Ölümle yaşam arasındaki o ince çizgide yürümüş hep. Yaşamın bilinmezliğinde tutunmaya çalışmış ama ölümün karanlık dünyası da kendine çekmiş onu. Mutsuzluktan çok bir arayış, daha fazlasını öğrenme isteği olmuş onu iki kez intihara sürükleyen. İşin sırrı uzun yaşamak değilmiş zira kırk üç yıllık kısa yaşantısına çok şey sığdırmış: Aşklar, geziler, kitaplar ve hayat üzerine düşünceler… Geçtiğimiz aylardan birinde Kafka Okur’da ayrıntılı bir şekilde hayat hikâyesini okuduğum bir yazardan, Tezer Özlü’den bahsetmekteyim. Aslında hiç adını duymadığım bu yazarın oldukça ilginç bir hayat hikâyesi ve okunması gereken eserleri varmış. “Yaşamın Ucuna Yolculuk” adlı kitabını okumaya karar verdikten sonra bu sefer yazımı okuduktan sonra değil de okumadan önce yazmak istedim. Ve başladım yazar ve kitapları hakkında araştırmaya… Türk edebiyatının gamlı prensesi deniyor onun için. Sebebini anlamak için sanırım önce hayat hikâyesine bir göz atmalı sonra ise bir vasiyetname niteliği taşıyan kitabı “Yaşamın Ucuna Yolculuk”u okumak gerekli.

“Karşıma çıkan her şey yetersiz. Soluduğum her şey yetersiz. Dalgalar, odalar, mekanlar, sevgiler yetersiz. Suların tadı yetersiz. Günlerin uzunluğu yetersiz. Haftaların günleri yetersiz.” 

“Bir yüksekliğin, bir başıma olduğum bir yüksekliğin en ucundayım. İnemiyorum. Yaşayamıyorum. Ölemiyorum.” 

Kimseye ait olmayan, kimseyi de sahiplenmeyen tamimiyle özgür bir ruha sahip Tezer Özlü. Farklı olduğu için belki de sürekli deliliğin sınırlarında gezdi, akıl hastanelerinde yattı. “Normal” tanımı onun için farklıydı ve belki de bütün kitapları içindeki deliliğin etkisiyle ortaya çıktı.

10 Eylül 1943’te Kütahya Simav’da öğretmen bir anne ve babanın üçüncü çocuğu olarak doğdu. Çocukluk yıllarını Simav, Ödemiş ve Gerede’de geçirdi. Hayatının bu dönemlerini Çocukluğun Soğuk Geceleri adlı kitabında  “Dört bin nüfuslu bir Anadolu kasabasında dünyaya bakmayı öğrendim. Altı yaşındaydım. Dünyanın sonsuz büyüklüğünü hissettim ve gitmem, çok uzaklara gitmem gerektiğine inandım…” diyerek anlattı.

On yaşındayken İstanbul’a geldi ve Avusturya Kız Lisesi’nde ortaöğretime başladı. Son sınıfta okulu bırakıp otostopla Avrupa’yı gezmeye karar verdi. Daha sonra geri gelip liseyi bitirdi. Gençliğinde gittiği gezilerden birinde Paris’te Adalet Ağaoğlu’nun kardeşi, tiyatrocu ve yazar Güner Sümer’le tanıştı. Romantik bir tanışma hikayesine sahip çift, Paris’te yağmurlu bir günde birbirlerine aşık oldular. Özlü Monteparnesse’daki Cafe Select’e sığındı ve Sümer de oradaydı. İkili 1964’te evlenip Ankara’ya yerleştiler. Eşi Ankara Sanat Tiyatrosu’nda çalışıyor; Özlü ise, Ingmar Bergmann, Hans Magnus Enzensberger Heinrich Böll, Kafka gibi yazarlardan çevirmenlik yapıyordu.

Italo Svevo, Franz Kafka ve Cesare Pavese, Özlü’yü derinden etkileyen yazarlar. Belki hayat hikayelerinin bir yerleri çakıştığı için ya da düşüncelerinden etkilendiği için. Kafka bir keresinde “Ölümü arzulamaya başlamanız, bazı şeyleri anladığınızın ilk işaretidir,” diye yazmış. Özlü de kısa yaşamı boyunca bu düşünceyle ölüme doğru koşmuş.

