Geçtiğimiz dönemi Slovenya’nın sevimli mi sevimli başkenti Ljubljana’da geçirdim. Bu sebeptendir ki gazetede aktif bir rol oynayamadım. Ancak Erasmus maceramın sonunda ETS Tur aracılığıyla Baştan Başa Avrupa Turu’nu deneyimleme fırsatım oldu.
Tur iki hafta sürmekte. Seyahat boyu otobüs aracılığıyla ulaşım sağlanıyor, yani ulaşacağınız yer kadar yolculuk etmeyi de sevmeniz gerekiyor. Zira zamanınızın çok büyük bir çoğunluğu yolda geçiyor. Fikrimce gezgin ruhu böyle bir macera için çok elzem çünkü birkaç istisna haricinde kalınan oteller de orta halli hostellerden farksız.
Ailem 1 Temmuz tarihinde İstanbul’dan Sofya’ya (Bulgaristan), Sofya’dansa Belgrad’a (Sırbistan) geçti. Ben Ljubljana’da olduğumdan tura Belgrad’da dahil oldum. Zira iki şehrin arası otobüsle altı saatten az sürüyor. Ben Sırbistan’a geçişte pek bir sorun yaşamadım ancak ailem sekiz saate yakın sınırda beklemek zorunda kalmış. Dolayısıyla Belgrad’ı gezme fırsatını çok bulamadılar.
İkinci gün kısa bir Belgrad turunun ardından Budapeşte’ye (Macaristan) geçildi. Budapeşte’de programımızda olmamasına rağmen Kahramanlar Meydanı’ndan dönerken aynı zamanda da soykırım anıtı olan Terör Evi’nin önünde fotoğraf molası verdik. Programın ekstraları olan Çigan Gecesi’ne katılmazken Tuna Nehri gezisine katıldık ve söylemeliyim ki çok güzeldi. Son gittiğimde fırsatını bulamadığım Tuna Nehri’nin tadını çıkardım.
Üçüncü gün belki de turun en yoğun günüydü. İlk durağımız olan Viyana’ya (Avusturya) ne yazıktır ki hakettiği önemi veremedik (fikrimce). Daha önce iki günde bitiremediğim şehri dört saate sığdırmak büyük haksızlıkmış gibi geldi. Sonraki durağımız Bratislava (Slovakya) ise turun ekstraları arasındaydı. Gece varabildiğimiz Prag’ı (Çek Cumhuriyeti) gezmek ise takdir edersiniz ki dördüncü güne kaldı.
Sabah çok erken kalkıp belki de turun en çok merak ettiğim şehirlerinden biri olan Prag’ı gezmeye koyulduk. Her köşesine girip çıkamadık belki ancak kesinlikle tekrar gidilecek şehirler listeme eklemeye yetti. Prag, seni çok sevdim. Sonrasında yine turun ekstralarından olan Dresden (Almanya) ve tabiri caizse piyangodan çıkan Hannover’ı görme fırsatı elde ettik. Berlin’e vardığımızda ise akşamüstüydü. Programda olmamasına rağmen biraz benim ısrarlarım biraz da şans eseri Soykırım Anıtı’nda zaman geçirmek ise benim için gezinin en can alıcı noktalarından biri oldu.
Beşinci gün Berlin’den Amsterdam’a geçtik ancak ne yazık ki otelimiz çok ama çok uzakta kaldı. Hatta otelin dışındaki yol tabelasında Amsterdam 35, Utrecht 32 km yazıyordu. Bu yüzdendir ki Amsterdam’ı hakkıyla gezmek mümkün olmadı, hatta hediyelik eşya alacak kadar bile vakit bulamadık.
Ancak ertesi gün önce Brugge sonra Brüksel büyülü atmosferleriyle bir önceki gün yaşadığımız hayal kırıklığını azalttı denebilir. Bu arada şunu belirtmeliyim ki bu macera sırasında Dünya Kupası yarı finalleri oynanıyordu. Dolayısıyla tüm şehirlerde hem çok fazla turist hem de çok fazla sosyal etkinlik bulunmaktaydı.
