Bildiğiniz gibi bir önceki yazım endüstriyel futbol üzerineydi. Bu yazım da kalan kısımları tamamlama maksadıyla konuyla direkt alakalı olması gerektiğini düşünüyordum. Uzun olacağı için şimdiden özür diliyorum. Gerek Avrupa şampiyonası gerekse milli takımla ilgili yapılan ateşli tartışmalara aslında seçimimin ne derece doğru olduğunu gösterdi. Futbolun endüstriselleşip küreselleşmenin en mühim ve en görsel argümanı olduğu tartışmasız bir gerçektir. Lakin sizlere endüstriyel kapitalizmin Marx’ın “ekonomik determinizm”ini tersine çıkaracak şekilde ekonominin her şeyin temeli olmasının ötesinde bazı durumların da ekonomiye temel oluşturduğunu göstermek ve bunun futbol aracıyla yapıldığını, bundan dolayı da bizlerin hal-i pür melali hakkında bir betimleme yapmak istiyorum.

Kapitalizm ve din olgusu, günümüz dünyasında mutualist yaşayan iki canlı gibidir. Din bir şekilde kendi ideal tanımından sıyrılarak insan eliyle ideal tipinden yozlaşıp kitleler kazanmak ve genişlemek sermayeye hatta kara dönüşmektedir. Tabi bu konuda hangi dinden söz ettiğimi de söyleyim: Futbol dininden! Bir önceki yazımda futbolun en özgür ve en büyük küresel imparatorluk olduğunu, bunu yapabilmesinin birleştirici unsurlara dayandığını ve bu sayede Emile Durkheim’in organik toplum yaratımını nispi bir oranda gerçekleştirdiğini yazmıştım. Şimdi ise buna katkı sağlamak amacıyla futbolun dinleştirildiğini, statların mabet gibi görülmesinin, taraftarların sadık müşteri-üye babında maçlar olduğunda nefeslerini tutup kendinden geçercesine izleyip takip etmelerinin başka türlü açıklanamayacağını düşünüyorum. Bunu kanıtlar bir örnek vermek gerekirse Alen Markaryan “bütün yollar hayatımda Beşiktaş’a çıkar, ve benim için bir yaşam tarzıdır” der. Kıraç ise “Fenerbahçe hiçbir şekilde anlatılmaz, dünyanın aydınlık tarafıdır o” diyerek nasıl bir inanç ve bağlılık safhasında olduğunu bizlere göstermektedir(1). İnandığınız gibi yaşamazsanız yaşadığınız gibi inanırsınız. Bu iki örnekten yola çıkarak futbolun adeta dinselleştirildiğini görebiliriz. Bu kadar taraftarlık ve bağlılığın sağlanmasında festifutbolendüstriyel kapitalizmin popülist yaklaşımları, reklamlar sayesinde var olan manipülasyonu, görsel şölen vasıtasıyla hayat gailesini bir nebze olsun geri plana atması en önemli etkenlerdir. Sermaye insan çeker, dinsellik de elde edilen insanları muhafaza edip mıknatıs misali yenilerini de kendine çeker. Kabul etmeyenlerin yani futbolla ilgisi olmayanların ne gibi bir etiketlenme ve dışlanmaya itildiğini-bitaraf olan bertaraf olur!- yani Marx’ın deyimiyle yabancılaşmaya uğradığını varın siz düşünün. Lakin bu noktada futbolun da kendisine yabancılaştığını ve bunun da endüstriyel kapitalizmle oluştuğunu belirtmemde yarar var. Futbolda dönen uçuk rakamların dünyadaki açlığa son vereceğini düşündüğümüzde insanların nasıl bu kadar aşırılığa çanak tuttuğunu hatta insanların takımları uğruna fazlaca harcamalar yapıp refahından feragat ettiğini ancak ve ancak futbolun kapitalist bir din haline gelip insanları ikna ettiği kanısına vararak anlayabiliriz. Bu bağlamda Comte’un bilimsel din tezinin de bu yaklaşımla çökeceği aşikar. Kapitalizm insanları tüketmeye yönlendirir ve piyasa da müşteriye ve tüketiciye göre şekillenir yani ne yapıyorsak kendi elimizle kendimize yapıyoruz denebilir. Bu bağlamda futbolda bu kadar yoğun yaşanılan duygular karşında yapılan hatalar elbette çok fazla tepkiye neden olur ki Avrupa şampiyonası boyunca Türkiye’de var olan milli takım üzerinden tartışmalar dinleştirilmiş futbol anlayışına, başta prim kavgalarını,  hırstan yoksun korkak futbol anlayışını ve daha sayamadığım birçok yanlışı ise endüstriyel futbolun vehmine bağlıyorum. Tabiri caizse böyle bir nefret, uzlaşmasız, kalitesiz ve başarısız olay ve sonuçların sebepleri kamuoyu ve toplumunun kendisidir.

