Türkçe ağzımda annemin ak sütüdür.
-Yahya Kemal Beyatlı-
Asırlardan beri dünyanın dört bir yanına yayılmış Türk Milleti, gittiği her yere kültürünü ve dilini taşıdı. Üzerinden hiç çıkarmadığı, o güzel elbisesi Türkçe’yi güçlendirdi, sağlamlaştırdı. Türkçe ise kendini ‘kadim’ kabul eden lisanlara galebe çaldı. Etkilendi, etkiledi. Yeri geldi süslü anlatımlar peşinden koştu yeri geldi sadeliği seçti. Fakat hiçbir koşulda canlılığını kaybetmedi. Orta Asya bozkırlarından başlayan serüveni çeşitli coğrafyalarda zenginleşti, rengine renk kattı. İşte bu serüvende lisanımıza büyük katkıları olan, çorbanın lezzetine kavuşması için ter döken birisi de üstad Ali Şîr Nevaî’dir.
Nihad Sami Banarlı şunu der:
“Doğu Türkçesi söyleyişlerinin hemen bütün güzelliklerini kendi sanatında toplayarak, Orta Asya Türk Edebiyatı’nı yükselişinin en ileri derecesine ulaştıran şair Ali Şîr Nevaî’dir.”
Türk Klasik Edebiyatının kapsamış olduğu binlerce yazar ve şair arasında Ali Şîr Nevai’nin diğerlerine nazaran çok özel ve dikkate alınması gereken bir yönü vardır ki o da şudur; kendisi yalnızca Çağatay Edebiyatı’nın büyük şairi olmakla kalmamıştır. Eserlerini yüzlerce yıldan beri Türk Dünyası’nın her tarafında, Anadolu’da, Rumeli’de, Azerbaycan’da, İran’da, Irak’ta, Kırım’da, Volga Boyları’nda hatta Hindistan’daki Türk saraylarında okutmuştur.
Şairin yetiştiği Herat şehri aynı zamanda dostu ve hâmîsi olan Sultan Hüseyin Baykara’nın payitahtıdır. Bir sanatkâr da olan sultan ve Ali Şîr Nevaî burayı bir kültür şehri haline getirmişlerdir. Birçok şair, âlim, musikişinas, nakkaş, hattat ve mimar burada uzun sürede barınmıştır. Herat’ın bu durumu sonraki vakanüvislerce mübalağalı anlatılmış ve hatta efsanevi bir şekle bürünmüştür. Bu mübalağayı kale almasak bile çok rahat diyebiliriz ki Baykara-Nevaî ikilisi burayı bir kültür başkenti haline getirmeyi başarmışlardır.
Baykara’nın yanında vezirliğe kadar yükselmiştir. Fakat nüfuzunu her daim sürdürememiş, yeri gelmiş sürgüne de gönderilmiştir. Fakat tekrardan Sultan’ın gözüne girmeyi başarmıştır. Bütün devlet ricali ve bütün ilim camiası kendisine büyük saygı duymuştur. Sadece hükümdarın yanındaki nüfuzundan kaynaklanmamaktadır bu saygı. Aynı zamanda ortaya koyduğu eserler ve büyük servetiyle yaptırdığı hayır müesseseleri onu o yüksek hürmet koltuğuna oturtmuştur.
Bir fikir adamı olarak, resmen küçük bir kütüphane teşkil edecek büyüklükte, türlü türlü konularda birçok eser yazmıştır. Edebiyatımızda ilk hamseyi oluşturmuştur. Büyük bir sanatkâr ve sanat hâmîsi olmakla beraber Nevaî’nin büyük vasıflarından biri de şuurlu bir milliyetçi olması ve Türkçe’ye büyük önem vermesidir. Fuad Köprülü’nün deyimiyle:
“O, galiba Türk ruhunun ve Türk Dili’nin Fars ruhuna ve diline karşı adeta bir inkilab yapmak istediği bir devirde yetiştiği için, bu müphem temayülü (belirsiz eğilimi) şuurlaştırarak, “Türk Dili’nin Farsçaya faik (üstün) olduğunu” iddia cesaretinde bulundu ve bunu ispata çalıştı.”
İran Edebiyatı’nı da çok iyi bilen Nevaî eskiden beri Türkçe’ye büyük kıymet veriyor, eserlerini Türkçe yazıyor ve milli dilin kültür dili olarak inkişafı için hiçbir gayreti esirgemiyordu. Özellikle Çağatay Türkçesini Fars lisanının ifade olanaklarının üzerine çıkarmıştır. Daha 16.-17. asırlarda bazı müellifler Çağatayca’ya Nevaî Dili demişlerdir. Buna bu şöhreti kazandıran ise tabi ki Türkçe’ye verdiği muazzam değerdir.
Yaşadığı zamanda İran dilini kullanan ve tamamen basit söyleyişler peşinde koşan Türk şairlere çatmış, kendi özlerini beğenmemeleri yüzünden çok ağır eleştirilerde bulunmuştur. Ona göre Türkçe, Farsça’dan daha geniş anlatım olanaklarına sahipti ve üzerinde emek harcanırsa koşulsuz şekilde Farsça’ya galebe çalacaktı. Onun hayali yaşadığı zamanda Muhakemetü’l Lügateyn de Nevaî tarafından ispat edildi ama mücessem bir olgu olarak kendini anca Fuzulî’de gösterdi. O, aslında çok sevdiği, çok iyi bildiği ve bir talihsizliğe uğramaması için gayret sarfettiği Türkçe üzerinde milli hassasiyet göstermiş, bu dilin karşılaştığı zorlukları yenmeye çalışmıştır. Tabii ki onun istediği herkesin şiirlerinde ve eserlerinde Öztürkçe kullanması değildir. Banarlı’nın ifadesiyle, Kendisi de eserlerinde çok şuurlu bir şekilde ortak İslam Medeniyeti’nin kelimelerini kullanmıştır.
Muhakemetü’l Lügateyn
Muhakemetü’l Lügateyn, Nevai’nin Türkçe ile Farsça’yı karşılaştırdığı eseridir. Kitabın ismi “Sözlüklerin Karşılaştırılması” manasına gelir.
Bilgi ve iddialarının inandırıcı örneklerle değerlendirerek eserine rubaîler, kıt’alar, beyitler ilave eden şairin bu kitabı hakkında onun Türkçülüğü ve Türkçeciliği bahsinde izahat vermiş bulunuyoruz. Buraya şunu ilave edelim ki, Farisi’yi ana dili kadar iyi bilen Nevaî, bu eserinde her şeyden önce bir dilin dehasına, inceliklerine ve başka dillerden ayrılan taraflarına nasıl dikkat edileceği hakkında, kendi devri için ileri bir örnek vermiştir. (Banarlı, Resimli Türk Edebiyatı Tarihi, 1983 )
Nevaî hayaline ulaşmış, Sultan ile el ele verip Türkçe’yi hak ettiği yere çıkarmışlar. Buradan gösterdiği çabayı saygıyla anıyorum.
Türkçe’ye emeği geçen herkese selam olsun.
Kaynakça
1-Köprülü, Mehmed Fuad (1941). Ali Şir Nevaî 9 Şubat 1441-3 Ilkkanun 1501, Türk Tarih Kurumu Yayınları
2-Tarlan, Ali Nihad (1942). Ali Şir Nevayi, İstanbul Üniversitesi Neşriyatı
3-Banarlı, Nihat Sami (1983). Resimli Türk Edebiyatı Tarihi, Milli Eğitim Bakanlığı