1) Öncelikle biraz kendinizden bahseder misiniz?
1966 Ödemiş/İzmir doğumluyum. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ni bitirdikten sonra Almanya’da Bochum Ruhr Üniversitesi’nde Hukuk master’ı yaptım. Hayalim olan Dışişleri Bakanlığı Meslek Memurluğu sınavını 1993 yılında kazanmamın akabinde Türkiye’ye döndüm ve Ankara’daki merkez görevlerimin yanısıra Bangkok, Bonn, Essen ve Tiflis’te görev yaptım. Daha sonra Düsseldorf’a Başkonsolos olarak atandım ve 2013 yılında Türkiye’nin Eritre Devleti nezdinde büyükelçiliğini açmak üzere Kurucu Büyükelçi olarak atandım. 2016 yılından bu yana Dışişleri Bakanlığı’nda Büyükelçi, I. Hukuk Müşaviri, Uluslararası Hukuk Genel Müdürü ve Hukuk Hizmetleri Genel Müdürü olarak görev yapıyorum.
Roman yazarı da olmam hasebiyle kendimi mesleki açıdan bir Diplomat, Hukukçu ve Yazar olarak tanımlayabilirim.
2) Neden hukuk fakültesini tercih ettiniz?
Hukuk o kadar geniş bir yelpazeyi kaplar ki, hakkını verdiğiniz ve sabırla çalıştığınız takdirde size inanılmaz kariyer imkanları sağlar. Fakültede kazandığınız hukuk nosyonu, size hayatınız boyunca attığınız her adımda eşlik eder. Avukat olarak özel sektörde çalışabilir, hukuki danışmanlık yapabilir, hakimlik ve savcılık gibi prestijli devlet görevlerinde adaletin tecelli etmesine katkı sağlayabilir, kamuda müfettiş veya kaymakam olabilir veya benim gibi bir diplomat olup ülkenizi yurt dışında temsil edebilirsiniz. Özellikle dil bilen hukukçular BM gibi uluslararası kuruluşlarda da aranan nitelikteki kişilerdir. Hukuk Fakültesi diplomasının size kamu ve özel sektörde açabileceği kapılar bunlarla da sınırlı değildir.
Ben daha lise yıllarında kendimce kariyer çizgimi belirlemiş ve diplomat olmaya karar vermiştim. Beni diplomatlığa taşıyan bir meslek olarak hukukçuluğu seçtim ve bu yüzden hukuk fakültesini tercih ettim.
3) Hukuk Fakültesi mezunları genellikle avukatlık, hakimlik veya savcılık yapmayı tercih ediyor. Bunların yerine diplomatlığı neden seçtiniz?
Hangi alanda olursa olsun hukukçuluk son derece saygın bir meslektir. Hukuku, adaleti, yeri geldiğinde devleti temsil edersiniz. Benim tercihim ise her zaman diplomatlık olmuştu. Sanırım farklı coğrafyalarda görev yapıp, farklı kültürlerle tanışırken ülkemi temsil etmek düşüncesi beni bu mesleğe çeken en önemli etken idi.
Türkiye’de diplomatlık, klasik bir hukukçu mesleği olarak görülmez. Nitekim benim dönemimde, hatta benden on yıl öncesinde ve sonrasında mezun olanlar arasında diplomatlığı seçen olmadığını biliyorum. Bunun en büyük sebebi diplomasinin çok iyi derecede yabancı dil bilgisini gerektiriyor olmasıdır. Ancak artık yabancı dilde eğitim veren hukuk fakültelerimizin artışıyla, genç hukukçularımızın giderek artan oranda diplomasi mesleğini seçtiklerini büyük bir mutlulukla görüyorum.
4) Diplomat olmak isteyen hukuk fakültesi öğrencilerine üniversite sürecinde ve mezun olduktan sonra nasıl bir yol izlemelerini öneriyorsunuz?
