Münazara ve Düşünceleri Kamufle Etmek

Münazarayı ilk kez ilkokul sıralarında “Çok gezen mi çok bilir, çok okuyan mı?” gibi sorulara maruz kalarak tanışmamızla ve eninde sonunda kargaşa içinde bir laf dalaşına dönüşmesiyle hatırlıyor olabilirsiniz. Tabii bildiğiniz üzere profesyonel anlamda münazara bundan çok daha farklı. Günümüzde genelde İngiliz parlamenter sistemi örnek alınarak hazırlanan münazara adeta bir meclis tiyatrosu şeklinde gerçekleşmekte. Yarışmacılar ikişer kişilik dört gruptan oluşuyor: meclis açılış, muhalefet açılış, meclis kapanış, muhalefet kapanış. Yarışmacılara konu ve hangi grupta oldukları bilgisi 15 dakika önce veriliyor ve bu bilgiye göre verilen tezi savunmaları yahut bir antitez oluşturmaları bekleniyor.

Münazara, ülkemizde ve dünyada pek çok üniversitede kulübü olan, uluslararası düzeyde yarışmalar düzenlenen bir aktivite. Aynı zamanda çocuklarla gençlerin gelişiminde, eğitiminde son derece faydalı bir araç olarak görülüyor. Ancak bence o kadar yararlı bir etkinlik olup olmadığı konusunda eğitmenlerle ters düşmek de mümkün.

Hani halk arasında bir söylem vardır ya “Münazarada haksız olduğunu bilsen bile fikrini öyle bir ifade edersin ki karşındakine üstün gelirsin.” gibisinden. İşte bu düşünce bana son derece problematik geliyor. Tarafların kurayla belirlendiği münazara sisteminde yeri geliyor kendi düşüncenden, inandığın değerden taban tabana zıt bir şeyi savunman gerekebiliyor. Eğer bunun altından kalkabilirsen başarılı bir iş yapmış oluyorsun. Özellikle gençlere, çocuklara inanmadığı bir şeyi savunmanın bu kadar kolay ve sorunsuz olduğunu göstermek, hatta bunu bir takdir mekanizmasıyla karşılamak ne kadar doğru?

“Herkes kendi inandığı fikre bağlı kalsın, başka herhangi bir düşünceyi anlamaya çalışmasın” gibi anlaşılmasın. Bahsettiğim bir durumdaki katılımcı -içinde bulunduğu yarışmacı ortamın da etkisiyle- düşüncelerini âdeta bir bukalemun gibi duruma göre adapte ediyor, renklerini değiştiriyor. Kazanma idealiyle kendisine verilen fikri sorgusuz savunuyor. Yerine göre kendisini bile kandırabiliyor. Şimdi bunun hepimizin çok sıkıldığı iktidardan iktidara görüş değiştiren politikacılardan, yazarlardan, sanatçılardan ne farkı var?

Burada sadece münazaranın üstüne giderek, onun insana kazandırabileceği faydaları göz ardı etmek de doğru olmayabilir. Peki, nedir bu faydalar? Münazara; her şeyden önce insana tartışma kültürünü öğretiyor, hitabet yeteneği katıyor. Pratik çözümler ve cevaplar üretebilme becerisini geliştiriyor, dolayısıyla zihni çalıştırıyor. Sürekli meclis kavgalarının yaşandığı, televizyonlarımızda “Sen Abdülhamit’i savundun.” gibi daha nice olaylara şahit olduğumuz bir ülkede tartışma adabını öğrenmenin getireceği yararlar elbette yadsınamaz.

Tüm bunlardan dolayı, benim için münazaranın yarar zarar terazisinde nerede durduğu tartışmaya açık bir konu, ancak şunu rahatlıkla söyleyebilirim ki münazaranın kendisinde değil belki; ama onun kültüründe yanlış bir şeyler var. Kazanmak için bir şeylerin mübah olmasında, en kutsal şeylerden olması gereken fikirlerin çıkar için esnetilebilmesinde yanlış bir şeyler var. “Önemli olan nasıl savunduğundur.” mantığında, düşüncelerin değersizleştirilip anlık heyecan getiren konuşmaların yükseltilmesinde, sırf ağzı iyi laf yapıyor diye birilerinin değer görmesinde yanlış bir şeyler var.

Düşüncelerini iyi savunmak da önemli elbet, ama esas olarak samimi ve dürüst fikirlere sahip olmaya ihtiyacımız var, hem de her şeyden çok.

Leave a Reply