Orta Çağ’ın Kara Şövalyesi : Kara Prens Edward

Savaşın, kanın ve ateşin hakim olduğu Ortaçağ’ın büyük askeri figürleri genellikle yetenekli ve karizmatik krallardır. Özellikle İngiltere Ortaçağ’da sayısız büyük kral çıkarmıştır, Fatih William, Aslan Yürekli Richard , İskoçların Çekici Uzun Bacaklı Edward, Fransızların belalısı Edward III, Agincourt Kahramanı Henry V. Lakin tarih kitaplarında hepsi büyük işler başarmış bu kralların yanına tahta hiç oturmamış olmasına rağmen adını yazdırmayı başarmış birisi var. Bu kişi bugün Canterbury Katedrali’nde elinden düşürmediği kılıcıyla görebileceğiniz, 3.Edward’ın hükmetmek için doğmuş en büyük oğlu, Ortaçağ’ın süperstarı, çağdaşlarına göre Jül Sezar ve Arthur’un zamanlarından beri yaşamış en yiğit şövalye ve bu yazının konusu olacak olan Kara Prens Edward.

Prensin Canterbury Katedrali’ndeki Mezarı

Prens 1330’da, babası daha 18 yaşındayken ve hükümdarlığına yeni başlamışken Woodstock’ta doğdu ve soyluların doğduğu yerle isimlendirilmesi geleneği üzerine hayatı boyunca Woodstock’lu Edward olarak bilindi. Babası 3.Edward, kendi babasının aksine çok aktif bir kraldı ve Kara Prens’in doğduğu sene daha 18 yaşındayken İngiltere’de asıl iktidarı elinde bulunduran annesinin sevgilisi Roger Mortimer’a yakın arkadaşlarıyla darbe yapıp iktidarı ele geçirmişti. Genç yaşında büyük işler başaran kralın büyük oğlu için de benzer planları vardı ve 1337’de, Yüzyıl Savaşları başlamadan hemen önce 7 yaşındaki prensi Cornwall Dük’ü ilan etti. Bu aynı zamanda İngiltere’de düklük ünvanının ilk kez kullanılışıydı, yani prens İngiltere tarihinin ilk dükü olarak tarihe geçti. 1343 yılında ise 3.Edward dedesi 1.Edward tarafından başlatılan geleneği devam ettirerek prensi Galler Prensi ilan etti. Bu gelenek günümüzde Birleşik Krallık tacının varisi Galler Prensi Charles üzerinden devam etmektedir.

Edward daha 15 yaşındayken babası ile birlikte Fransa seferine çıktı. Bu yaşta bir prensin orduyla sefere çıkması çok da şaşırtıcı bir durum değildi, lakin bu prens diğerleri gibi askercilik oynamaya gelmemişti. Yüzyıl Savaşları’nın ilk büyük savaşı olan Crecy(1346)’da 16 yaşındaki prens komutasında büyük bir kuvvetle en ön saflarda yer aldı. Sayıca üstün olan Fransız ordusu prensin bulunduğu alana saldırdı. Savaşın oldukça çetin geçtiği alanda genç prens oldukça zor durumdaydı. Söylenene göre bu haber krala ulaştırıldı ve kral oğlunun ölü veya savaşamayacak kadar yaralı olup olmadığını sordu. Hayır yanıtını alınca da ünlü sözünü söyledi “Let the boy win his spurs.”. Oğlunun ölmesi riskini göze alarak kendini kanıtlamasını istiyordu kısacası ve isteği boşa çıkmadı. Genç prens zor durumundan hiçbir destek almadan kurtuldu ve Fransızları geri püskürttü ve tarihe adını kara harflerle yazmaya başladı. Prens bu savaşta kendisine saldıran Fransız kuvvetini yöneten ve savaş sırasında ölen kör Bohemya Kralı John’dan oldukça etkilendi ve onun arması olan devekuşu tüylerini ve mottosu “Ich dien”(Hizmet ederim)’i devraldı.