Her şeyden önce ders geçmek için değil, iyi bir hukukçu olmak için gayret gösterin. Çalışmalarınız hep bu yöne odaklansın. Hangi konu olursa olsun onu iyi öğrenin ve farklı kaynaklardan araştırma yaparak bilginizi derinleştirin. Bu hem sizin bilgilerinizin hafızanızda perçinlenmesine hem de hukukçuluğun vazgeçilmezi olan araştırma yetinizi geliştirmenize yardımcı olur. O yüzden ders kitapları ve notlarıyla yetinmeyin. Çevrenizde, ülkenizde ve dünyada olup bitenlere yabancı olmayın, gündemi takip edin. En önemlisi de mutlaka yabancı dilinizi geliştirin. Eğer diplomat olmak istiyorsanız uluslararası ilişkilerle ilgili yabancı dildeki ciddi kaynakları öğrencilik yıllarınızdan başlayarak mutlaka takip edin. Yabancı dil üniversite bittikten sonra sınava hazırlanırken kısa bir sürede olgunluğa erişecek bir şey değil. Üniversite yıllarınızda yabancı dilinizi çok iyi bir seviyeye getirmek için özel bir gayret sarf etmezseniz hayal kırıklığına uğrayabilirsiniz.
Güncel uluslararası siyasi gelişmelerle ilgili olarak devletimizin bakış açısını yansıttığından, bakanlığımızın web sayfası da sıkça başvurduğunuz bilgi kaynaklarından olsun. Bunlar sınava hazırlık döneminden önce sizi hazırlayacaktır. Sınavlara başvurmaya karar verdiğinizde ise sınav konularıyla ilgili ciddi, sistematik ve yoğun bir çalışma yapmanız gerekir. Bakanlığımızın web sayfasındaki sınav konuları ve daha önceki yıllarda çıkan sorular, size hazırlık aşamasında yol gösterici olacaktır.
5) Uzun süre diplomatlık yaptıktan sonra Dışişleri Bakanlığı’nda Hukuk Müşavirliği yapmaya başladınız. Hukuk müşavirliği düşünen hukuk fakültesi öğrencilerine verebileceğiniz tavsiyeler nelerdir?
Bakanlığımızın Hukuk Müşavirliği, yeni adıyla Hukuk Hizmetleri Genel Müdürlüğü 127 yıllık tarihiyle Dışişleri Bakanlığımızın en eski ve köklü birimleri arasındadır. Yabancı diline güvenen ve devletler hukukuna özel ilgi duyan öğrencilerimize mezun olduklarında Dışişleri Bakanlığı Hukuk Müşavirliği sınavına girmelerini tavsiye ederim. Başta Türkiye’nin taraf olduğu antlaşmaların değerlendirilmesi olmak üzere, uluslararası hukukun uygulayıcıları aynı zamanda diplomat olan hukuk müşavirleridir. Diplomatik statüyü haiz olarak diğer diplomatlar gibi yurtdışı misyonlara atanırlar. Sınavları geçebilmeniz için iyi bir hukukçu olmanız ve hukuki mütalaada bulunabilecek derecede iyi yabancı dil bilginiz olması gerekir. Bakanlığımızın internet sayfasında hukuk müşavirliğine ilişkin bilgiler mevcuttur. Hangi koşulların gerektiği, geçmiş sınavlarda ne tür sorular sorulduğu gibi merak ettiğiniz hususları oradan öğrenebilirsiniz.
6) Eritre’de açılan büyükelçiliğe ilk Türk büyükelçi olarak atandınız. Orada yaşadığınız tecrübelerden bahsedebilir misiniz?
Diplomatlık çok şerefli bir meslektir ve bunun en üst aşaması da büyükelçiliktir. Kurucu Büyükelçi olunca buna bir de ayrı bir sorumluluk eklenir. Yabancı bir ülkede ilk kez bayrağımızı göndere çekmek gibi bir göreviniz vardır. İlişkilerin gelişmesi yönündeki ilk adımları siz atarsınız. Her şeyin ilki sizsinizdir. Büyükelçiliğin görev yapacağı binayı ve personelini bulursunuz. Siyasi, ticari ve kültürel ilişkileriniz büyükelçilik açıldıktan sonra ivme kazanır. Bu nedenle Eritre’deki görevim benim asla unutamayacağım anılarımla ve tecrübe birikimleriyle dolu.
