Kültür Sanat birimi yazarları Sena Aydın, Deniz Yavuz ve Işınsu Topçuoğlu’na ortak çalışmaları için teşekkür ederiz.

Se7en (1995)

 Ejderha Dövmeli Kız, Fight Club ve Gone Girl gibi filmleriyle yakından tanıdığımız David Fincher’ın bir diğer filmi de Se7en. Bu filmle ilk defa çocukken, Penguin yayınlarının İngilizce öğretmek için çıkardığı basitleştirilmiş kitaplarından biri ile karşılaşmıştım. Kitabın içinde filmden siyah beyaz sahneler vardı. Daha İngilizce’yi tam olarak bilmediğim için olayı anlayamamıştım ancak resimler çok ilgimi çekmişti ve kendi kafamda gerçekte olandan oldukça farklı bir senaryo kurmuştum. Yıllar sonra filmi izlediğimde, kafamdaki senaryodan çok farklı olması nedense beni çok şaşırtmıştı.

 İzlemeyen kaldığını sanmıyorum ancak yine de film hakkında spoiler vermek istemiyorum. Fincher bu filmde Dante’nin İlahi Komedya’sından esinlenerek yedi ölümcül günahı temsil eden yedi kurban seçiyor ve onları öldürmeyi kendisine görev edinmiş katilin peşine de yakından tanıdığımız iki polis takıyor- Brad Pitt ve Morgan Freeman. Genç ve aceleci polisi oynayan Pitt ve yaşlı ve tecrübeli polisi oynayan Freeman arasında izlediğimiz şeyin yalnızca bir film olduğuna inanmayı zorlaştıran gerçekçilikte bir etkileşim var.


Filmi izlerken beni en çok düşündüren şey, bu yedi günahı işleyen kurbanlarını öldürürken yanlış bir şey yaptığını düşünmeyen katil John Doe olmuştu. Aslında bence Fincher da bunu göstermek istemiş olabilir. İnsanlar kendi yanlışlarından çok, karşısındakinin günahlarına takılıyor. Hayatta başımıza gelen bütün kötü şeylerin başkalarından kaynaklandığını düşünürken, onlara yaptıklarını ödetmeye çalışırken, hatalarına söylenirken, kendimizin onlardan daha kötü bir hale geldiğinin farkına varamıyoruz.

Fincher’ın filmleri her zaman insanı dönüp kendisine baktırıyor, daha önce sorguladığını düşündüğü şeyleri tekrar sorgulatıyor ve cevap niteliğinde bambaşka kapılar açıyor. Tüm filmlerinin ayrı bir yeri olsa da, Se7en’ın yeri bende ayrı. Belki çocukluğumda elime geçirdiğim o kitaptan, oradaki siyah beyaz fotoğraf karelerinden, belki de filmin kendisinden bilemiyorum… Ancak Se7en kesinlikle defalarca izlemeye değecek bir film.

 Fight Club (1999)

Not: Yazı, filme dair spoiler içermez.

Başrollerini Edward Norton, Brad Pitt ve Helena Bonham Carter gibi önemli isimlerin paylaştığı bir Fincher klasiği aslında Dövüş Kulübü. Yönetmeni David Fincher’ın “David Fincher” olmasındaki en büyük etkenin bu film olduğu da sinema dünyasında sıkça söylenir. Filmin her şeyden önce bir kitap uyarlaması olduğunu söylemek yanlış olmaz, zira Dövüş Kulübü, Chuck Palahniuk’un ilk romanı olarak tarihe geçmiştir. Ardından Fincher’ın bu öyküyü bir filme dönüştürmeye değer bulmasıyla da ölümsüzleşmiştir. Adına herkesin aşina olduğu bu 1999 yapımı kült film, adının sunduğundan çok daha fazlası aslında. 