Crecy sonrası Prens Edward

Edward 1355’te, babası tarafından tam yetkiyle donatılarak Akitanya’ya gönderildi. Akitanya’da chevauchee adı verilen metodun en vahşi uygulamalarını gerçekleştirdi. Chevauchee tamamen sivillere yönelik bir yıldırma metoduydu. Az sayıda ve hareket kabiliyeti yüksek birliklerin düşman bölgesinde ordularla çarpışmaktan kaçınarak sürekli gezinerek ele geçirebildikleri her yeri yağmalaması, yakıp yıkması ve sivilleri öldürmesinden ibaretti ve doğru uygulandığında uygulayana çok iyi hizmet ediyordu. Yağmacı kuvvetler kendi masraflarını çıkarmakla kalmayıp büyük yağma gelirleri sağlıyor, düşman ülkede moralleri alt üst ediyor ve düşmanı topraklarını korumak için açık alanda saldırmaya tahrik ediyordu. Nitekim Edward’da 1355-1356 chevauchee’sinde 500’den fazla yerleşim yerini talan ederek İngiliz tarihinin o tarihe kadarki en büyük ganimetlerinden birini elde etti.

Edward Güneybatı Fransa’nın büyük bölümünü doğru düzgün bir direnişle karşılaşmadan yakıp yıkmıştı, ama yoğun yağmur bir süre hareket edememelerine ve yerlerinin Fransızlar tarafından belirlenmesine neden oldu. Fransa Kralı John büyük bir hızla Edward’ın üzerine yürüdü, hatta onu yavaşlatmasınlar diye 20.000’e yakın hafif piyadesini de geride bıraktı. Prensin elinde yaklaşık 5.000 adam vardı, Kral’ın emrinde ise geride bıraktıklarına rağmen 12.000’den fazla adam bulunuyordu. Ayrıca Fransız ordusunun önemli bir kısmı atlıydı. Fransızların ezici üstünlüğünü gören Edward, tüm yağmayı ve esirleri Fransızlara teslim edip barış yapmayı önerdiyse de, durumunun farkında olan Kral John prensin teslim olmasında diretti fakat sonuç alamadı. Poitiers’de gerçekleşen savaşta 26 yaşındaki prens kendi ordusundan en az iki kat kalabalık ve donanımlı Fransız ordusunu Fransız topraklarında mağlup edip bizzat kralı esir aldı ve İngiltere’ye götürdü. Prens bu savaşla birlikte Ortaçağ’ın en çarpıcı muharebelerinden birini kazanmış oldu ve ismini tüm Avrupa’da duyurdu.

Prens Poitiers Savaşı’ndan sonra Fransa Kralı’nın teslim olmasını kabul ederken

Prens 1361 yılına gelindiğinde 31 yaşındaydı ve o dönemin şartlarına göre çoktan evlenmiş olması gerekiyordu. Kraliyet evlilikleri genellikle erken yaşta ve politik nedenlerle gerçekleştirilirdi, nitekim prensin babası 3.Edward’da 16 yaşında babasına yapılacak darbe için destek toplamak amacıyla Hainaut’lu Philippa ile evlenmişti. Bu tür evliliklerde çiftin zamanla birbirini seveceği düşünülürdü ama bunun olmaması durumu da çok umursanmazdı. İşte bu tarz evliliklerin norm olduğu bir dönemde Edward 30 yaşında hala evli değildi ve Hristiyan dünyasının en gözde damat adayıydı. İngiltere’nin en büyük savaşçısı, tahtın varisi ve şanı tüm Avrupa’ya, hatta daha da ötesine yayılmış bir cengaverdi. Katolik Avrupa’sında isteyip de evlenemeyeceği bir kadın yoktu. Bütün bunlara rağmen 1361 yılında prens uzaktan kuzeni Joan ile evlendi. Evlilik sayısız yönden skandaldı. Joan çok genç yaşında gizlice evlenmiş, sonra kocasının öldüğünü zannedip yeniden evlenmişti ve daha sonra savaştan kanlı canlı dönen kocasının Papa’ya başvurmasıyla yeni evliliğini iptal ettirip eski kocasına dönmüştü. Prensten 2 yaş büyüktü ve 5 çocuğu vardı. Bütün bunlara ek olarak prensle evlenmeleri Papa’nın iznini gerektiriyordu zira 3.dereceden akrabalardı. Normalde kralın varisinin böyle bir evlilik yapmasını reddetmesi beklenirdi fakat kendi babasının annesi tarafından devrilip öldürülmesine şahit olmuş 3.Edward, kız erkek ayırt etmeden bütün çocuklarını evlilik konusunda serbest bırakmıştı ve bu evliliği de onayladı ve Prens Edward ile Joan Windsor Kalesi’nde dünya evine girdi.

