Antik Mısır denince ilk akla gelen, elbette ki piramitlerdir. Kavurucu sıcak, firavunlar, mumyalar ve değişik makyajlı kadınlar da elbette bu düşünceyi izler. Günümüzde gidip görmek çok mümkün olmasa bile Antik Mısır denince akla gelen bu şeylerin içimizde hafif bir merak uyandırmadığını söylemek biraz yanlış olur. Herkes piramitleri görmenin nasıl olduğunu merak eder, izlediği Hollywood filmlerindeki mumyaların lanetinin ne kadar doğru olduğunu da korka korka öğrenmek ister. Ancak “Mısır’a kim gidecek şimdi,” diyenler için, 14-15-16 Mayıs tarihlerinde Bilkent Üniversitesi BLIS ana sahnesinde Bilkent Müzikal Topluluğu iki saatlik Aida müzikali ile izleyen herkesi Mısır’a götürdü. Ve kim bilir, belki gelecekte bu ziyaret tekrarlanır!
Aida, Guiseppe Verdi’nin orijinalini yazdığı bir operanın müzikal uyarlaması. Bu uyarlamayı yapanlar ise Tim Rice ve herkesin en az bir şarkısını bildiği Elton John. Operası nasıldır bilmiyorum ama müzikalinin oldukça renkli olduğunu söylemek yalan olmaz. Aslında bu, sadece kendi hayatını dilediği gibi yaşamayı amaçlayan bir kızın nasıl onlarca insan için umut olduğunu anlatan bir hikaye. Müzikal, Nubia ve Mısır arasındaki savaş zamanlarını konu ediniyor. Nubia’nın prensesi Aida’nın doğayı keşfetme tutkusuna yenik düşüp denize açıldığı bir gün Mısır askerleri tarafından başka Nubialı kadınlarla beraber esir alınmasıyla başlıyor bu hikaye. Onu esir alansa bu ordunun başındaki Radames adlı oldukça cesur bir asker. Elbette her hikayenin olmazsa olmazı aşk burada da yolunu buluyor ve Radames, esir aldığı bu güzel prensese aşık oluyor. Ancak bir problem var; Aida’nın Nubia prensesi olduğunun farkında değil. Zaten Aida, yaşamak için bunu saklamak zorunda. Böylece Radames, Aida’nın diğer esirler gibi madenlere gönderilmesine engel olmak için onu nişanlısı olan Mısır Prensesi Amneris’e hediye etmeye karar veriyor. Sarayda ise Aida’nın Nubia prensesi olduğunu anlayan Mereb adlı köle, onu Nubia’dan esir alınan insanların olduğu bir kamp yerine götürüp durumlarını anlamasını ve onlara yardım etmesini istiyor. Burada eski dostlarından Nehebka’nın bulunduğunu gören Aida, başta kendisinden beklenenden korksa da bu insanlara yardım etmeye karar veriyor. Tabi ki her hikayenin kusursuz bir şekilde işlemesi mümkün değildir. Aida’da da bir kötü karakter var; Radames’in babası Zoser. Nasıl bizim anne babalarımız küçükken yapamadıkları şeyleri bizim üzerimizden yapmaya çalışırlar, Zoser de aynı şekilde davranan bir baba. Amacı Prenses Amneris’le evlenen oğlunun Mısır’ın başına geçmesi. Böylece kralın babası olarak kendisine de Mısır hakkında söz söyleme konusunda büyük bir pay düşeceği neredeyse kesin. Hatta planlarını gerçekleştirmek için birkaç orijinal fikri de var; Amneris’in babası olan Mısır kralını zehirlemek gibi…
Aida aslında tüm bu olayların arasında geçen imkansız bir aşkı anlatıyor. Ancak bu elbette alışkın olduğumuz aşklardan değil! Çünkü her şey Antik Mısır’da geçiyor. Yani uzun, altın işlemeli elbiseler, hiyeroglifler ve kralların olduğu dönemlerde. Ayrıca bu basit bir aşk hikayesinden farklı, çünkü Aida, prenses dendiğinde akla gelenden çok daha farklı bir kadın. Hatta zamanındaki kadınların çoğundan da farklı olduğu söylenebilir. Kılıç kullanmayı bilmesi, kimse karşısında boyun eğmemesi ve çevresindeki insanları kurtarmaya çalışması bile onu farklı kılan özelliklerden sadece birkaç tanesi. Hatta öyle ki, Aida kendisi dışında herkesin hayatını kurtarmaya çalışıyor. Bir yanda işgaller sonucu unutulmaya yüz tutan ülkesi Nubia, diğer yanda da vazgeçemediği