Farklı kültürleri tanımak, onların tarihine, toplumsal hayatlarına yapılan bir yolculuk gibi. “Adab-ı muaşeret” dediğimiz süslü sözcük basitçe görgü kuralları, selamlaşma şekilleri ya da vücut dili… Hepsi bambaşka kültürlerde bambaşka yorumlanıyor. Bir kültüre dair ipuçlarının yakalandığı bir diğer öğe ise oranın yemekleri. Ağzının tadını bilen toplumların, ağız sulandıran yemekleri aslında arka planında oldukça ilginç hikayeler saklıyor. Acıyı çok yiyen hararetli toplumlardan, tuzluyu çok yiyip bol su içen, tatlıyı çok yedikleri halde tatlı konuşmayan toplumlara, hepsinin farklı mutfakları ve hikayeleri var. Zengin Türk mutfağı ise elbetteki bambaşka ve inanılmaz lezzetli bir dünya. Ülke ülke dolaşan gurmeler, farklı ülkelerin lezzetlerini tadarak şaşalı yorumlar yapsalar da çoğu zaman bu yemeklerin arkasında basit temel bir ihtiyaca dayanan hikayeler yatıyor. İşte birkaçına göz atalım.
Porto-Francesinha
Portekizlilerin ünlü bir yemeği olan Francesinha, etseverler için harika bir yemek. İçinde her çeşit eti aynı anda bulunduran bu Portekiz sandiviçi içindeki kat kat etlerden, eritilmiş peynirden ve üstündeki bir top yumurta ve aşırı baharatlı bir sostan oluşuyor. Porto’da ilk icat edildiği yer, bu yemeği tatmak isteyen turistlerin bir numaralı durağı. Yemeğin arkasındaki hikaye de oldukça ilginç. Eğer yemeden önce dinlerseniz, yemeği tatmak konusunda bir kez daha düşünebilirsiniz.
Fransa ve daha sonra da Belçika’da yaşamış olan göçmen Daniel de Silva oldukça yakışıklı ve Fransız bayanları arasında popüler bir delikanlıymış. 1960 yılında Porto’ya taşındıktan sonra bir süre buranın kültürüne ve rahat yaşamına ayak uyduramayarak eski alışkanlıklarını özlemeye başlamış. Ona Fransa’yı hatırlatacak bir takım şeyleri arıyormuş. Bunlardan biri de sıkça yediği croque monsieur adlı geleneksel Fransız tostuymuş. Bu tostu biraz daha değiştirerek farklı bir Portekiz lezzeti haline getiren Silva, sandviçin üzerine oldukça baharatlı bir sos tarifi hazırlamış. Portekizli bir rehberin anlattığına göre Silva, bu aşırı baharatlı sos ile birlikte sıcak basan bayan misafirlerine susuzluklarını gidermeleri için bolca şarap ikram ediyor ve onları serinletmeye çalışıyormuş. Francesinha da bu hanımlardan birinin adıymış. Ayrıca o dönemlerde et yemek toplumda ayrıcalıklı ve üstün bir kesime ait olunduğunun kanıtıymış. Bu bol etli yemeği sipariş etmek insanlara kendini iyi hissettiriyor olmalı. Bu arada Silva’nın sosunun tarifi hala gizli ve restoranlar arasında farklılık gösteriyor. Baharatlı sosu bolca koydurmadan bir kez daha düşünmek isteyebilirsiniz.
İspanya-Tapas
Royal İspanyol Akademisi, tapası küçük tabaklarda içkinin yanında sunulan mezeler olarak tanımlamış. Bunun üzerine İspanyollar azla doyan, mideleri küçük insanlar mı acaba diye düşünebilirsiniz. Türk mutfağında mezeler ana yemek öncesi yenir ve mezelerin ardından etli kebaplı ana yemeklere geçilir. Aslında baktığınızda bu küçük lezzetli mezelerle de doymak mümkün. Önceleri sadece içeceğin yanında atıştırmalık olarak servis edilen tapaslardan ücret alınmazmış. Bugünse tapas tadabilmek için oldukça pahalı restoranlar mevcut. Bu geleneğin de elbette arkasında bir hikaye var. Kral XIII. Alfonso Endülüs’te çıktığı uzun bir yolculuk sonrası bir restorana girmiş ve burada kendisine bir bardak şarap ve bir dilim peynir ikram edilmiş. Kral peyniri tam ağzına götürecekken bunun aslında şarabı tozdan ve böcekten korumak için kullanılan tapadera adlı bir madde (peynirin üst kısmı olduğunu) anlamış. Fakat o ve askerleri yine de açlıktan bu parçayı yemişler. Söylenilenlere göre kral o günden sonra her gittiği yerde “tapas” (tapaderanın kısaltması) sorar olmuş. Bir başka hikaye ise tapasın işçi sınıfı için ortaya çıktığı yönünde. Uzun ve yorucu çalışma koşullarında ara verdiklerinde bir bardak şarap ve yanında atıştırmalık yiyecek kadar vakitleri olan işçiler, daha sonrasında kendilerini doyurmak için tapasları zenginleştirmişler. Günümüzde ise Tapası küçük sandviçler olarak servis eden ucuz ve lezzetli yerlerden biri “100 Montaditos”. 100 farklı tapas çeşidi tanesi bir ve iki euro arasında değişen fiyatlarla servis ediliyor. Hem ucuz hem lezzetli yemeklerle karın doyurmak için birebir.
