İstanbul’da bir pazar sabahı Boğaziçi Üniversitesi’nin Güney Kampüsü’nde yürüyüş yapıyoruz. Kahvaltıyı yeni yapmış, temiz hava ile tazelenmişiz. Kampüsün Bebek kapısına doğru, Aşiyan mezarlığının başındaki yokuşu inerken Aşiyan Müzesi’ ni görüyoruz. Girip girmemek arasında bir ikilem yaşarken merak edip hemen ufak bir araştırma yapıyoruz ve buranın aslında Servet-i Fünun yazarı Tevfik Fikret’in uzun yıllar hayaliyle daha sonrasında ise gerçekten yaşadığı evi olduğunu öğreniyoruz. Tevfik Fikret’i yakından tanımak, evini gezmek, birçok eserini ürettiği bu mekanın havasını solumak düşüncesi çok cazip geliyor ve içeriye doğru ilerliyoruz. Küçük bir beyaz konak, denizin tam dibinde, enfes manzarasıyla karşılıyor bizi. Tevfik Fikret bu evin hayalini kurmakta haksız sayılmazmış çünkü ev tam da bir şaire ilham verecek güzellikte. Fikret önce hayalini kurmuş, en sonunda ise 1906 yılında hayalleri gerçek olmuş ve burada yaşamaya başlamış. Ama isterseniz önce biraz geçmişe gidelim ve Tevfik Fikret’in hayatında ufak bir yolculuk yapalım. Sanatçı, 1867’de İstanbul’da doğmuş. Hayata erken yaşta acılarla başlamış. On iki yaşında annesini koleradan kaybetmiş ve on dokuz yıl sürgüne mahkum edilen babası sürgünden hiç dönmemiş. Çok dindar bir ortamda yetişmiş. Mahmudiye Valide Rüştiyesi’nde başladığı öğrenimine Galatasaray Sultanisi’nde devam etmiş. Recaizade Ekrem, Muallim Naci, Muallim Feyzi gibi dönemin seçkin edebiyatçılarından dersler almış. Şiir yazmaya ise lise yıllarında başlamış. Okulu bitirdikten sonra bir süre memuriyet yapmayı denemiş. Fakat bu iş tatmin etmemiş onu. Hayatına yön verme arayışı içindeyken dayısı Mustafa Bey’in 15 yaşındaki kızı Nazime Hanım ile 1890 yılında evlenmiş. Bu evliliğe dair ise birçok hikaye var. Nazime Hanım’ın aslında Fikret’in yasak aşkı olduğu ve Türk tarihinin ilk psikolojik romanı olan Eylül’de anlatılan aşk üçgenin onların hikayesinden beslendiği gibi…
Şiir yazmaya tekrar başladığında suskunluğunu Misrad dergisinde yayınlana “Bahar” isimli şiirle bozmuş Fikret. Ve sonrasında edebi hayatı yeniden başlamış. 1985’e doğru Recaizade Ekrem, Tevfik Fikret’i bir bilim dergisi olan Servet-i Fünun’un sahibi Ahmet İhsan ile tanıştırmış. Fikret’in katılımıyla dergi bir edebiyat dergisine dönüşmüş. Bu sıralarda Haluk isminde bir oğlu olan Tevfik Fikret en verimli, üretken dönemini yaşamaya başlamış. 1896 yılı sonlarına doğru Robert Kolej’de Türkçe dersleri de vermeye başlamasıyla yoğun bir döneme girmiş. Bunun dışında kalan bütün boş vaktini ise dergiye ayırmış. İşlerin yolunda gittiği bir dönemde tatsız olaylar patlak vermeye başlamış. Abdülhamit karşıtı bir şiiri, göz altına alınmasına yol açmış fakat kısa bir süre sonra serbest bırakılmış. Bunun gibi art arda yaşadığı birtakım tatsızlıklar, Fikret’in aklına uzaklaşma ve inziva düşünceleri sokmaya başlamış. Yeni Zelanda’ya gitmeyi ve bu fikri gerçek olmayınca arkadaşı Hüseyin Kazım’ın Manisa’daki çiftliğine yerleşmeyi düşünmeye başlamış. Bir süre sonra Ahmet İhsan ile arasında çıkan uyuşmazlık sebebiyle dergiden ayrılmış. Kısa bir süre sonra ise yayınlanan bir yazıdan ötürü dergi kapatıldı ve grup tamamen dağılmış.