Radames arasında kalan bu kadın, günümüzde de çoğu kadının maruz kaldığı durumlara “hayır” demeyi bilen biri. Müzikal, aslında kadınların kendilerine ait bir kimlik bulma savaşlarını ve de bu kimliği ne pahasına olursa olsun koruyuşlarını da konu ediniyor. Aida da müzikalde bir köle konumunda. Ancak köle kelimesinin akla getirdiklerinden çok daha farklı davranıyor. Belki müzikalde kadınların köle olarak boy göstermesi akla soru işaretleri getirebilir. Ama tam aksine, kadınların kendi kaderlerini yazmaları ve bunu yaparken başka insanları nasıl etkilediklerini gösteriyor. Örneğin Amneris ve Aida arasındaki arkadaşlık, Aida’nın ona ayakları üzerine basan biri olmayı öğretmesiyle son buluyor. Ancak bunun yanı sıra Aida, Nubia halkının esir alınmış olan kısmına da kendi kaderini nasıl yazacağını anlatıyor. Etkilediği insanlar arasında sadece çocuklar ve kadınlar yok, erkekler de var! Hatta olayların neredeyse tamamı bir kadının erkekler üzerinde yarattığı etkiden dolayı ortaya çıkıyor. Kendilerine başkaldırabilen bu kadını hem tuhaf bulan hem de bazı durumlarda cesaretini kıskanan erkek karakterler, Aida’nın dik başlılığı ve de korkusuzca onlara karşı savaşmasından dolayı kendilerini pek çok farklı durumlarda buluyorlar. Öyle ki, iki ülke arasındaki savaşa son verenler de yine kadınlar oluyor.
Biraz da Aida’nın nasıl sahnelendiğinden bahsetmek gerekli, çünkü bu okulumuz kulübü Bilkent Müzikal Topluluğu tarafından iki buçuk aylık bir dönem sonunda seyircilerin beğenisine sunuldu bu müzikal. Öncelikle tüm kostümler, dekorlar ve de sahnede görünen her şey müzikalin teknik ekibi tarafından hazırlandı. Mısır’ı sahneye getirmenin çok da kolay olduğu söylenemez. Bunun dışında kulübün orkestrası canlı olarak parçaları çaldı ve vokaller de yine canlı olarak bunları seslendirdi. Her üç-dört dakikalık parçanın altında aslında saatlerce süren ses çalışmaları ve her sahnenin altında bir sürü insanın emeği var. Zaten Elton John’un elinin değdiği bir şeyin güzel olmadığını söylemek neredeyse imkansız! Seyirciyle beraber Mısır’a yolculuk için haftada on altı saat boyunca ses ve drama çalışmaları yapıldı. Hatta öyle ki prova döneminin sonunda neredeyse tüm ekip hayatında görmediği Nubia’ya karşı vatandaşlık bağıyla bağlanmış kadar sevgi doluydu. Tüm bu yoğun dönemin ardından ışık, ses sistemi, dekorlar derken üç gün boyunca sergilenen bir gösteri ortaya çıktı. Büyük bir seyirci kitlesi, Aida’nın dokunduğu hayatlara ve macerasının nasıl başlayıp nasıl sonlandığına şahit oldu. Eminim ki tıpkı karakterler gibi, seyircilerin de müzikali izlerken düşünceleri oldukça değişti ve salondan ayrılırken izlemeye geldikleri andakinden biraz daha olgun, biraz daha düşünceliydiler.
Müzikallerin sadece iki saatlik eğlendirici gösteriler olduğu düşüncesine çok güzel bir cevap Aida. Çünkü kostümleri, parçaları, dansları ve de senaryosuyla iki saatlik bir eğlenceden çok daha fazlası. Sanatın ta kendisi. Aşkları, acıları ve de umut dolu anlarıyla dolu dolu geçen ve azıcık da insanı hüzünlendirip gözleri dolduran bir gösteri. Ancak her koşulda Antik Mısır’a kısa bir ziyaret ve de bir kadının oradaki düzeni nasıl değiştireceğini hayretle izlemek için oldukça güzel bir neden. Kim bilir, belki yakın bir zamanda yine prenseslerin ve de firavunların diyarına sahne performanslarıyla gitmek mümkün olur. Ancak o zamana kadar bu müzikalin seyircilerin hafızasında ve de henüz izleyememiş olanların hayallerinde yer edeceğinden hiç şüphem yok.
GÖRSELLER:
http://www.mtishows.com/sites/default/files/show/logo/000266_hero.jpg