İlk Galler Prensesi Joan

Yeni geliniyle uzun bir balayından sonra prens 1362’de babası tarafından Akitanya ve Gaskonya lordu olarak görevlendirildi. Prens lükse ve şatafata oldukça düşkün bir insandı ve saray yaşamını severdi fakat uzun barış dönemleri ona göre değildi. Bu yüzden 1366’da Kastilya’nın devrik kralı Pedro kapısında belirince bu fırsatı kaçırmadı ve babasına bile sormadan Pedro’yu kendisini deviren ve Fransa destekli piç kardeşi Henry’e karşı destekleyeceğini ilan etti. Bunu takiben Bordeaux’da parlamento toplandı ve kararın krala danışılmasına karar verildi. Kral’ın oğluna destek vermesiyle birlikte İspanya seferi hazırlıkları başladı. Prens tabii ki böyle bir yardımı karşılıksız yapmıyordu. Yapılan anlaşmaya göre Pedro tekrar tahta çıkarıldıktan sonra Biscay’ı İngilizlere bırakacak ve çoğu paralı askerden oluşan ordunun masrafı, prensin ve orduda yer alan lord ve şövalyelerin masrafı olarak 1.500.000 florin civarı bir ödeme yapacaktı. Prens anlaşmanın kendine düşen kısmını yerine getirdi ve Najera Savaşı’nı kazanarak Pedro’yu tahta çıkardı. Fakat Pedro’nun anlaşmanın kendine düşen kısmını yerine getirmeye pek niyeti yoktu. Prensi sürekli borcunu ödeyeceğini söyleyip oyaladı, fakat asla bir ödeme gerçekleşmedi. Prens ödemesini beklerken ordusuyla birlikte dizanteri salgınına yakalandı. Söylenene göre İspanya’ya giden 5 askerden sadece 1’i geri dönebildi, Prens ise sağ kurtulmasına rağmen asla tam olarak iyileşemedi. 2 yıl sonra Henry’nin geri gelip Pedro’yu yeniden devirmesi ve öldürmesi sonucu bu seferin ne kadar büyük bir fiyasko olduğu netleşti. Prens hiçbir şey elde etmediği bir savaş için kaynaklarını harcamış, borca girmişti, yeni kral Henry’nin düşmanlığını kazanarak uzun süreli bir Fransa-Kastilya ittifakının temelini atmıştı, ve onu öldürene kadar peşini bırakmayan dizanteriye yakalanmıştı.

