Casusluğa Gerçekçi Bir Bakış: John Le Carré Romanlarındaki Casus İmajı

Ajan dendiğinde benim aklıma gelen kişiler karizmatik, iyi silah kullanan, atletik kişilerdir çünkü bugüne kadar casusluk temasında üretilmiş eserlerde şahit olduğum tiplemeler genelde bu şekilde. Ajanlar asla hata yapmaz, hata yapsa dahi hemen düzeltir, adrenalin dolu maceralara atılır ve maceralarının sonu kişisel yeteneklerinin ve şanslarının yardımıyla genellikle mutlu bir sona kavuşur. Öte yandan, alışılagelmiş casus imajı John Le Carré’nin romanlarıyla yıkılmış durumda.

John le Carre

John le Carre

John Le Carré, yıldızı Soğuk Savaş döneminde parlamış bir yazar. Kariyerine önce cinayet romanlarıyla başlamasına rağmen sonradan casusluk romanları yazmaya başlamıştır ve bu türde yazmaya devam etmiştir. Kendisi de önceleri İngiliz gizli servisleri olan MI5 ve MI6 için çalışan yazar, muhtemelen casusların dünyasını çok iyi biliyor ve romanlarını oluştururken bu bilgileri ve deneyimleri doğrultusunda hareket ediyor.

John Le Carré’nin okuyuculara yansıttığı ajan imajı özetlemek gerekirse öncelikle, yazarın unutmamamızı istediği şey, ajanların da bizim gibi birer insan olduğu gerçeği. Yani ajanların hayatları, sıradan insanların yaşamış olduğu hayatlara oldukça benzer. Örneğin, insanların aklındaki ajan imgesinin aksine, yazarın romanlarında yer alan ajanların en büyük gayesi günü kurtarabilmek. Büyük kahramanlıklar yapmak gibi hevesleri hemen hemen hiç yok. Genellikle, güçlerini ölçüp biçiyorlar ve herhangi bir işe ancak ve ancak altından kalkabileceklerini kestirdikleri zaman girişiyorlar. Kendilerine verilen emirden fazlasını yapmayı ise genellikle düşünmüyorlar.

007

John le Carre’ın ajanlarından uzak, “kusursuz” ajan James Bond

Dahası, John Le Carré’nin romanlarında yarattığı evrendeki ajanların hayatları da bizim günlük yaşamdaki hayatlarımıza oldukça benzer. Örnek vermek gerekirse, ajanlar da bazı ekonomik problemler yaşayabiliyorlar, eskiden beri arkadaş olduğu kişileri ziyaret etmekten keyif alıyorlar, arkadaşlarını kaybettiklerinde veya kaybedecek olduklarında büyük üzüntü çekiyorlar. Örnekleri arttırmak mümkün fakat asıl vurgulamak istediğim nokta, ajanların da günlük hayatının normal insanların günlük hayatına benzediği gerçeği.

Bunlara ek olarak, ajanların dış görünüşleri de normal insanlarınki gibi. Örneğin, John Le Carré’nin birçok romanında gözüken George Smiley isimli karakter, yakışıklı ve karizmatik olarak değil, normal bir insan gibi tasvir edilmiştir. Ayrıca, gözüktüğü son romanlarda Smiley yaşlanmış olarak resmedilmiştir. Yani ajanlar dış görünüş açısından mutlaka genç, karizmatik ve dinamik olmak zorunda değil Le Carré’ye göre.

Tinker Tailor Soldier Spy'ın film adaptasyonunda Gary Oldman George Smiley rolünde

Tinker Tailor Soldier Spy’ın film adaptasyonunda Gary Oldman George Smiley rolünde

Ayrıca John Le Carré, ajanların aslında birer memur olduklarını vurgulamaktan asla çekinmiyor. Onlar da yaptırımlarla karşılaşabiliyorlar, meslektaşları tarafından yıldırmaya maruz kalıyorlar, bürokratik problemler yüzünden karşılaştıkları sorunları kolayca halledemiyorlar, kahramanlık şansı yakalasalar bile bu problemler yüzünden kahraman olamayabiliyorlar. Romanlardaki ajanların yaptıkları işler de genellikle sürekli hareket gerektiren soruşturmalardan veya dosyalardan ziyade,insanlarla konuşup istihbarat almak veya bir yerlerden gizlice bilgi almak şeklinde. Yani yaptıkları işlerin heyecan vericiden çok sıkıcı ve kasvetli olduğunu öne sürmek mümkün. Söylemeden de geçmeyelim, romanlardaki casusların kullandığı olağanüstü özellikli herhangi bir cihaz da yok, genellikle bir silaha dahi ihtiyaç duymuyorlar.

John Le Carré, önceden çalışmış olduğu İstihbarat servislerinde tecrübe ettiği olayların da etkisiyle gerçeğe çok yakın bir casus imajı yaratıyor fakat bu casus imajı, popüler kültürde görmeye alışkın olduğumuz türde imajlardan değil. John Le Carré’nin yarattığı, muhtemelen gerçeği tamamen yansıtan bir imaj çünkü, romanlardaki ajanlar hemen hemen hiçbir üstün yeteneği olmayan sıradan insanlar şeklinde resmediliyor. Yani John Le Carré’nin romanlarındaki ajanlarla bizi ayıran tek şey casusların meslekleri. Ayrıca, dış görünüş bakımından da herhangi bir olağanüstülükleri yok. Romanlardaki casusların yaşadığı evren de sıradan insanların yaşadığı evren neredeyse aynı. John le Carré’nin romanlarındaki casuslar muhtemelen sıradanlıklarıyla bizi kendilerine çekiyor ve karşılaştıkları her durumda onlarla empati yapmamıza imkan veriyor ki bu da yazarın genellikle durgun havada ilerleyen romanlarını ilgiyle takip etmemize olanak veriyor.

Görsel Kaynakları:

http://www.newstatesman.com/culture/books/2015/10/william-boyd-why-john-le-carre-more-spy-novelist

http://www.laweekly.com/restaurants/a-christmas-list-for-george-smiley-5-food-gadgets-for-secret-agents-2376616

Leave a Reply