Günümüzde bireyselleşen dünya görüşü ile birlikte yalnızlık, çoğu insanın hayatında yer edinmeye başladı. Eskiden bireyler, aileler ve topluluklar güç sorunlarla karşılaştıklarında sosyal bağlar hayati öneme sahip bir rol oynuyordu. Yalnızlık, çaresizliğe ve hatta daha fazla toplumdan soyutlanmaya yol açarken birliktelik, iyimserliği ve psikolojik sağlamlığı arttırıyordu. Ancak modern hayata hakim olan değerler, bunun yerine güçlü bir bireyciliği ve kişinin kendini gerçekleştirme arayışını yüceltiyor. Kaderimizi kendimizin belirlediği ve hayatımızın sorumluluğunu tek başına kendimizin aldığını söylüyorlar. Bize empoze edilen bu değer ve anlayışlar günümüzdeki yalnızlık anaforuna katkıda bulunuyor olabilir mi?
Çoğu insan, hissettikleri şeyi aidiyet yoksunluğu olarak tanımlıyor, yalnızlık olarak görmüyor. Çünkü sosyal organizasyonlara katılıyor, arkadaşları ile happy hour‘lara gidiyor, eğleniyorlar. Ancak ne yaparlarsa yapsınlar kendilerini “evlerinde” hissedemiyorlar. Evin temelinde başkalarıyla gerçek bir bağ kurmanın yattığını gözden kaçırmışlar.
Evde olmak kabul görmektir. Olduğunuz gibi sevilmektir. Ne yaparsanız yapın size kucak açacak insanların varlığını kalbinizde hissetmektir. Sizi sadece dışarıya vurduğunuz yanınızla değil; içinizdeki tüm yaralarınızla birlikte görebilen insanlarla birlikte olmaktır. Muhteşem lüks evlerde muazzam hayat standartlarında yaşayıp hala kendini evsiz hisseden birçok insan var. Sanıyorum ki evde olmanın anlamını kavramış değiliz hala.
Toplulukların içinde ilişkilerin yıpranmasına ve yalnızlığın böylesine artmasına tam olarak ne sebep oldu? Sağlık ve toplumun başka hangi yönleri bundan etkilenmiş durumda? Yalnızlığın utancıyla nasıl baş edebiliriz ve hepimizin aynı şekilde savunmasız olduğunu nasıl kabullenebiliriz? Hem kendi hayatlarımızda hem de yaşadığımız toplumda nasıl daha güçlü, daha dayanıklı ve şefkatli bağlar kurabilir ve daha birleştirici bir ortak zemini inşa edebiliriz? Hayatlarımızı korkunun değil, sevginin şekillendirmesini nasıl sağlayabiliriz? Yalnızlığa Anlam Vermek yazı serisinde bu soruların cevaplarını üzerine düşünüp hayatın karmaşasından sıyrılarak kısa bir mola vereceğiz.
Aslına bakılırsa biz insanlar bağ kurmak için programlanmış gibiyizdir, ortak bir amaç ya da sorun etrafında her bir araya geldiğimizde bu durum açığa çıkar. Yalnızlık ve birliktelik arasındaki ilişkiye baktığımızda bu durumu daha iyi gözlemleriz. Toplumca yüzleştiğimiz -bağımlılıktan şiddete, çalışanlar ve öğrencilerin kendi aralarındaki kopukluktan siyasi kutuplaşmaya kadar- pek çok sorun yalnızlık ve bağ kurmanın güçleşmesi yüzünden daha da kötüye gidiyor. Yalnızlık, bazı durumlarda sağlık sorunlarının nedeni, bazı durumlarda kişilerin deneyimlediği rahatsızlık ve zorlukların bir sonucu olarak ortaya çıkıyor. Sebep-sonuç ilişkisini anlamak her zaman kolay olmasa da aramızdaki bağların kopukluğu hayatlarımızı git gide zorlaştırmaya başladı.
