Bu, kaçmakla seni ardımda bıraktığımı sandığım en çaresiz hikayemin son narası. Şimdi seni karşıma alabilsem benden, senden ve hatta bizden hiç bahsetmiyormuş gibi, üstü karalanmış cümleleri silgiyle temize çekmeye çalışır gibi; kâbuslarımdan adını sayıklayarak uyandığım gecelerin hesabını bembeyaz avuçlarına bırakmaya gücüm yeter mi? Yüzüm ve ellerim semaya, vücudumun her bir zerresi kapkara toprağa kanlar içinde uzanmışken bile suçluyu aramadım hiç; yalnızca, biz, bir gün seninle o arabaya bindik ve son gaz ilerlediğimiz upuzun bir yolda, sen, son gücünle frene abanarak hayatımıza takla attırdın ve ben ağaçlar arasında iki metrekareye, sen ise maviliğin sonsuzluğuna uzandın. Şimdi, hiçbir dilde hiçbir keşke, ellerimizle sonunu yazdığımız bu hikâyeyi yeni doğmuş bir bebek kadar saf kılamıyor.

Şu yeryüzünde yirmiden fazla yıl, ikimiz de aynı ruhun arayışıyla yürüdüğümüz her bir yolu aşındırdık. Birbirimizden ayrı yerlerde, bir bütünün kendinden kopmuş diğer yarısını arar gibi çekildi hücrelerimiz teker teker. Bilmiyorduk biz lakin oysa bu yazgı evveldendi. Öyle bir zamanın öncesinden ki, yokken sen aklında babanın ve karnında annenin, benim salınıp durduğum cennetin adıydı senin adın. Büyük bir heyecanla dudaklarımdan süzülecek tek bir kelimeyi bekleyen annemle babam dahi yanılmıştı bir gün, bu lügatin ilk kelimesinin sen olduğunu bilmeyerek. Nasıl yönetiyorsa bir hücreyi bir çekirdek, öyle taht kurduk birbirimizin var olmamış bedenine bile. Yıllar sonra bir gün birbirimizi görmek için aynalara ihtiyacımızın kalmadığı o sahil kasabasında, işte bu yüzden, seninle tanıştığımıza memnun, geç kalışımıza küskün oldum. Hırçınlığım bundandı, endişelerim, bir eli kapıda hallerim, gözyaşlarım, anlamını yitirmiş sözcüklerim ve gözlerin, onlara bakarken ürkek bir ceylan gibi kaçışım bile, hepsi, hepsi bundandı işte. Artık bir neden aramıyorum aramızdaki sevgi kasırgasının yıkıp geçtiği kentlere verdiği hasara, bir cevap bulamıyorum sevda hançerlerinin vücutlarımıza açtığı derin yaralara çünkü biz sustuk. Sustukça yontulduk en zayıf yerimizden ve azaldıkça sırt çevirir olduk kalbimize, sevgimize; ki onlar sığamayıp kaburgalarımızı kırıp geçti ve bir damla kan olup aktı kendine bulduğu ilk açıktan. Sustuk diye oldu, birbirimizin karşısına; yılların birikimiyle, anlatacak milyonlarca anıyla, sarf edilecek onca kelimeyle, her birini boğazımızda düğümleyerek ve heveslerimizi kursaklarımıza kenetleyerek, oturduk diye oldu bütün bunlar. Var mı bir suçlu birbirimizi yok saydığımız bu aşkın hanesinde? Hangimiz maktul, hangimiz katil, birimiz söylese; ben biliyorum ki dinerdi fırtına, arkasında bıraktığı onca çöküntüye rağmen, bile.

Bir gün, dayanamadım ve ben tuttum ellerinden. Tanıdığım bir tene yıllar sonra dokunmuş kadar evimde, güvende, kendimdeydim. Heyecanıma yenikliğimden buz kestiysem bile içim öylesine huzurun başkentiydi ki; kanım, sıcak akmak bir yana damarlarımda kaynıyordu. Biz, eğer o gün, bir icadı olarak bu dünyanın, zamanı durdursaydık; şimdi bir ölüm kadar uzağımda olmazdın. Her aşk, ilk günden itibaren kendi sonuna doğru yola çıkarmış meğer. Her şey bir yana biz nasıl geçiremedik bunu aklımızın süzgecinden ve zamanın oyununa geldik? Çocuk yanımız, masumiyetimiz, şaşkınlığımız; avuçlarımızda sakladığımız yapbozun son parçasını kalplerimizin eksik kalan yanına iliştirmeye izin vermedi. İnandık çünkü ve yanıldık. Elinde tuttuğu dondurmayı hiç bitmeyecek sanan masum bir çocuk gibi onun eriyip gidişine seyirci kaldık. Bilseydik, şayet bilseydik evvelden yazılan yazgımızın bu sona doğru yürüdüğünü; ayaklarımızı yere çivileyen her bir bahaneye inat koşardık bile birbirimize derim ben.

Kim suçlu, ne olur biri söylesin diye her gece haykırdığım o balkondan, kendimi dört kat aşağı sana doğru bırakmamam için tek bir neden lazım bana. Ben miydim gelen, giden sen mi; yoksa rastgele yürüdüğümüz bir yolda senin düğmen benim kazağıma mı takıldı da kopup giden her bir parça benden ve çekilen tek bir parça senden, çözemedim bir türlü bu düğümü yokluğunda. Bana bıraktığın tek bir eşya var, onun da gölgesini görmeye bile korkuyorum; çizdiğin resimler başucumda ama renklerini ezberlemişken gördüğümü bile inkâr ediyorum. Ben katil ve sen maktulsen şimdi, o zaman niye temiz hala kalbim; niye adını sayıklayınca bitiyor kâbus, niye o şarkı çalınca iki damla düşüyor gözlerimden; niye, niye bir katre kinim yok içimde, ben katilsem? Ve sen, maktulsen, niye kapanmıyor gözlerin; niye sıcak ellerin, niye sesin, siluetin evimde kol geziyor her gün; niye, niye adımların kulaklarımda çınlıyor gecenin apansız bir vakti? İşte milyonlarca soru işareti benim ensemde böyle, bir nefes kadar yakın ne yaşatıyor, ne öldürüyor, ne de beni bana bırakıyor. Kendimden, senden, benden, bizden, her şeyden geçtim bir yerde ama ben hala o pencereden bakıyorum dünyaya; perdelerini çektiğim o pencereden. Keşke, bunu sana anlatabilseydim. Uzandığın o maviliğin sonsuzluğunda, bir su olup akabilseydim ruhuna ama ellerim senin avucunda olamadan devam edemezsem kulaç atmaya; açıldığım o deniz bir intihar girişimidir. Ki ben senin hatırına yaşarken bu kurak dünyada, o intiharı kendime kaç kez yasakladım, bilemezsin.

     O gün, o araba, hayatlarımızı tersine çevirircesine takla attığında ben de sağ çıkmasaydım, kanımı akıttığım o toprakta öylece sonsuzluğa bıraksaydım kendimi seninle, şimdi senin olduğun o yerlerde bir ümit doğardı bizim için. Peki, ya sen hiç basmasaydın frene öyle, ben hiç kollarına tutunmasaydım ve hiç çalmasaydı o şarkı radyoda tam o an; bizim çıktığımız yol, hep hayalini kurduğumuz denizin kıyısına bırakır mıydı bizi ve biz halleder miydik bu meseleyi sonunu yazmadan bu hikâyenin?

REFERANS

Deren, Kerem. Bi Küçük Eylül Meselesi. Ay Yapım, 2014. Film.

Leave a Reply