Korku, birçok farklı kılıkta ve şekilde çıkabilir insanın karşısına.  Kaybetme korkusu, başarısızlık korkusu, suçlulukla karışmış yakalanma korkusu… İnsanın içine yerleştiği andan itibaren, kontrolü ele geçiren, bütün vücudu, hücreleri saran bir korku aslında işkencelerin en büyüğü olabilir. Çünkü korkunun varlığını asla unutturmayarak hırpaladığı kişiye, bu korkudan kurtulmadıkça rahat ve huzur yoktur. Sonsuz bir sessizlik ya da bilinçsizlik hâli bir çözüm olabilir. Ya da korkunun kaynağını kökten yok etmek. Rahat ve korunaklı dünyasında sekiz yıldır saygın bir evlilik sürdüren genç bir kadın, sıkıcı ve monoton hayatına ufak bir kaçamakla renk katmak ister. Her şeye sahip olduğu, lüks içinde yaşadığı hayatına genç bir piyanistle kurduğu ilişki ile yeni bir heyecan gelir. Fakat bu kaçamak ilişkinin, kan emici bir şantajcı tarafından fark edilmesiyle birlikte, korku genç Irene’nin hayatını ele geçirir. Önceleri rahatını, düzenini, kocasını, belki de parasını kaybetme korkusudur bu. Daha sonra ise bütün sebeplerden, olaylardan, mantıktan arınmış bir hâlde sadece ve sadece onu bir gölge gibi kovalayan saf ve daha acı bir korku genç kadının peşini bırakmaz.

Bahsettiğimiz bu kurgu, Stefan Zweig’ın “Korku” isimli kitabından. Birçok kitabında olduğu gibi, derin karakter incelemeleri yapmayı sevdiğini biliyoruz ki zaten bu Zweig’ın kitaplarının en ilgi çekici yanı. Olayların baş karakter üzerindeki etkilerinin derinlemesine incelenmesi, duyguların ve karakterin psikolojisinin etkileyici bir biçimde anlatılması Zweig’ı farklı yapan noktalardan biri.

Kitabın orjinal kapağı

Kitabın incelemeye konu olan karakteri Irene; zengin kocasının sunduğu lüks hayatı yaşayan, daha önce hayatında korkunun yeri olmayan birisidir. Korkunun pençesine düştükten sonra hayatı tamamen kontrolünden çıkar. Mantıksız davranmaya başlar, hiçbir şeyi sorgulamaz. Şantajcı olarak karşısına çıkan bu kadın onu her istediğinde nasıl bulmaktadır ve aslında kimdir? Kendisi hakkında her şeyi nasıl öğrenmiştir? Irene bu soruları aklına bile getirmez ve kadına her seferinde istediklerini vermeye devam eder. Bunun bir sonunun olmayacağını, her seferinde taleplerini artıran kadından bu şekilde asla kurtulamayacağını düşünmek istemez. Tek önemli olan ona istediğini verdikten sonraki anlık rahatlamalarıdır. Artık öyle bir hale gelmiştir ki şantajcısının nerede ne zaman ortaya çıkacağının korkusunu yaşamak yerine onun hemen gelip para istemesini beklemektedir. Böylece bir geceyi rahat uyuyarak geçirebilecektir.

“Irene artık hiçbir şey düşünmemek, sadece yaşamak, kendini uyuşturmak ve ruhunu boş ve anlamsız uğraşlarla oyalamak istiyordu.”

Bir süre kendini eve hapseder ve hiç çıkmaz. Olmadığı başka biri gibi davranmaya başlar. Yapmacık neşesi ve ilgisi insanların dikkatini çeker. Zamanla paranoyalar ve kuruntular başlar. Acaba bir avukat olan kocası Fritz, azap çeken suçluların ancak suçunu itiraf edince bu yükten kurtulduklarını söylerken aslında kendisine bir gönderme mi yapmaktadır?

Romanın “Angst” orijinal adıyla çekilen filmi

Fritz: “Korku cezadan çok daha beterdir, çünkü ceza bellidir, ağır da olsa, hafif de, hiçbir zaman belirsizliğin dehşeti kadar, o sonsuz gerilimin ürkünçlüğü kadar kötü değildir…Sanıklar en fazla, gerçeği gizlemelerinin, her şeyin anlaşılacağı tehlikesinin ve bir yalanı sayısız saldırı karşısında savunmak zorunda olmanın üzerlerinde yarattığı o dehşetli baskının eziyetini çekerler. İtirafı, direnen etinin içinden bir kancayla yırtıp çıkartmak gerektiği için sanığın kıvranıp durmasını izlemek tüyler ürperticidir.”

Irene: İnsanı engelleyen şey her zaman korku mudur? Acaba utanç olamaz mı? Belki de insan en büyük utancı kendine yakın hissettiklerine karşı duyar.”

İçsesi: “Acaba kocası tehlikeli bir oyun oynuyor, kurban da kendisi mi oluyordu?”

İtiraf etme gücünü kendinde bulamayan Irene ruhunu uzun bir sessizliğe kavuşturmak üzere bir şişe morfin alır. Kitabın sonunu merak edenler, insanın böyle bir psikoloji içerisinde neler yapabileceğini görmek isteyenler; korkunun esiri olmuş bir kadının zihninde yolculuk yapmak için bu kitaba bir göz atın.

1942’de kendi de intihar etmiş olan Zweig’ın karakterlerinin psikolojileri aslında hep çok tanıdık ve bizden. Korku’nun hemen ardından yazarın yine bir karakter üzerinden psikolojik çözümlemeler yaptığı Yakıcı Sır kitabına başladım. Onu da çok yakında sizlerle paylaşma dileğiyle.

Leave a Reply