Ara sınavların da başlaması ile yoğun okul günleri tekrar kapımıza dayandı. Üstüne soğuyan havalar da resmen kışın yavaştan kapıya dayanacağının bir habercisi. İşte bu zorlu süreçte insan bünyesine ilaç gibi gelen 2-3 günlük tatiller iyi ki var demeden edemiyorum. Bu kısa süreli tatili öğrenince hemen nasıl değerlendirebileceğimi düşündüm ve tercihim huzurun şehri Girne’den yana oldu.
Uçaktan akşam saatlerinde indiğim için başkent Lefkoşa’yı detaylıca görme şansım olmadı fakat ertesi sabah Girne’de gözlerimi açtığımda buranın adeta Akdeniz’in Bodrumu olduğunu düşündüm. Maksimum 2-3 katlı olan beyaz evler ve sabahının sessiz fısıltısı… İnsanoğlunu tüm dertlerinden ve meşguliyetlerinden uzaklaştırıp başka bir boyuta taşıyor sanki. Ben mimari de beyazı severim çünkü bana hep temizliği, düzeni anımsatır ve nerede olursa olsun beyaz evler, her zaman huzur dolu bir görüntü verir. Dahası, evlerin beyazı denizin mavisiyle birleşince sanıyorum ki huzurun tanımını tam olarak yapabiliriz
Girne’de geçirdiğim ilk günü Girne Kalesi’ne ayırdım. Kalenin içinde ilgimi en çok çeken kısım şüphesiz 15 metre uzunluğundaki Batık Gemi oldu. Bir yandan geminin uzunluğunu, parçalarını incelerken yaşanmışlıkları da düşünmeden duramıyor insan. Kalenin en üst kısmına ulaştığınızda limanı tepeden fotoğraflamak ayrı bir zevkti. Ayrıca biz burada sonbaharı yaşarken, oradaki iklimi sayesinde büyük palmiye ağaçlarına rastlamakta ayrı bir mutluluktu, bu görüntü beni tekrar yaz aylarına götürdü. Kaleden sonra limana indiğimdeyse lezzetli balıklar yiyebileceğiniz birçok deniz mahsulü restoranına rastladım. Bunlardan özellikle Sandal Fish Restaurant favorim oldu, mezeleri ve diğer tüm yemekler oldukça başarılıydı.
Ertesi gün Girne’nin küçük kasabası Bellapais için yollardaydım. Bu sevimli kasaba Girne’nin içinde ayrı bir şehir gibiydi sanki. Sokaklar dar, evlerin yüksekliği üç katı geçmiyor. Üstelik bu beyaz mimarinin içinde renkli evlere de rastlamak mümkün Kıbrıs sokaklarında. Bellapais’te bulunan manastırın içini gezme fırsatım olmasa da fotoğraflarını çekip Bellapais’in tüm Girne’yi gören tepesine çıktım. Beş Parmak Dağları elimi uzatsam sanki değecekmişim diyebileceğim kadar yakınımdaydı bu görüntü görmeye değer gerçekten. Kasabanın içine geri dönecek olursak, burada birçok market görebilirsiniz. Kıbrıs’ın hellim peyniri meşhurmuş, sevenler için çokta uygun fiyata hem hellim peyniri hem de değişik ithal peynirler bulunan marketlere kolaylıkla ulaşabilirsiniz.
Gelelim son güne. O günü yalnızca kendime ayırdım ve Kıbrıs sokaklarında kahve içerek fotoğraf çektim. İnanılmaz keyifliydi fakat şunu eklemeliyim, öncelikle Kıbrıs’ta soldan akan trafiğe alışmalısınız aksi takdirde tehlikeli durumlarla karşılaşabiliyorsunuz. Neyse ki sürücüler yayalara karşı oldukça saygılı ve yürüdüğünüz sürece size geçmeniz için yol veriyorlar. Bu bile bir şehri oldukça huzurlu yapar bana kalırsa. Bunlara ek olarak, benim olmazsa olmazım gittiğim yerlerden kendime, arkadaşlarıma buzdolabı mıknatısı almak, en zoru ise hangisini alacağım diye ikilemde kalmak. Hediyelik eşya mağazalarından Kıbrıs’a ait buzdolabı mıknatıslarını da topladıktan sonra hava limanına doğru yola çıkıyorum. Hoşça kal Kıbrıs, hoşça kal üç günlük huzurlu kaçamağım!