bu görüşmelerin çözümden ziyade amaçları olduğu da aşikâr. Zira gazeteler görüşmenin verilen kısmına odaklanıp “Karabağ İçin Çözüm Kapıda” manşetleri atarken görüşmenin asıl kazananı Rusya’dan başkası olmadı. Bunu göremeyip çözüm ümidine kapılanlar içinse sonuç yeniden hüsran oldu.
1991 yılı ders kitaplarında Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin yıkılışı olarak gösterilir. Siyasi tarih açısından bu bilgide herhangi bir yanlış olmasa da geçtiğimiz gün gerçekleşen bu görüşmeler bölgede kuvvetle esen bir Rus rüzgarının varlığını bizlere bir kez daha kanıtlıyor. İki bağımsız devlet arasında yaşanan gerginliği çözmek üzere devletleri birer yanına oturtup masanın başına geçen Putin, bölgenin evcilik oyununda baba rolünü çoktan üstlenmiş, iki küs kardeşi barıştırmak için uğraşıyor. Aslında uğraşmak kelimesi buradaki anlamı tam olarak sağlamış değil çünkü Rusya’nın asıl amacı bu iki bağımsız devletin gönlünü hoş tutmaktansa uluslararası seviyede kendi gücünü ispat etmek olduğu pek de çaba sarf etmeden anlaşılıyor. Hal böyle iken ne taraflardan ne de Rusya’dan dişe dokunur bir açıklama yapılmıyor ve St. Petersburg görüşmeleri tarihe ancak ve ancak “Rusya gözetiminde gerçekleştirilmiş…” sıfatıyla geçebiliyor.
Tüm bunlar yaşanırken dış politika mahallesinin ağabeyi olmaktan müthiş bir zevk duyan Türkiye Cumhuriyeti’nde neler oluyor peki? Lafa geldiğinde söylenecek söylenmeyecek hiçbir sözü bir başkasına bırakmayan Türkiye’nin iki komşusu ile ilgili sorun Rusya gözetiminde çözüme kavuşturulmaya çalışılıyor. Gücümüzü mü test ediyorlar yoksa adımız mı anılmıyor karar vermesi güç. “İki devlet tek millet!” sözüyle fırsat buldukça gönül bağlarımızı hatırlattığımız Azerbaycan’ın yanında Karabağ gibi milli bir meselede (burada milli sözcüğünden kasıt siyasi sınırlar değil tarihi ve kültürel sınırlar sonucu varılmış bir kavramdır) söz hakkımız bile bulunamazken hangi millileşmeden, hangi dış politikadan bahsedebiliyoruz? Elbette Türkiye’nin mevcut koşulları bazı imkânları daraltıyor olabilir. Ancak ağızdan çıkan sözlerimizin ağırlığını omuzlarımız kaldırabilmeli. Mikrofon başında hiç aksaksız işleyen siyaset makinemizin fonksiyonlarını masa başında da tam kapasiteyle kullanabilmeliyiz. Aksi takdirde bölgenin tüm liderlerini birer birer masasına davet edecek olan Putin’in karşısında bir muhatap olarak durmaktansa ancak bu ve benzeri gövde gösterilerinde biletli seyirci olarak yer alacağız.
[pullquote_left] Sesimiz yeterince sertse kürsü ve masa arasında ton farkı olmamalı.[/pullquote_left]Millilik vurgusu yapıyorsak bu Türkiye Cumhuriyeti’nin çalışmalarını yürüttüğü her alanda bu böyle olmalı. Sesimiz yeterince sertse kürsü ve masa arasında ton farkı olmamalı. Tepkilerimizle bir siyasi varlık oluşturmaktansa tüm varlığımızla tepkimizi ortaya koymalıyız. Dış politikamızı, dış kapının dış mandalı boyutundan sorunsuz işleyen bir siyaset makinesi boyutuna taşımamız içinse çok fazla zamanımızın olduğu da maalesef ki söylenemez.
Mehmet Albayrak
10.000 senelik Türk ve Müslüman toprağında bizim milletimizin sesini yükseltmek elbette bize düşmeli. Rusya ile iyi ilişkilerimiz olabilir. Lakin, Azeri soydaşlarımıza arka çıkmak bizim görevimizdir. Allah haklının yanında olsun, amin.