Tam bu noktada futbolun uyuşturucu fonksiyonuna da değinmeden edemeyeceğim. Portekiz’in 1923-74 futbokyılındaki diktatörü olan Salasar, yönetimde uzun bir şekilde kalma muvaffakiyetini 3F(futbol, femenino-kadın-, festival) ye bağlar.” Onları dev beşiklerde salladım” demekten de geri durmayarak futbolun nasıl uyuşturucu, nasıl kelepçe olduğunu da harikulade betimlemiştir. Benzer durum İspanya’daki Franco diktatörlüğünde de zuhur etmiştir(2). Günümüze baktığımızda turnuvalar festival havasındadır, enstantanelerde kadınlar vardır, pratikte ise futbol ve izlenme… Bakınız Fransa’da haftalardır bitmek bilmeyen işçi-emekçi protestoları vardı, turnuva sayesinde gölgelendi ve bitti. Başka örnek verelim, Türkiye’de 80 darbesi sonrası yükselen iki olgu vardır sırf toplumu siyasetten uzak dizayn etmek için: futbol ve magazin.   Haliyle sağ-sol ideolojiler yerine Özal’ın bu toplum mühendisliğine derman olan neo-liberal politikası da buna paralellik gösterir ve bundan sonrasında da eğlence sektörü hızla artar. Böylece ülkede hatta dünyada ekonomik-politik krizler, haksızlık, vahşet, dram vs. varsa algıları futbolla pekala yönetirsiniz çünkü okumayan, görsele odaklanan, gerçeklerle ve sorunlarla uğraşmayan, kafa yormayan,elini taşın altına koymayan haliyle yardım çığlıklarını duymayan  bir toplumda maalesef insanlar futbola ve futbolculardan başlayarak zengin insanların kazançları ve mantık dışı hedonist yaşam tarzlarına fazlasıyla odaklanır. Bunun nedeni ise görünürde müthiş refah sağlayan kapitalizmin aynı zamanda ütopik-fantastik, ulaşılması çok güç hayat tipolojilerini insanlara gösterip  vaat etmesi lakin onların şahsında var etmemesinden kaynaklandığındandır. Öyle ki bu ilgi ve fanatizm taraftarları sadık, parayı ve çıkarları asla düşünmeyen birer asker yapmakta ayrıca uğrunda ölmeyi düşündürecek ve teşvik edecek marşlar da  ağızlarına pelesenk olmaktadır. Sözlerimi açmam gerekirse, futbol- ki buradaki kastım oynanan oyun, olgu olan futbol terimi değil-, müzik ve dans çevresinde görünürde müthiş bir ambiansı olan bu olgu, arka planda hırs, rekabet ve hareketi barındırır. Bunlar da dönüşüme uğrayarak nefret, rekabet ve çatışma halini alır ki düzensizlikten doğan yayılmacılığı yani küresel sermayenin joker kartı olan kültür emperyalizmini tetikler ve böylece aslında parçalanmış kişiler ve toplumların birleşmesiyle oluşan bir organik toplum oluşur ki “Mass Media” denilen kavramın fonksiyonu kapitalist küresel toplumda bir diktatoryanın kurulumuna işarettir.Bu demek oluyor ki gizli Franco’lar, Salasar’lar bahisleri toplayan, maçlara doğrudan veya dolaylı şekilde etki eden, pastadan payı fazlasıyla alıp monopole göz kırpan işadamı kisvesine bürünmüş futbol baronları, futbolla ilgilenen devlet adamları ve uluslararası futbol kuruluşlarının başındaki insanlardır. Bu eşitsizliğin ve yanlılığın önüne asla geçemeyiz ki eski FIFA başkanı Blatter de şike ve manipülatif eylemlerin olduğunu itiraf etmiştir(3). fifaKüfrün, şiddetin, ayrışmanın, hilenin olduğu yerde nasıl temiz futboldan bahsedilebilir ki…