İşte Aşiyan tam da bu sıralarda girmiş Tevfik Fikret’in hayatına. Derginin kapatılması, baskıcı yönetiminden bunalması onu karamsar bir insan haline getirmiş. Bütün bunların üstüne 1902 yılında kız kardeşi Sıdıka’yı kaybetmiş. 1905’te ise Irak’a sürülen babası vefat etmiş. Bütün bunlar psikolojisini derinden sarsmış. Oğlu Haluk’un hayatına Amerika’da devam etme kararı alması ve din değiştirerek Hristiyan olması ise son nokta olmuş. Eşi Nazime bundan ötürü Tevfik Fikret’i suçlamış. Anlayacağınız aile hayatı da pek parlak değilmiş. İşte böyle sıkıntılı bir döneminde Rumelihisarı’nda kendi planını çizdiği (orijinal çizimler müzede sergilenmekte) bir evi yaptırmaya başlamış. Robert Kolejinde öğretmenlik yapmaya devam ettiği sırada oraya yakın, doğayla iç içe huzurlu bir ev hayal etmiş hep. Eşi ile birlikte buraya gelip resim yapıp, kurmak istediği yuvanın planlarını yapmak, hayal kurmak ona iyi gelmiş. Üç katlı ahşap binanın inşaatının 1905’te tamamlanmasının ardından, Göksu’nun tam karşısındaki bu eve yerleşmiş. Toplumcu şair Tevfik Fikret, toplumla arasına mesafe koymak üzere yerleştiği bu eve Farsça’da yuva anlamına gelen Aşiyan ismini vermiş ve bir gün evinin bahçesine gömülmeyi vasiyet etmiş.
İstanbul’a kinini kustuğu ünlü şiiri Sis’i, sisler içinde bir İstanbul’da Aşiyan’da bu ruh hali içinde yazmış.
Sarmış ufuklarını senin gene inatçı bir duman,
beyaz bir karanlık ki, gittikçe artan
ağırlığının altında herşey silinmiş gibi,
bütün tablolar tozlu bir yoğunlukla örtülü;
tozlu ve heybetli bir yoğunluk ki, bakanlar
onun derinliğine iyice sokulamaz, korkar!
Ama bu derin karanlık örtü sana çok layık;
layık bu örtünüş sana, ey zulümler sahası!
Ey zulümler sahası… Evet, ey parlak alan,
ey facialarla donanan ışıklı ve ihtişamlı saha!
Ey parlaklığın ve ihtişamın beşiği ve mezarı olan,
Doğu’nun öteden beri imrenilen eski kıralıçesi!
Ey kanlı sevişmeleri titremeden, tiksinmeden
sefahate susamış bağrında yaşatan.
Ey Marmara’nın mavi kucaklayışı içinde
sanki ölmüş gibi dalgın uyuyan canlı yığın.
Ey köhne Bizans, ey koca büyüleyici bunak,
ey bin kocadan artakalan dul kız (…)
Böyle sitemle hitap etmiş doğduğu, büyüdüğü şehre. Birçok şairin, yazarın övgüler yağdırdığı, ölmeden önce son bir kez görmek istedikleri bu şehre zulümler sahası demiş Fikret.
Peki vasiyetine ne olmuş? Aşiyan’ın daha sonra kimi eline geçeceği bilinmediği için, Eyüp’teki aile mezarlığına gömülmüş. Aşiyan ise Fikret’in eşi tarafından paraya ihtiyaç duyması sebebi ile kolej öğrencilerine pansiyon olarak kiralanmaya başlamış ve bir dönem satılma tehlikesi geçirmiş. Dönemin Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel’in katkılarıyla Edebiyat-ı Cedide Müzesi olarak açılmış. Tevfik Fikret’in vasiyeti ise geç de olsa yerine gelmiş ve 24 Aralık 1961’de mezarı şimdilerde müze olan evine taşınmış.
İşte Aşiyan’ın hikayesi.. Müzede sadce Tevfik Fikret değil, Tanzimat Edebiyatı ve Edebiyat-ı Cedide dönemini önemli sanatçılarına ait koleksiyonlar bulunmakta. Bunlardan birisi de Abdülhak Hamid Tarhan’a ait olanlar. Son eşi Lüsyen tarafından bağışlanmış eserlerini görmek mümkün. Recaizade Ekrem Bey, Ali Ekrem Bolayır, Namık Kemal de koleksiyonda görebileceklerinizden.
Müzedeki bölümeler şu şekilde:
Edebiyat-ı Cedide Odası
Abdülhak Hamit Tarhan Bölümü
Yatak Odası, Çalışma Odası, Salon, Yemek Odası, Mutfak, Çamaşırhane, Bahçe
Şair Nigar Bölgesi
Aşiyan’daki ev gerçekten de dünyada boğazı gören en güzel pencere lakabını sonuna kadar haketmiş. Evin yatak odası kesinlikle büyülü bir manzaraya sahip. Oysa benim içimi kıpır kıpır eden bu manzara, baktığında Tevfik Fikret’e çoğu zaman acı vermiş. Onu bu pencereden sisli bir İstanbul sabahına bakıp da çalışma odasındaki masasında Sis’i yazarken hayal edebilirsiniz. Diğer eserlerine de baktığınız zaman, şiirlerinde anlattığı manzaralar hep biraz buruk, hep biraz hüzünlüdür. Ressam yönünü de bildiğimiz Fikret’in Aşiyan’daki tabloları da aynı kasvet ve hüzün içindedir. Şair, Aşiyan’ın cennetinde kendi cehennemini yaşamıştır.
Kimseden ümmid-i feyz etmem, dilenmem perr ü bal
Kendi cevvim,kendi eflakımda kendim tairim.
İnhina , tavk-ı esaretten girandır boynuma;
Fikri hür,irfanı hür,vicdanı hür bir şairim.
TEVFİK FİKRET
(1867-1915)