 Dövüş Kulübü; konusundan, hikâyesinden, oyuncularından ziyade bir toplum eleştirisi aslına bakıldığında. Fincher, (bahsi geçecek eser filmin kendisi olduğundan, yazının geri kalanında Palahniuk’un değil, Fincher’ın adı kullanılacak) kendine has üslubuyla içinde bulunduğumuz tüketim toplumunu eleştirmeyi amaç biliyor kendine. Bağımlısı haline geldiğimiz Starbucks’ı, IKEA kataloğundan bozma ev dekorasyonlarımızı, üzerlerinde haddinden uzun düşündüğümüz yemek takımlarımızı ve daha birçok şeyi eleştiriyor filminde. Bütün bunları belli görseller ve diyaloglarla, gözümüze sokmadan fakat bir o kadar da göz önünde yapıyor Fincher. Belki de David Fincher’ı özel kılan şey bu: Bir romanı 2 buçuk saatlik bir filme dönüştürürken, toplumsal eleştiriye dair hiçbir ögeyi kaybetmemeye özen gösteriyor ve bunu incelikle yapıyor. Belli başlı sahneler, diyaloglar, seyircinin aklında çoktan yer edinmiş durumda. Bugün bile, üstünden yıllar geçmiş olan film uzun uzadıya konuşuluyor, üstüne hala tartışılıyor. Dövüş Kulübü bir kült, haliyle zamansız bir film. Günümüze kadar gelebilen, içinde yaşamakta olduğumuz kapitalist düzenin eleştirisiyle her döneme hitap edebilen film, Fincher’ın başyapıtı olarak anılmayı gerçekten de hak ediyor gibi görünüyor.

Kaynakça: https://www.filmloverss.com/fight-club-uzerinden-tuketim-toplumunu-anlamak/

https://www.imdb.com/title/tt0137523/mediaviewer/rm770344448

Gone Girl (2014)

 David Fincher’ı tasvir etmek için en güzel örnek verebileceğimiz 3. film ise yönetmenin 2014 yılında yönettiği, bir kesimin deli gibi beğendiği fakat bir kesimin de ‘biz böyle vasat bir film beklemiyorduk, bu neydi şimdi?’ Dediği filminden bahsetmek istiyorum. Türkçesi Kayıp Kız olarak çevirilen Gone Girl filmi, bana göre ortalama bir film. Senaryo, çekimler ve oyunculuklar olarak beğendiğim fakat isimlendiremediğim bir şeylerin eksik olduğunu düşündüğüm bir film. David Fincher’ı bu kadar konuşulan beğenilen bir yönetmen yapan filmi Dövüş Kulübünden sonra belki de gerçekten biz seyirciler olarak beklentimizi çok yükseğe çıkardık ve aslında bence filmi değil de yönetmeni beklediğimiz için de bizi hayal kırıklığına uğratan bir film. Bu yüzden en önemlisi de objektif olarak ve kendi içimizde filmi değerlendirip incelememiz gerek. İzlemeyenler için herhangi bir detay vermek istemiyorum o yüzden kısaca konusundan ve en beğendiğim sahneden bahsetmek istiyorum. Nick ve Amy evliliklerinin beşinci yıl dönümünü kutlamaya hazırlanırlar ama Amy o gün aniden ortadan kaybolur. Bunun üzerine polis Amy’den uzun süre haber alamayınca yaşanan kavgalar ve söylenen sözler üzerine en olası şüpheli olarak Nick’i sorumlu tutmaya başlar. Olanlara bir türlü anlam veremeyen Nick’in ise Amy’nin nerede olduğuna dair hiçbir fikri yokken ve suçlanırken bir de Amy’nin ailesinin düzenlediği  bir yardım operasyonunun içinde piyon olarak düşer ve Nick ne kadar masum olduğu konusunda ısrar etse de üstündeki şüpheleri tamamen yok edemez. Amy’nin hayatta olup olmadığı da filmin sonlarına doğru ancak bize gösterilir. Filmi düşününce ben en çok Nick’in (Ben Affleck) ve Amy (Rosamund Pike)’nin durumlara karşı takındığı yüz ifadeleri ve karakterleri benimsemelerini çok başarılı buldum. Favori sahnem ise mutfaktaki kanlı olan sahneydi, izlemeyenler için bir detay vermek istemediğimden sahneleri detaylı anlatmayacağım fakat izleyenler için söylüyorum ki ekranın karşısında ‘bununla da uğraşmazsın ya’ dediğim ve etkilendiğim bir sahne olmuştu. Genel olarak film bu şekilde ve bence Fincher’ın kurgusal dünyasından hoş bir örnek.

Kaynakça: https://www.imdb.com/title/tt2267998/?ref_=fn_al_tt_1 

Leave a Reply