Yalnızlık kavramına daha ayrıntılı baktığımızda işler birazcık karışıyor. Çoğu zaman yalnızlık kavramı izolasyon ile karıştırılır. Fakat ikisi arasında gözle görülür farklar vardır. Yalnızlık fizyolojik ve psikolojik açıdan ihtiyaç duyduğumuz güçlü sosyal bağlardan yoksun olduğumuzda hissettiğimiz öznel bir duygudur. Yalnızlığın 3 boyutu olduğunu söyleyebiliriz. Kişisel ya da duygusal yalnızlık, yakın bir dosta ya da özel bir partnere yani karşılıklı derin bir sevgi ve güven ilişkisi kurabileceğimiz birine duyduğumuz özlemdir. İlişkisel ya da sosyal yalnızlık; duygusal doyum aldığımız arkadaşlıklara, sosyal birlikteliğe ve desteğe duyduğumuz özlemdir. Kolektif yalnızlık ise bizimle aynı amaç ve ilgi alanlarını paylaşan bir iletişim ağı ya da insan topluluğuna duyduğumuz açlıktır. Bu üç boyut bir araya geldiğinde ihtiyacımız olan sosyal bağların hepsini oluşturur. Bu boyutlardan herhangi birindeki ilişkilerin eksikliği kendimizi yalnız hissettirebilir ve bu da bizi destekleyen ve duygusal açıdan bizi tatmin eden bir partnere sahip olmamıza rağmen neden hala arkadaşlıklara ve bir topluluk içinde bulunmaya ihtiyaç duyduğumuzu açıklar. Herkesin sosyal bağ kurma ihtiyacı farklı olduğundan yalnız hissetmemek için 3 boyutun hayatımızda ne kadar yer kaplaması gerektiği kişiye göre değişir. Fakat yine de önemli olan; sosyal ilişkilerin miktarı ya da sıklığı değil, bağlantılarımızın kalitesi ve bize hissettirdikleridir.
İzolasyon ise nesnel bir duygudur. Diğer insanlarla temas kurmadan fiziksel olarak yalnız kalmak anlamına gelir. Yine de fiziksel olarak yalnız kalmak duygusal olarak yalnız olduğumuz anlamına gelmez. Çoğumuz tek başımıza çok sevdiğimiz bir aktiviteye kendimizi kaptırmışken yalnız hissetmeyiz. Fakat etrafımız insanlarla çevriliyken bile yalnız ve duygusal olarak tek başına hissedebiliriz. Bu da yalnızlığın içsel konfor seviyemizle alakalı olduğunu bize gösterir.
Yalnızlığı inzivadan ayıran da budur. Yalnız hissettiğimizde mutsuz olur ve bu duygusal acıdan kaçmak isteriz. Buna karşın inziva huzurlu bir tek başınalık hali, insanın iç dünyasına dönmek için kendini dış dünyadan bile isteye soyutlamasıdır. Öte yandan bu içe dönüş hali her zaman iyi hissettirmeyebilir çünkü inziva olumlu duyguları pekiştirdiği gibi olumsuz duyguların da gün yüzüne çıkmasına sebep olur. Bu da biraz ürkütücü olabilir. İçimizdeki şeytanlarla yüzleştiğimiz yer her zaman isteyerek girdiğimiz bir yer değildir.
Peki yalnızlık, sağlığımızı ne ölçüde etkiler? Sosyal ilişkiler erken ölme riskini azaltır mı? Araştırmalara göre, güçlü sosyal ilişkileri olan kişilerin erken ölme ihtimali, zayıf sosyal ilişkileri olanlara göre %50 daha düşük. Daha çarpıcı olansa sosyal bağların yokluğunun yaşam süresini kısaltmaya olan etkisinin, günde on beş sigara içmenin yarattığı riske eşit; obezite, aşırı alkol tüketimi ve egzersiz yapmamakla ilişkilendirilen riskten ise daha yüksek olmasıydı. Bu sonuçları gözlemlememiz zor olabilir hatta birçoğumuz da bunlara inanmakta zorlanabiliriz. Fakat yapılan diğer kapsamlı araştırmaya göre de yalnızlık, koroner kalp hastalığı riskinin yükselmesi, yüksek tansiyon, felç, demans, depresyon ve kaygı bozukluğuyla ilişkili. Bunun yanı sıra araştırmalar yalnız insanların uyku kalitesinin daha düşük olabileceğini, daha fazla bağışıklık sistemi bozukluğu ve dürtüsel davranış sergilediklerini ve muhakeme yaşadıklarını gösteriyordu.
Bu verilere göre atmamız gereken ilk adım sosyal bağların hayati bir ihtiyaç olduğunu kabul etmektir. Yalnızlığın hayatta kalmamız için elzem olan bir şeyin -sosyal bağların- eksik olduğuna dair bizi uyarmak gibi bir işlevi var. Peki bunun bizim için hayati öneme sahip bir işlev haline gelmesini sağlayan şey nedir? Bilim insanları bu sorunun cevabını bulmak için sosyal bağlar ile yalnızlığın eş zamanlı evrimini incelemişler. Yalnızlığa Anlam Vermek serimize Yalnızlığın Evrimi ile devam edeceğiz. Takipte kalın.