Dünyada ve ülkemizde her yıl vuku bulan trafik kazalarının çoğu ölümle sonuçlanmaktadır. Maalesef durumun ciddiyetini anlatmak için kulanılan ‘trafik terörü’ ifadesinin çok abartılı bir tanım olduğunu söylemek pek doğru olmaz. Dudak uçuklatan istatistikler ve teröre verilenden çok daha fazla can kaybının trafik kazaları ile veriliyor olması bunu açıkca ortaya koymasına rağmen bu tanımlamayı doğru kılan tek şey rakamlar değil. Kazaların çok ciddi bir bölümünün insan hatası ve kural ihlalleri ile gerçekleşiyor olması trafik kazalarının sıkça cinayetle bağdaştırmamıza sebep oluyor. Söz konusu ihlallerin kazaya sebebiyet vermeden engellenmesi ancak caydrıcı cezalarla mümkün kısa vadede. Ben cezaların caydırıcı olamaması ile ilgili gözden kaçan bir faktörü, ülkemizdeki yönetmeliğin temellerine aykırı bir sistemi ve işleyişini sizinle paylaşarak mercek altına almak istiyorum.
‘Day-Fine’ Türkçe’ye ‘gün merkezli’ ceza sistemi olarak çevirilebilecek bir trafik cezası uygulaması. İskandinavya ülkelerince uygulanan bu sistem – hatırlarsanız– Finlandiya’nın 2013 yılında bir Nokia yöneticisine kestiği 103.000 dolarlık trafik cezası ile gündeme gelmişti. “Day-fine” sistemi öncelikle kişinin günlük gelirini belirliyor. Bu miktarın yarısını birim ceza kabul ediyor. Sonrasında ceza gerektiren bir durum ortaya çıktığında belirlenmiş olan bu ceza birimi trafik ihlaline uygun katsayı ile çarpılarak kişinin ödemekle sorumlu olacağı cezayı belirliyor. Örneğin hız sınırının 15 mil\saat üstünde seyreden bir sürücü 12 birimlik cezayla karşı karşıya kalırken 25mil\saat daha hızlı gitmek ise 22 birimlik bir miktar ile cezalandırılıyor.
“Day-fine” uygulamasını ülkemiz şartlarında düşündüğümüz zaman hız sınırının 25 km daha yukarısında süren asgari ücret ile çalışan bir vatandaş 260 tl yükümlülük altına girerken ayda 10.000 tl kazanan birisi aynı durumda 2000 tl ceza ile karşı karşıya kalıyor. Bu sistem elbette olduğu gibi alınmak zorunda değil. Hatta alım gücüne ve ülkenin özel şartlarına göre sistem üzerince zorunlu revizyonlar söz konusu olacaktır. Tabi bu sistemin Türkiye’de uygulanabilmesi için öncelikle şurada incelediğim üzere gelir tespitinin sağlıklı bir şekilde yapılması gerekiyor.
Bu uygulama cezayı bireyselleştirerek herkesin eşit cezalandırılması yerine cezalandırmalar arasındaki adalet dengesine önem veriyor. Bu durumda trafik kurallarını ihlal etmek kimileri için makul bir miktar ile satın alınabilecek bir özgürlük olmaktan çıkıyor. Bu uygulama sosyal adalet anlayışının pekiştirilmesine katkıda bulunuyor.
Ülkemizde uygulanan sistemin zaten kazaya sebebiyet verme ihtimali fazla olan yüksek hızlara çıkmaya kabil araçların sahipleri üzerinde bir caydırıcılık oluşturmadığı aşikar. Ancak tek problem bu değil. Trafik ceza sisteminin düşük gelirlilerce adaletsiz bulunması, trafik kurallarının halk tarafından benimsenmesini ve uygulanmasını da zorlaştıran bir durum. Sistemi ya da cezalandırma anlayışını kökünden değiştirmek tamamen gerekli görülmeyecekse de trafik cezalarının caydırıcı ve benimsenebilir bir adalette olması için bir şeyler yapılması gerektiği açık. İşte sorunun temelinde ihllalerin kökten çözülmesi kişilere bu konuda bilinç verecek bir eğitim sisteminin dizayn edilmesi ile mümkün. Ama sürekli can alan ve uzun vadeli bir çözümü bekleyemeyecek kadar tehdit oluşturan trafik terörüne karşı alınacak önlem için hiç vakit kaybetmemek lazım.