“Pavese’in doğduğu gün doğduğumu şaşarak öğreniyorum: 9 Eylül. Ben gece yarısından sonra. Ama Anadolu’da gece yarısı geçtiğinde, S. Stefano Belbo’da henüz belki de gece yarısı olmamıştı,” diyerek ise yazar Pavese ile arasındaki bağı anlatıyor Özlü.

Franz Kafka

Pavese

Zaman geçtikçe özel hayatında sıkıntılar yaşamaya başladı ve evlilikte beklediğini bulamadı. Bu dönemde ruh sağlığı giderek bozuldu ve manik-depresif tanısıyla tedaviye alındı. 1968 yılında ilk evliliğini bitirdi ve 1972’ye kadar birçok kez psikiyatri kliniklerine girip çıktı. Burada elektroşok tedavisi gördü ve intihar teşebbüsleri oldu.Ölümün etrafında, ışığın etrafında dönen pervane böcekleri gibi dönüyordu. Bu hissini ve ilk intihar girişimini, “Çocukluğun Soğuk Geceleri”nde şöyle anlattı:

“Gece gündüz kendimi öldürmeyi düşünüyorum. Bunun belli bir nedeni yok. Yaşansa da olur yaşanmasa da. Bir kaygı yalnız. Beni, kendimi öldürmeye iten bir kaygı. Karanlık bir gecenin geç vaktinde kalkıyorum. Herkes her geceki uykusunu uyuyor. Ev soğuk. Çok sessiz davranmaya özen gösteriyorum. Günlerdir biriktirdiğim ilaçları avuç avuç yutuyorum. Kusmamak için üzerine reçelli ekmek yiyorum. Genç bir kızım. Ölü gövdemin güzel gözükmesi için gün boyu hazırlık yapıyorum. Sanki güzel ölü bir gövdeyle öç almak istediğim insanlar var.”

1968’de  yönetmen Erden Kıral ile evlendi ve 1973’te bir kızı oldu. Özlü’nün bu evliliği de kızı on yaşındayken bitti.

Tezer Özlü ve kızı

Yazarın okumayı planladığım kitabı aslında Berlin’de Almanca olarak yazdığı “Auf den Spuren eines Selbstmords” (Bir İntiharın İzinde) adlı kitabın bir Türkçe çevirisi (bazı eklemelerle birlikte). Bu roman Almanya’da yayımlandığında Marburg Edebiyat Ödülü’nü kazanmış. Ve 1984’te Türkçe adı “Yaşamın Ucuna Yolculuk” şeklinde yayımlanmış.

Daha önce de bahsettiğim, sevdiği 3 yazarı kovalama hikâyesi aslında bu kitap. Berlin’de başlayan yolculuk Prag’da Kafka’yı, Trieste’de Svevo’yu ve Torino’da Pavese’nin yaşadığı yerleri bulmasıyla devam ediyor. Bu esnada da yaşam, ölüm, delilik ve akıl gibi kavramları sorguluyor. Hatta bir yerde, Pavese’nin intihar ettiği otele, Otel Roma’nın 305 numaralı odasına ziyaretini anlatıyor.

Yazar, Berlin’de yaşadığı dönemde bir evlilik daha gerçekleştirdi. Kendinden on yaş küçük İsviçre asıllı sanatçı Hans Peter Marti ile 1984’te İsviçre’de evlendi. Bu evliliğin sonunu da Özlü’nün hastalığı getirdi. Göğüs kanseri nedeniyle 18 Şubat 1986’da Zürih’te öldüğünde, geride altı kitap, bir senaryo, mektuplar, üç evlilik ve arayışla dolu kırk üç yıl bıraktı.

 “Yaşamım boyunca içimi kemirttiniz. Evlerinizle. Okullarınızla. İş yerlerinizle. Özel ya da resmi kuruluşlarınızla içimi kemirttiniz. Ölmek istedim, dirilttiniz. Yazı yazmak istedim, aç kalırsın, dediniz. Aç kalmayı denedim, serum verdiniz. Delirdim, kafama elektrik verdiniz. Hiç aile olmayacak insanla bir araya geldim, gene aile olduk. Ben bütün bunların dışındayım…”

Yaşam hikayesi oldukça merak uyandıran bu yazarı tanımak üzere “Yaşamın Ucuna Yolculuk” adlı kitabına başlamak için sabırsızlanıyorum…

Leave a Reply