Najera Savaşı

Prens sonunda Akitanya’ya geri dönmeyi başardı, fakat hem kendi pahalı yaşam standartlarının getirdiği borçları hem de Pedro’nun ödeyeceğini düşünüp ödeme borcu altına girdiği ordu maaşlarını ödemek için bir şeyler yapması gerekiyordu. O da her hükümdarın ana gelir kaynağı olan vergileri arttırma yoluna gitti, fakat bu tahmin edemeyeceği ölçüde ters tepti. Yerel lordlarla arası genel olarak çok iyi değildi ve alakasız bir yerde fiyaskoyla sonuçlanmış bir savaşın bedelini onlara ödetmeye çalışmak bu kötü ilişkilerin düzelmesine pek katkı sağlamadı. Yerel lordlar Fransa Kralı Charles V’ye şikayette bulundu ve kral hesap vermesi için prensi Paris’e çağırdı. Anakaradaki İngiliz toprakları hala hukuken Paris’e bağlıydı, yani Charles’ın yaptığı hukuksuz değildi. Yine de prens yargılanmayı kabul etmedi ve bunun üzerine Charles 1369 yılında İngiltere’ye savaş ilan ederken Yüzyıl savaşlarının 9 yıllık reklam arasını sona erdirdi. Önceden prensin otoritesi altında bulunan yerel lordların büyük bir kısmı Fransız tarafına geçtiği savaşta İngilizler ağır hezimete uğradı. Savaşın geniş alana yayıldığı ve çok büyük bir çarpışmanın yaşanmadığı savaşta Fransızlar yerel halkın da desteğiyle İngilizleri hızlıca püskürttüler ve 1371 yılında büyük oğlu Edward’ın 7 yaşında ölmesiyle sağlığı iyice kötüleşen prens bir daha geri dönmemek üzere İngiltere’ye gitti.

Prens 1372’de babasıyla birlikte Fransa’ya yelken açmasına rağmen rüzgarın izin vermemesi sebebiyle İngiltere’ye dönmek zorunda kaldı ve hayatının geri kalanını İngiltere’de barış içinde geçirdi. Bu zaman içinde kendini biraz siyasetle biraz da hayır işleriyle oyaladı fakat sağlık durumu çok fazla bir şey yapmasına izin vermedi. Ara sıra düzeliyor gibi görünse de hastalık sürekli daha ağır şekillerde nüksediyordu. Öyle ki hayatının son dönemlerinde sık sık zayıflıktan bayılmaya başlamıştı. 1376 yılında durumu iyice kötüleşti ve kendisi de zamanının bittiğini anladı. Babasını ve İngiltere siyasetinin en etkili figürlerinden kardeşi John’u yanına çağırarak oğlu Richard’ı varis olarak tanımaları için yemin ettirdi. O sırada toplanan ve reformcu kimliği nedeniyle halk tarafından İyi Parlamento olarak adlandırılan parlamento da ülkenin en büyük kahramanlarından görülen prensin isteğine uyarak Richard’ı çağırdı ve onu İngiltere tahtının yasal varisi olarak tanıdı. Oğlunun geleceğini güvence altına aldıktan sonra prens Haziran 1376’da, daha 46 yaşındayken öldü.

Bu derece meşhur bir prensin tahta geçemeden ölmüş olması çoğu kişi tarafından trajik addedildi ve 3.Edward’ın prensten yalnızca bir yıl sonra ölmesi de bu algıyı güçlendirdi. Kralın yiğit oğlu, İngiltere’nin en büyük şövalyesi 46 yıl beklediği tahtı almasına 1 yıl kalmışken ölmüştü ve İngiltere tahtı 10 yaşındaki bir çocuğa geçmişti. Lakin prensin ününün gözlere indirdiği perdeyi kaldırırsak, prensin sağlığına kavuşup 4.Edward olarak tahta çıktığı bir senaryonun İngiltere için olumlu olup olmayacağı muallak. Zira prens İngiliz tacını hiç giyemese de Güneybatı Fransa’da neredeyse tam otonomiyle, bir kral gibi hükmediyordu ve sonuçlar pek de olumlu olmadı. Yerel lordlarla arasını bozdu, hazineyi aşırı harcamalarıyla boşalttı ve kaynaklarını gereksiz savaşlarda harcadı, sonunda küçük bir sahil şeridi dışında Güneybatı Fransa’daki bütün İngiliz topraklarını kaybetti. Ayrıca kendisinin askeri başarıları küçük olmamakla beraber, oldukça abartılı olduğunu söylemek mümkün. Crecy’de ana kumandan değildi, Najera’da düşman ordusu çok küçüktü ve kariyerinin sonunda topraklarının büyük kısmını Fransızlara kaptırdı. Poitiers’deki başarısı ise etkileyici olmakla beraber sahip olduğu ünü meşrulaştırmak için yeterli değildi. Prensin başarıları tahtın varisi olmasından ötürü babasının da desteğiyle dönemin ve daha sonraki yüzyılların İngiliz tarih yazıcıları tarafından propaganda amacıyla abartıldı ve çok da hak etmediği bir üne kavuşturuldu. Bütün bu sebeplerden prensin 4.Edward olarak hükümdarlığının büyük ihtimalle savaşmak için savaşma huyundan dolayı Fransa ve İskoçya ile yapılacak savaşlarla karakterize edileceğini ve bunun zaten iyi durumda olmayan İngiltere ekonomisini iyice dibe çekeceğini varsaymak çok da aşırıya kaçmaz. Hatta ekonominin kötüleşmesinden öte son savaşlarda hep yenik durumda olan İngiltere’nin Fransızlar ve İskoçlar tarafından yenilgiye uğratılması ihtimalinde kanatlarının daha tarih sahnesini hiç domine edemeden kırılabileceği bile söylenebilir. Bunların hiçbirini kesin olarak bilmek tabii ki mümkün değil, ama Kara Prens’in tahta geçememesinin İngiltere için büyük bir kayıp olduğunu söylemenin çok mantıklı olmayacağı da aşikar.