Karadeniz-Kuymak
Yayla yayla dolaşıp çay ve fındık toplayan, ineklerin peşinden koşup, dev ağaçlardan meyve toplayan, sabah, öğle, akşam horon tepen Karadenizliler harcadıkları yoğun fiziksel enerjiyi karşılayacak basit, doyurucu ve lezzetli (her Türk gibi onlar da ağızlarının tadını biliyorlar) bir yemek peşindelerken yöresel bir Karadeniz yemeği olan kuymak ortaya çıkmış. Karadeniz’e giden herkesin ayıla bayıla yediği bu yöresel yemek Samsun, Ordu, Giresun, Trabzon, Rize, Artvin gibi neredeyse bütün Karadeniz illerine yayılmakla kalmamış Gürcistan, Dağıstan ve Azerbeycan bölgelerine de nam salmış. Az malzeme ve uğraşla lezzetin simgesi olan kuymak mısır unu, tereyağı ve minci adı verilen tuzlu çökelek (telli peynir) kullanılarak yapılan bir mısır lapası. Lezzetinin sırrı doğal tereyağı ve peynirde olsa gerek. Fırtınaya aşina, çalışkan, yardımsever Karadeniz halkı mısır ekmeği, karalahana sarması, muhlama gibi diğer yemekleriyle de Türk mutfağında önemli bir yere sahip.
Fransa- Croissant
Zengin Türk kahvaltısının aksine Avrupa’da birçok ülke sabah kahvaltıları konusunda daha az çeşide sahip. Her ne kadar böyle olsa da Fransızların kruvasanı reçel ve kahve ile oldukça tercih edilen bir sabah kahvaltısı kombini. Bu çöreğin hikayesi de arkasında tarihi ve birçok ulusu barındırıyor. 1683 yılında Viyana Kuşatması sırasında aylarca şehri fethedemeyen Türkler, çareyi gece yarıları şehrin altından geçen tüneller kazmakta bulmuşlar. Onların varlığını ise gece yarısı, ertesi sabah için pasta börek yetiştirmeye çalışan pastacılar fark etmiş. Pastacıların bir kısmı Türkleri takip etmeye başlamış ve onların bir yandan tünel kazdığını bir yandan da aya benzeyen bir çörek yediklerini görmüşler. Tünellerin varlığının fark edilmesi üzerine bu tüneller tamamlanamamış ve bilindiği üzere daha sonra Türkler kuşatmayı kaldırmak zorunda kalmış. Pastacılar ise gördükleri bu ay çöreğinden etkilenerek zaferlerini kutlamak adına Kipferl adını verdikleri çörekleri yapmaya başlamışlar. 15 yaşında Fransa’ya gelen Avustruryalı Fransız Kraliçesi Marie Antoinette ülkesindeki bu pastayı Fransa’da da tanıtmış. Kraliyet üyeleri bu çöreğin çok basit ve gösterişsiz durduğu için sofrada yer almaması gerektiğini söylemişler. Bu sebeple çöreğin uçları biraz daha kıvrılmış, milföy hamuruyla kabarık bir hale getirilmiş. Görkemli yeni versiyonuyla sofralarda yerini alan çörek, 1920’de resmi olarak Fransız pastası olarak kabul edilmiş. Yiyecekleri yemekte dahi gösteriş arayan Fransızlar bugün hala kahvaltılarında bu çöreği tüketiyor.
Savaşlar, ülkeyi yönetenler, toplumdaki farklı sınıflar ve ihtiyaçlar bir araya gelerek bir ülkenin mutfak kültürünü oluşturuyor. Farklı ve yöresel tatlar denedikçe arkasındaki hikâyeyi ve kültürü öğrenmek o yemekten başka bir zevk almanızı sağlayacaktır.
Kaynaklar:
http://www.erasmusroomsporto.com/blog/secret-recipe-to-cook-the-francesinha-delicious/
http://www.empireofimagination.com/#!Why-I-Hate-Tapas/c1q8z/55d281340cf248ec8c933765
http://www.nasil.com/kuymak-nasil-yapilir
https://moonpielullaby.wordpress.com/tag/tart-alsacienne/
http://www.dishmaps.com/wheaten-croissants/11045