Eritre’de yaşadığım tecrübeleri birkaç paragrafla anlatmam mümkün değil. Ancak bir gün talep olduğu takdirde Bilkent Üniversitesi Hukuk Fakültesi öğrencileri ile düzenleyebileceğimiz bir sohbet toplantısı ile vakit yettiğince anlatmaya çalışırım. Yine de orada nasıl göreve başladığımı, yeni bir büyükelçiliğin nasıl kurulduğunu ve aşamalarını merak eden var ise Eritre’deki görevimi tamamladıktan sonra hazırlamış olduğum on dakikalık bir video klibi* mevcut.
*Video klibi: https://www.facebook.com/firat.sunel/videos/10210820166760386/
7) Hukukçu, diplomat kişiliğinizin yanında ayrıca kitap yazıyorsunuz. Şu anda yayınlanmış olan iki kitabınız var: Salkım Söğütlerin Gölgesinde ve İzmirli. Kitap yazmaya nasıl karar verdiniz?
Evet, ben aynı zamanda yazarım ve bildiğim kadarıyla diplomatik kariyeri seçtikten sonra romancı olan ilk ve tek diplomatım. Yayınlanmış iki romanım var, yenileri ise yolda. Genç bir hukukçunun etrafında dönen gizemli ve sarsıcı bir hikayeyi konu etmesi nedeniyle özellikle “İzmirli” adlı romanımın siz genç müstakbel meslektaşlarımızın ilgisini çekeceğini düşünüyorum.
Yazmak benim için her zaman bir tutku olmuştu. Okuyup yazmayı öğrendikten sonra sürekli günlük tuttum. Daha ilkokul döneminde öykü ve roman denemelerim oldu. Daha sonra da ileride yayınlanmak üzere bazı öyküler yazdım. Ancak profesyonel anlamda romancı olmak için emekli olmayı bekliyordum. Fakat bir gün bunun için emekliliğe kadar bekleyemeyeceğimi anladım ve on yılı aşkın süredir profesyonel yazar olarak da kariyerime devam ediyorum.
8) Günümüzde birçok kişi iş hayatının yoğunluğundan hobilerine vakit ayıramadığını söylüyor. Siz bu kadar yoğun olmanıza rağmen iki kitap yazdınız. Takip ettiğim kadarıyla hobi olarak su altı fotoğrafçılığı da yapıyorsunuz. Bütün bunları aynı anda nasıl başarabiliyorsunuz? Bu konuda bize verebileceğiniz tavsiyeler nelerdir?
Bu tamamen zamanı dikkatli bir şekilde kullanabilme ve disiplin meselesidir. Bu iki hususa riayet ediyorsanız “zamanım yok” bahanesinin ne kadar geçersiz olduğunu görürsünüz. Gün içinde o kadar boş şeylerle vakit geçiriyoruz ki, entelektüel gelişimimize katkı sağlayacak olanlara yer kalmıyor. Halbuki her sabah biraz daha erken kalkarak yazmaya, okumaya daha fazla zaman ayırabiliriz. Sosyal medya ile daha az zaman geçirip, onun yerine internetten mesleğimiz ve ilgi alanımızla alakalı daha fazla şey okuyabiliriz. Akşam TV’nin karşısında vakit geçirmek isteyen yine geçirsin, dizisini, filmini seyretmek isteyen seyretsin. Ama bunu mesela kondisyon bisikletinin üzerinde yapabilirsiniz. O zaman vücudumuz ve sağlığımızın vazgeçilmezi olan spor için ayrıca bir vakit ayırmaya gerek kalmayacaktır. Üniversiteye, eve gidip gelirken yine müziğinizi dinleyin. Ama akıllı telefonumuza indirdiğimiz uygulamalardan yabancı dilimizi ve kelime dağarcığımızı geliştirecek programları da dinleyin. Banyodaki aynanıza yeni öğrendiğiniz kelimelerin veya cümlelerin yazılı olduğu kâğıtları iliştirin ve dişlerinizi fırçalarken onlara arada bir göz atın. Sadece bunlarla bile kısa sürede kaydettiğiniz gelişime inanamayacaksınız.
