Uykusuzluk ya da Şeytan İşbaşında

Insomnia, tıp literatüründe uyuyamama hastalığı ya da uyku sorunu olarak geçiyor. Geceleri gözlerini bir dakikadan fazla kapalı tutmayan hastalar, gecenin sessizliğinde, yastığı yorganı birbirine katarak bir o yana bir bu yana dönüp duruyorlar. Birkaç gece sürdüğü takdirde geçici, bir ay sürerse kısa süreli olarak nitelendiriliyor. İster birkaç gece olsun ister bir ay, uykusuz geçirilen saatler oldukça yavaş geçer. Bu durum bir aydan fazla sürdüğü takdirde ise kronik bir insominia hastası olarak tanı konabilir. Uykusuz geçen bir gecenin sebebi yine tıpta fazla kafein (kahve, çay, kakao, kola) tüketimi, gün içinde önceden uykuyu alma ve her hastalığın sebepleri arasında mutlaka yer alan stres olarak gösterilmiş. Tıbbın gerçekleri bazen insanı açıklamaya yetmiyor olabilir. Çünkü insanın bütün organları sapasağlam çalışırken ve başka hiçbir sağlık sorunu yokken dahi şiddetli bir uykusuzluğun pençesinden kurtulamayıp adım adım sağlığını kaybetmesi mümkün. Amerikalı yazar Henry Miller, Insomnia adlı kitabında bu hastalıktan muzdarip ana karakterin duygularını şöyle anlatmış:

“İlkin kırık bir ayak parmağıydı sorun, sonra kırık bir yüz ifadesi, en sonunda da kırık bir kalp. Ancak bir yerde de söylediğim gibi insan kalbi çok dayanıklıdır, yok edilemez; kırıldığını ancak belleğinde canlandırabilirsin. Asıl tokadı yiyen insanın ruhudur ama ruh da güçlüdür, istenirse eski canlılığı kazandırılabilir ona.”

Henüz daha uykuların kaçtığı kısma gelmeden Miller’ın bu uykusuzluk hastalığına tıptan farklı bir açıklama getireceğini anlayabiliyoruz. Birçoğumuza göre kalp, kırılması en kolay organ. Kalp kırmak kolay, kazanmak zor diyor kimileri. Henry Miler ise kalbin en dayanıklı organ olduğunu savunurken belki de tokat yiyen ruhun tekrar tekrar yok olup dirildikçe canlı kaldığını, ruhun kalbin kırıklıklarından beslendiğini söylüyor. Devam etmeden önce kitaptaki karakteri ve onun ruh halini daha iyi anlamanız için bu elli üç sayfalık anlatının aslında neden bahsettiğini açıklayayım.

isomia

 

1967 yılında, yetmiş altı yaşında bir adam Japon bir kabare sanatçısı olan Hoki Tokuda’ya aşık olur. Ana karakterin sıradışı, şeytani ve çözülemez olarak tanımladığı bu kadınla ilişkisi başlarda tam olarak net olmasa da (kadın da onu tanıyor mu yoksa bu tek taraflı platonik bir aşk mı?) ikili her gece bir piyano barda buluşuyorlar. Bunun anlamı büyük ihtimalle, kendi tarifi ile, acınası ve kırılgan durumdaki ana karakterin her gece aynı piyano bara bu Japon kadını izlemeye gidiyor olması. Aşka öyle gereksinimi olduğunu düşünüyor ki sahtesini bile kabullenmeye razı. Kitabın bundan sonrası genelde baş karakteri insomniaya sürükleyen bu aşk üzerine düşünceler ve genel olarak aşk üzerine bazı alıntılarla ilerliyor. İşin ilginç yanı ise karakter aşık olduğu kadını “kaypak, hoppa ve yalancı” bulmasına rağmen ona sonsuz güvendiğini, onun yaptığı her ikiyüzlü ve yanlış davranış için bağışlayıcı bir bahane bulabildiğini söylüyor. Belki de bütün kitap boyunca yazarın söylemek istediği, aşkın tamamen hayali bir olgu olduğu ve aslında kafamızda yarattığımız hayali bir kişi ile, hatta belki de tek kişilik olarak yaşandığı.

Aşkın ve hayatın analizini yapan bu yetmiş bir yaşındaki adamın Henry Miller’in ta kendisi olduğunu ve gerçekten yaşamış olduğu bir durumu anlattığını kitabı bitirdikten sonra öğrendim. Peki neden yaşadığı fırtınalı bir gençlik aşkını değil de ömrünün son demlerinde yaşanmış, büyük ihtimalle karşılıksız bir aşkı anlatıyordu? Daha sahici olduğunu düşündüğü için mi, bu duygu üzerine yazılmış milyonlarca şey yerine söyleyebilecek farklı cümleleri olduğu için mi yoksa Japon kültürüne duyduğu hayranlıktan mı?

“Belki de aşık olduğumu sanıyordum yalnızca. Belki de yalnızca açtım, yalnızlık çekiyordum; herhangi birinin oyuncak bir tabancayla vurabileceği bir hedeftim.”

Kitabın ilerleyen bölümlerinde Miller bu Japon kadınla olan iletişiminin karşılıklı olduğunu ima eden yanıtsız mektuplardan, amaçsız telefon görüşmelerinden ve “ikiyüzlü, kadınsı bir soğukluk” sonucu onu “Insomnia denen uykusuzluk şeytanıyla” başbaşa bırakan olaylardan bahsediyor.

sulu

Henry Miller’ın Insomnia sulu boya serisinden bir resim

Başta yarım kalan kısma gelirsek, uykusuzluk şöyle bir şey Miller için:

“İşte o kırık ayak parmağı her sabah üçe doğru uyandırıyordu beni. Cinli perili saat diyorum buna, çünkü en çok bu saatte aklıma düşüyordu o kadının ne yaptığı… Umutsuz bir aşk çökmüşse gönlüne sabahın üçünde, özellikle onun orda, yerinde olmadığı kuşkusuna kapıldığında telefon etmeyi gururuna yediremiyorsan, ister istemez içe dönüp kendinle baş başa kalırsın; o anda akrep gibi sokarsın kendini ya da hiçbir zaman postalamayacağın mektuplar yazarsın ona, ya da odanda volta atarsın hem küfür hem dua edersin, sarhoş olursun, ya da kendini öldürecekmiş gibi davranırsın.”

Miller’ın kitabı yazdığı dönemde yaptığı sulu boya resimler arasında bir Insomnia Dizisi bulunuyor. “Suluboyayla delidolu renkler serpiştirerek betimlediğim acının anlamına herkes varamadı,” diyor bu resimler için kitabında. Kitabı okuduktan sonra yazarın bu resimlerine de bir göz attım. Uykusuz gecelerin yaratıcı meyveleri bu resimler ve bu kısa anlatı olmuş Miller için. Siz de uyku tutmayan bir gece açın okuyun bu kitabı. Sabaha kadar bitecektir zaten ve siz de yeni günü, yepyeni düşüncelerle ve sorularla karşılayacaksınız.

 

Leave a Reply