Her sene Mayıs ayında yapılan ve yıllar boyu toplumumuzu televizyon başına kilitleyen Eurovision şarkı yarışması bu güne kadar adeta milli meselemiz haline gelmiştir. Daha önceleri, hep son sıralarda seyretmenin verdiği üzüntünün ve tek kanallı yıllar döneminin etkisiyle herkesin odaklandığı tek konu Eurovision idi. Sonlarda seyretmenin verdiği nahoş his, yarışmaya gereğinden fazla önem vermemize sebebiyet vermiştir. Çok kanallı döneme geçtiğimiz zamanlarda da, Eurovision şarkı yarışmasının yayınlandığı saatlerde alternatif birçok program ortaya çıkmasına rağmen, yarışmadaki başarısızlıklarımızdan ve başarıya aç bir millet olmamızdan dolayı olsa gerek, Eurovision milli meselemiz olmaya devam etmiştir.
Kaldı ki Eurovision, özellikle son yıllarda, müzikal kaliteden ziyade hangi ülkelerin birbirine daha yakın olduğunu ve bu ülke toplumlarının birbiriyle olan akrabalık, din, ekonomi veya azınlık faktörlerinin etkisini gözümüze sokmaya başlamıştır. Misal, Almanya’da Türk azınlığın çokluğundan ötürü Almanya’dan yüksek puan alacağımızı veya Ermenistan ile olan kötü ilişkilerimizden ötürü pek fazla oy alamayacağımızı az çok tahmin ederiz. Buna ilaveten, eski demir perde ülkelerinin birbirlerine daha çok oy verdiklerine tanık oluruz, keza İskandinav ülkelerinin oylarına da aynı şekilde.
Siyasi, uluslar arası yakınlıkların ve ilişkilerin kabataslak bir histogram grafiğini her yıl görmenin yanında, siyasi vurgular barındıran şarkılar da yapılmıştır. Ajda Pekkan’ın yorumladığı Petrol şarkısı, dönemdeki petrol krizine istinaden bestelenmiş bir şarkıdır. Yarışmanın milli mesele olarak görülmesi dolayısıyla, bu siyasi hicivli şarkı Eurovision için uygun bir platform olarak görülmüş
olsa gerek -her ne kadar sonuç hüsran olsa da.
Eurovision’da yapılan şarkıların genelde tipik bir özelliği vardır. Ülkelerin kendi halk ve etnik müziklerini pop ile harmanlamak ve dahası İngilizce şarkı sözlerinin arasına bir veya iki tane ulusal dile özgü kelime serpiştirmek. Şarkı sözlerinin arasına “düm tek tek” veya “qele qele” gibi sözcüklerin serpiştirilmesi kültürel propaganda yapılması zannından başka bir şey değildir. Kimi zaman Gülseren’in Rimi Rimi Rey şarkısı gibi kültürel bir sahne performansı sergileyim derken bütün her şeyin ele yüze bulaştırılmasıyla da olumsuz sonuçlar ortaya çıkmaktadır. Kültürel özellikleri göze sokmaya çalışınca sonuç genelde hüsran oluyor.
Kültürel özellikleri göze sokmak yerine müzikaliteye önem verilmesi daha çok başarı getirecektir. Örneğin; Sertab Erener’in “Everyway That I Can” ve Şebnem Paker’in “Dinle” adlı şarkıları göze batmayacak şekilde Türk kültürü özellikleri içerirken, koreografik ve müzikal kaliteleri de oldukça fazladır. Hal böyle olsa da, yine de belirli ülkeler belirli ülkelere oy vermeye devam edecektir. Bu bahsettiğim ülkeler dışında kalan İngiltere, İrlanda, Hollanda vb. ülkeler müzikaliteye göre oy vermeye daha çok meyilli olan ülkelerdir; İskandinavlar ve Slavlar gibi gruplaşmadıklarından, aslında birinciyi, ikinciyi bu ülkeler belirliyor. Gruplaşmadıklarından ve sadece iyi buldukları şarkıya oy vereceklerinden, bu ülkeler iyi şarkı turnusoludur da diyebiliriz.
Eurovision’da başarlı olmak önemli midir? Açıkçası bana göre önemli değildir, kaldı ki müzikaliteden ziyade yukarıda bahsettiğim durumlara göre oylar veriliyor. Birkaç ülke birinciyi belirliyor. Kısacası, Eurovision şarkı yarışması müzik alanında çok da önemli sayılan bir yarışma değildir, sadece toplumumuzda abartılmış olan herhangi bir şarkı yarışmasıdır. Bu yarışmada daima başarılı olmak ve birinciler çıkarmak çok da önem arz etmeyecektir. Bu sene de Can Bonomo için herkes yine ekranlara milli maç havasında kilitlenecek ve Eurovision yine abartılmaya devam edecek. Ne diyelim, iyi seyirler.