Kanat Güner, 4 Mart 1998’de, eroin güncesi’nin yayınlanmasından 1 yıl sonra Beyoğlu’nda bir sinema tuvaletinde kasığında bir iğneyle ölü bulundu.
Hikaye onun için burada tamamlanıyor ancak umuyorum ki bizim için yeni başlayacak. Yeraltı edebiyatının ilk, en dürüst, en çarpıcı hikayelerinden birine başrol olan yazar-kahramanımız Kanat Güner, ‘bir an önce büyüsün de çok para kazansın, biraz da bize baksın’ diyerek büyütülen, bu sorumluluğun getirisiyle diğer tüm derslerinde birinci ama sevilmekte sınıfta kalan, 17 yaşında bir kız olarak İstanbul’a gelir. Hikayemizin devamında da kendisine çok bela açacak burnunu, bulabildiği her deliğe sokmaya hazırdır ve artık İstanbul Cerrahpaşa Tıp’ta okuyordur. Kanat’ta bağımlılığın kendisi bir bağımlılık olacak ki alkol, esrar, Akineton, erkekler gibi birçok zararlı maddeye bulaşır; Gitarcı’da, öğrenci evlerinde, yurtta, sokaklarda kendine bu maddeleri kullanacak meskenler edinir. Çok aşık olur, çokça terk edilir, son iğnesini bilemese de son aşkını bilir: H. “H’ten önce hep birilerine birilerinin sevgisine ihtiyaç duydum, yalnızlıktan korktum, kaçtım. Ama H’le yalnızlık hiç ama hiç koymuyordu.” Eroini ilk burundan alır, uzatmalı intihar başlamıştır.
“Hey millet, ben ölmeye karar verdim!”
İntihar kelimesini kullanmak her ne kadar doğru gelmese de Kanat bununla barışıktır, “ben öleceğim”dir, “hani derler ya ‘ben canımı sokakta mı buldum?’ diye, tabii sokakta bulduk, çok mu uğraştık dünyaya gelmek için?”dir. Kitabın kendisi bir ölüm bildirgesidir ve Kanat’ın ölümle imzaladığı barış anlaşmasına biz de şahitler olarak mürekkep bir parmak izi ile dahil oluruz. Bu yazıyı yazarken bir türlü “Güner” diye hitap edesim gelmiyor içimden; yaşıt gibiyiz, akran gibiyiz, bir gibiyiz Kanat’la. O nasıl Deniz Gezmiş’in fotoğrafına bakıp “Aşk olsun çocuk, aşk olsun” demişse ben de ona bakıp sıralıyorum içimdekileri. Etrafımdaki insanların gözlerinin içine bakıyorum, aynaya bakıyorum, belki de bir teminat arıyorum yeni Kanat’lar olmayacağımıza dair. “Bu sonuç, benim için uygun görülen, beyaz gömlekli, paralı, çoluklu çocuklu senaryolardan daha çekiciydi. En azından bu senaryoyu ben yazdım, ben oynadım.” Her şeyin plastikleştiği, dönen çarkın ucunun görünmediği, yapay mutlulukların tüketilmesinin zorunluluğa dönüştüğü bir çağdayız. Vatanına hayırlı, ailesine bağlı, sorgulamadan kabulcü, mezar taşına ‘birinin büyük annesi, bir diğerinin saygıdeğer eşi’ yazılan insan arketipi artık rağbet görmüyor, yalnızca her gün burundan eser miktarda başarı ve hırs çekilirse varlığını sürdürüyor. Olan geride bırakılan, evlerinden kovulan, çekilen videoları ile dalga geçilen; bilinçli bir şekilde kendilerini ‘aykırı ve dışlanmış’ konumuna getirdiklerine inandığımız ama birilerine tutunamadığı için hayattan da elini eteğini çekmiş ’senin benim gibi’ gençlere oluyor. esrar güncesi yayınlanalı 25 sene geçti, yardıma muhtaç insanlar şeytanlaştırılıyor, metadon hala girmiyor bu ülkeye. Caydırıcı olmadığı gibi ölçülülük ilkesine de aykırı olan cezalar, tüm çağdaş ülkelerde uygulanırken bize girişi olmayan tedaviler… Narkotikle mücadelenin ilk adımı olarak görmezden gel, toplumdan gizle, adını dahi anma politikası izlendiğinden bir cadı avı sonucu ölüme terk edilen gençler, yeni nesilde ‘çürük elmaların’ çıkmayacağının da teminatı olamayacağı için bir hiç uğruna feda ediliyor. Bir iki kere sohbet ettiğim bir yüzün veya en yakınlarımdan birinin (veya belki de benim!) henüz 27 yaşında Beyoğlu’nda bir sinema tuvaletinde kasığında bir iğneyle ölü bulunduğunu öğrenmek istemiyorum. Çünkü biliyorum Kanat gibi binlercesi var, Kanat’lar çevremizde. Suç Kanat olmakta değil, Kanat’ları öldürmekte. O nedenle intihar kelimesini sindiremiyorum içime. Kanat ne derse desin intihar değil bu, cinayet. Toplumsal, hukuki, siyasi bir cinayet!