Çözüm yolları nedir diye sorarsanız, dinleştirilen futbol yerine dinlendiren, huzur bulduran, kamplaştırma üzerinden toplulukları biraraya getirmeyen bir futbol anlayışı gerek. İkinci olarak dilendirmeyen bir futbol anlayışı yani insanların emeklerini ve sermayelerini manipüle ederek almayan, profesonellik nosyonunu da astronomik görsel harcamalardan sıyırabilen bir futbol anlayışı…Futbolun toplumun üst katmanlarının elinde sosyolojik-ekonomik duyarlılığı engelleyen uyuşturucu olmasından kurtarılması lazım. Tarihten bakarsak, diktatörler savaş- çatışma periyotlarını statükolarını koruma aracı olarak kullanır. Yozlaşmış milliyetçi anlayışla, maçların savaş arenası olarak addetmek yerine satranç platformu olarak addetmek lazım ki bu da düşündüren futbol konseptidir kanaatimce. Aksi takdirde çoğulculuğu ifade eden renkler de yozlaşmaya uğrar ve sembolik manada kamplaşmanın temelini oluşturur. Zaten bu noktada ‘rengini belli et’ sözü harikulade anlamlar taşımaktadır ve malesef renkler de bu duruma alet olmaktadır. Simon futbolideoloji4Kuper, “futbol asla sadece futbol değildir” diyerek çok doğru bir dikkat çekmede bulunmuştur. Ardından Menotti, “sadece futboldan anlayan futboldan da anlamaz(4)” diyerek bu realitenin tanımlamasını yapan Kuper’i tamamlamıştır. Bu noktada Barcelona’nın “bir takımdan daha fazlası”(5) sözünü de göz önünde bulundurursak endüstriyel futbolun metalaştırılmasını tecrübe ederiz. Bu metalaşma, bilinci öylesine yok eder ki devrimci takım dediğimiz Barcelona şimdilerde kapitalist oligopol bir takımdır ve Real Madrid’den en ufak bir farkı yok gibidir. Benim gördüğüm tek fark, Barcelona serbest piyasa ekonomisinin tahakkümü altındadır, Real ise devlet tahakkümü altında. Bu tip bilinç kaybını İskoç futbolunun iki devi ve mezhepler temsilci Celtic ve Glasgow Rangers’ta da görürüz. Başka örnekler de çok rahat bir şekilde verilebilir… İşte bu endüstriyel anlayışın dinleştirmesine, metalaştırmasına karşı müthiş bir tepki bu olguya karşı çıkan Livorno ve Adanademirspor’un maç yapmasıyla verilmiştir(6). Umarım bu tepkisel girişim küresel bir cevap bulur. Hiç bir olgunun dogmalaşmaması ve yozlaşmaması dileklerimle…

 

  1. Futbol dini belgeseli
  2. http://www.mescere.net/forum/index.php?topic=14730.0%3Bwap2
  3. http://www.cnnturk.com/spor/futbol/blatter-kura-cekiminde-nasil-hile-yapildigini-anlatti
  4. http://haber.sol.org.tr/serbest-kursu/kapitalizmin-futbolu-osman-bulugil-haberi-30647
  5. http://www.radikal.com.tr/spor/turk-ve-italyan-solu-yesil-sahada-bulusuyor-952460/

Leave a Reply