Son olarak, “Kara” lakabının nereden geldiğine bakalım. Prensin kendi yaşadığı süreçte Kara Prens olarak bilindiğine dair hiçbir ibare yok. Onun yerine yaşamı süresince Prens, Galler Prensi ya da Woodstock’lu Edward olarak bilinmiş. İlk kez 16.yüzyıl metinlerinde rastlanılan bu lakabın kaynağı olarak genellikle prensin kömür gibi kara ruhu gösterilir. Özellikle Fransa’daki chevauchee sırasında o kadar çok yerleşim yeri yakmıştır, o kadar çok masum insanı öldürmüştür ki Fransızlar ona bu lakabı uygun görmüştür. Bu teatral yaklaşım kulağa hoş gelse de büyük ihtimalle doğru değil. Zira prensin pek çok insanı öldürdüğü kesin olsa da, Ortaçağ gibi bir dönemde diğer katillerin arasından sıyrılıp böyle bir ünvanı hak ettiğini söylemek güç. Ayrıca kendisinin şövalyelik özelliklerine çağdaşları tarafından sıklıkla vurgu yapılmasını göz önüne alırsak, prensin böyle bir lakabı hak edecek kadar şeytani olduğu iddiası biraz suya düşüyor. Çok daha olası ihtimal ise lakabın prensin zırhı ve armasından kaynaklanması. Prens kendi arması olarak Bohemya Kralı John’dan devraldığı siyah zemin üzerinde üç tüyü kullanıyordu ve kesin olmamakla beraber siyah bir göğüs zırhı kullanıyordu. Şövalyelerde pek yaygın olmayan siyah rengin prens tarafından kullanılmasının tarihçilerin metinlere bakarken böyle bir lakapta karar kılmış olması pek teatral olmasa da büyük ihtimalle gerçeğe çok daha yakın bir teori. Fakat en azından şu an hiçbir teorinin kesinliği yok, ileriki yıllarda bir tarihçinin trollüğüne böyle bir lakabı kullanmaya başlayıp yaygınlaştırdığı bile ortaya çıkabilir.

Prens Bladestorm oyununda siyah zırhıyla arz-ı endam ederken

 

Kaynakça

Barber, Richard W. The life and campaigns of the Black Prince : from contemporary letters, diaries and chronicles, including Chandos Herald’s Life of the Black Prince. Rechester : Boydell, 1997.

Green, David. Edward the Black Prince. Harlow:Pearson, 2007.

https://www.thehistorypress.co.uk/articles/where-did-the-black-prince-get-his-name-from/

http://www.bbc.com/news/magazine-28161434

https://e-royalty.com/articles/royal-love-match-joan-and-black-prince/

Leave a Reply