Diğer yandan hayatınızın sadece eğitim ve işten ibaret olmadığını da aklınızdan çıkarmayın. Mesleğinizle doğrudan bağlantılı olmayan alanlarda hobiler ve başka ilgi alanları bulun. Nelere ilginiz olduğunu keşfedip, orada da kendinizi geliştirmeye çalışın. Başka uğraşların olması bedene ve ruha iyi gelir. İnsanı zaman zaman bir boşluk hissine düşmekten alıkoyar. Sosyal yönünüzü geliştirirken iş hayatında da daha verimli olmanızı sağlar. Ben söz ettiğiniz gibi fotoğrafçılıktan doğa ve su sporlarına kadar ilgi alanım olan pek çok şey için zaman yaratmaya çalışıyor ve bunun faydalarını hem iş hem de özel hayatımda görüyorum. İlgi alanınızın ne olduğu önemli değil. Doğa yürüyüşü, yemek pişirme, ahşap oymacılığı veya bir müzik enstrümanı çalmak olabilir. Yeter ki istediğiniz ve içinizden gelen bir uğraşı olsun. Bunları boş zamanlarınızı doldurduğunuz basit hobiler olarak görmeyin, ciddiye alın ve iyi olmaya çalışın.
9) Salkım Söğütlerinin Gölgesinde kitabınızda Ahıska Türklerinin dramını anlatıyorsunuz. Bildiğim kadarıyla Ahıska Türkü değilsiniz. Bu konuyu kaleme almaya nasıl karar verdiniz? Kitap sonucu onlardan aldığınız geri dönüşleri paylaşabilir misiniz?
İlk romanım olan Salkım Söğütlerin Gölgesinde ciddi anlamda ses getirdi. Tarihi bir roman ve Ahıska Türklerinin sürgününü anlatıyor. Bu aynı zamanda benim, edebiyat dünyasına profesyonelce adım attığım ilk romanım. Zülfü Livaneli bu kitap için, “Tarihte acı olayların neden olduğu kayıpları çoğu zaman rakamlarla ifade etmeye çalışırız. Fakat Fırat Sunel’in Salkım Söğütlerin Gölgesinde’sinde artık yaşanan acılar rakamlardan çıkıp ete kemiğe bürünüyor.” diye yazmıştı bir yazısında. Romanım pek çok edebi makaleye ve doktora tezine konu oldu, bazı üniversitelerde ders olarak okutuldu. Ayrıca “Büyük Sürgün Kafkasya” adıyla da dizi filme uyarlandı. Kitap 6. baskısını yapmak üzere ve gerçekten çok iyi dönüşler aldım.
Yazarlığın çocukluk yıllarıma dayanan bir tutku olduğunu ifade etmiştim. Ama bir roman yazmak için daha çok vakit vardı ve bunun için emekliliği bekliyordum. 2000’li yılların ortalarında Gürcistan’da Tiflis Büyükelçiliği’nde müsteşar olarak görev yaparken 1944 sürgününü yaşamış Ahıska Türkleri ile tanıştım. Onların ağızlarından tüyler ürperten hazin hikâyelerini dinledim. O kadar etkileyici hikâyeler anlattılar ki, artık yazmak için emekliliği bekleyemeyeceğimi anladım. O gün bu gündür artık bir yazar olarak profesyonel anlamda yazıyorum.
Sayın Fırat Sunel’e gazetemize zaman ayırdığı için çok teşekkür ederim.