7. gün ve Paris… Bütün seyahat boyunca doyasıya gezebildiğimiz ve tadını tam anlamıyla çıkarabildiğimiz belki de tek şehir… En çok merak ettiğim, en çok sevdiğim… İki koca ve dolu dolu gün geçirdiğim Paris’e aşık olamamak mümkün değil. İlk kez gittim ve yolumun tekrar geçeceğinden eminim. Yalnız Eiffel Kulesi’ne iki defa gitmek biraz zaman kaybıydı, o ayrı.
Bir sonraki günün rotası Lyon, Aix-en-Provence ve Marsilya’ydı. Ancak Marsilya’da yalnızca konakladık, ne yazık ki hiç ama hiç gezemedik.
Ertesi sabah Nice’e doğru yola koyulduk. Şehri gezdikten sonra yine ekstra gezi olan Cannes ve Monte Carlo’yu gezdikten sonra Nice’deki otelimize geri döndük.
11. gun Nice’den çıktık ve İtalya’ya doğru yol aldık. Önce ünlülerin gözde tatil mekanı Como Gölü’ne sonra ise Milan’a gittik. 12. gün ise Milan’dan Venedik’e yol aldık. Bir sonraki gün ise önce Floransa’yı sonra Montecatini Terme isimli küçük kasabayı görme fırsatı edindik. Ne yazıktır ki o akşam Nice’deki terör saldırısının haberini aldık.
Ertesi sabah Roma’ya doğru yol aldık. Otobüs çok arzu etmesine rağmen yolumuzun üstünde olan Pisa’ya Roma zamanından fedakarlık etmemek için vazgeçtik. Bir açık hava müzesinden farksız olan Roma’yı gezdikten sonra yürüyerek Vatikan’ı da ziyaret ettik. Sonrasında ise biz gruptan ayrılmak durumunda kaldık zira ertesi gün eşyalarımı toplamak üzere Ljubljana’ya geri dönecektik. Darbe girişiminin haberini o gece aldık. Bizim Slovenya’ya döndüğümüz gün ise ekip Bari, Igoumenista ve ardından da Pompei Antik Kenti’ne gitti. Bir sonraki gün ise Selanik’e geçip ardından da Türkiye’ye geri döndüler.
Bizim katıldığımız yazın nispeten erken zamanında olduğu için otobüsümüz tamamen dolu değildi. Ancak 15 günü 28 kişiyle birlikte geçirince aile gibi olduk. Bu kadar güzel insanlarla bu macerayı yaşadığım ve hepsini tanıdığım için çok ama çok mutlu oldum. Zira ben yolculuk dostluklarının her zaman daha sağlam olduğuna inanmaktayım. Gelin görün ki bu kadar yoğun tempoda yapılması gereken birkaç fedakarlık olmadı değil. Otellerin şehirlere olan uzaklığı ve geceleri şehre inememek herkesin en büyük şikayetiydi. Amsterdam’ın, Paris’in, Berlin’in gecesini görememek; gece gittiğimiz otellerde açık restoran olmadığı için yemek makinelerinden yiyecek alıp yatmak hiçbirimizin hoşuna gitmedi. Bir diğer büyük sıkıntımız ise rehberimiz Emre Bey’in çok hızlı ilerlemesiydi. Programımız çok yoğun ve zamanımız çok kısıtlı olduğu için hızlı ve üstünkörü turistlik yine turun en güzel kısmı değildi. Her sabah ve akşam bavulları indirip kaldırmak ve otellerin bazılarının asansörsüz olmasıysa bir başka sorundu. Belki de en zorlandığımız nokta ise gruplar için hazırlanan “özel” kahvaltılarda Türk damak tadına ve hassasiyetlerine dair yiyecek seçeneklerinin çok az olmasıydı. Yine de tüm bu olumsuzluklara rağmen tekrar tekrar yaşamak isteyeceğim ve herkese de tavsiye ettiğim bir seyahat oldu diyebilirim.
Bu arada bulunan tüm resimler şahsıma aittir. Benim objektifimden daha fazla görüntüye instagram sayfamdan ulaşabilirsiniz
kedi
Güzel ve bilgilendirici bir seyahatname olmuş, sevdiğin şehirleri çokça görmen dileğiyle