Film: Daha (2017)

Uyarlanıldığı Eser: Daha (Hakan Günday, 2013)

Yazar: Çağın T. Eroğlu

Hakan Günday, modern Türk edebiyatında “yer altı” dendiği zaman akla gelen ilk isimlerden biri. Sayısız dile çevrilip dünyanın dört bir tarafından ödüllerle onurlandırılan kitapları Türkiye’de de büyük ilgiyle takip ediliyor. 2013 senesinde kaleme aldığı Daha romanı, insan kaçakçısı bir baba Ahad ile hayatını babasının yanında, ona yardım ederek geçirmiş Gaza’yı anlatıyor. Dünyanın tümünü ilgilendiren güncel sorunlardan biri olan mülteci krizinin derinliklerine edebî bir ustalıkla eğilen Günday’ın en iddialı eserlerinden biri olarak akılda kalıyor. 

Tıpkı Hakan Günday gibi, 2017 senesinde beyaz perdeye uyarlanan filmin yönetmeni Onur Saylak da insan psikolojisinin derinliklerine oldukça vakıf bir sanatçı. Oturduğu yönetmen koltuğunda, uyarladığı kitaptan aldığı tek bir açıyı olabildiğince derin bir biçimde irdelemek suretiyle karşımıza hayranlıkla seyretmekten kendimizi alamadığımız bir film çıkıyor. Kitabı okumuş olup filmi henüz izlemeyenleri, filmin kitabın doğrudan bir adaptasyonu olmadığı konusunda uyarmalıyım. Zira Saylak’ın bu film ile başarmak istediği, Günday’ın romanını birebir biçimde beyaz perdeye aktarmak değil. Romanın baş karakteri, acıdan acıya ve hüzünden hüzne koşan, başı eğik Gaza’nın karakter gelişimine adanmış bir film seyrediyoruz. Popüler tabiriyle bir spin-off. Her ne kadar film, bir spin-off olma iddiası taşıyor olmasa da karşımıza koyduğu psikolojik profili ve perspektifi en iyi açıklayan terim bu. 

Öte yandan, romana oldukça sadık bir uyarlama söz konusu. Saylak, bu sadakati izleyiciye doğrulttuğu masum bir manipülasyon silahı ile bozuyor sadece. Bunu da, filmin odağına salt Gaza’yı yerleştirerek yapıyor. Romandan farkı ise, filmde Gaza’yı takip eden, onu her an çeken ve bizi yaşadıklarına ortak eden ilahî bir gözlemci pozisyonunda bırakarak değil, direkt Gaza’nın içinden olaylara tanıklık eden, onun iç dünyasının bir parçası olarak filmi kurgulaması. Bu da bana kalırsa filmin seyir zevkini katlamakla kalıyor, bilhassa kitabı okuyup sevenler, Hakan Günday’ın edebi dünyasını beğenenler için. Öyle ki kitabı okumam ile filmi seyretmem arasında epey bir süre olmasına karşın, filmi izledikten sonra tekrar kitabı okumam gerektiğini düşündüm. Birçok uyarlama, böyle bir hissi tetiklemez. Bunu, uyarlamaların daha iyi olma kaygısına, veya bulunduğu medyumların tanım icabı daha iyi olma iddiasını onlara verdiğine yormak mümkün. Ancak Daha (2017) filminde farklı olan, Saylak’ın müthiş bir Hakan Günday hayranı olduğunu (arkadaşlıklarını bir kenara bırakırsak, edebî bir hayranlık) ve kitabı, Günday’ın edebi dünyasını çok iyi içselleştirmiş olduğunu fark etmemizdir. Zira filmin bırakalım her bir sekansını, basit bir atmosferde, herhangi bir karede dahi bize Günday’ın romanlarının karanlık, umutsuz ve çilekeş havasını yansıtan motifler ve imgelemlerle karşılaşıyoruz. Denebilir ki Daha (2017) filmi, her ne kadar bir spin-off havasını yansıtsa da leziz bir uyarlama. 

Dizi: Normal People (2020)

Hulu'nun Yeni Dizisi "Normal People" Hakkında Her Şey | Marie Claire

Uyarlanıldığı Eser: Normal People (Sally Rooney, 2018) 

Yazar: Işınsu Topçuoğlu

Bugün sizlere ben de duygusal ve tensel bir anlatım sunan bir kitap uyarmalamasıyla geldim. 2020 yılında hayatımıza nur topu gibi düşen pandemi ile karantinada yalnızlığın dibine vururken bize sevginin, birlikteliğin huzurunu ekranlardan aktaran bu duygusal uyarlamanın adı Normal People. Screen Ireland ile birlikte BBC Three ve Hulu için Element Pictures tarafından tarafından mini dizi olarak uyarlanan bu kitap, 12 bölümden oluşmaktadır. Bizim ülkemizde ise BluTv tarafından ekranlarımıza ulaştırılıyor. Sizlere önce biraz kitaptan sonra diziden, son olarak da kendi düşüncelerimden bahsetmek istiyorum. Şimdiden keyifli okumalar! 

Kitabın yazarı Sally Rooney, kendisi İrlanda’da doğmuş ve kitaptaki karakterlerimiz gibi Dublin’in en önemli tarihi okullarından biri olan Trinity College’de eğitim görmüştür. Y kuşağının önemli yazarlarından kabul edilen Sally Rooney, Normal People ile biz izleyicileri huzurlu ve hüzünlü bir aşkın kaderiyle ortak ediyor. Marianne ve Connell’in aşkını okurken de izlerken de aynı hissiyatı çoğu yerde paylaştığımızı düşünüyorum. Hikayeden genel olarak bahsetmem gerekirse Marianne varlıklı bir ailenin kızı, Connell ise normal gelirli bir aileden geliyor. Zengin kız fakir oğlan klişesinin dokunuşu ilk başta gözünüze çarpmış olabilir fakat hikaye farklı bir şekilde evriliyor. Connell’in annesi Marianne’in evinde temizliğe bakıyor. Aynı zamanda Connell ve Marianne aynı liseye gidiyor. İkisi de başarılı öğrenciler olsa da Marianne okulda sevilmeyen ve dışlanan bir bireyken, Connell popüler bir öğrenci. Marianne ceza etütüne kaldığında Connell ile karşılaşıyor ve aniden ona açılmasıyla aralarında tensel birlikteliği başlatmak için ilk adımı atıyor. Arkadaş grubu tarafından reddedilip alay edilmekten çekinen Connell ilişkisini saklamak istiyor ve hikaye bu şekilde devam edip evriliyor. 

Dizi, kitap ile uyumlu ilerliyor fakat bence dizi ve kitabı birbirinden ayıran ve kitabı daha derin yapan en önemli unsur kitaptaki bazı detayların dahil edilmemesi. Ayrıca benim en zayıf bulduğum ve hikayenin derinliğine zarar verdiğini düşündüğüm karakter ise Marianne’nin ağabeyi Alan. Umarım bir sonraki sezonda ve ikinci kitapta Alan’ın karakterini güçlendiricek ve derinleştirecek detaylar görürüz. En özel bulduğum durum ise İrlanda’nın pastoral ortamının Connell ve Marianne’in huzurlu ve hüzünlü aşklarıyla bir şiir gibi çekilmesi ve her ülke için oranı değişse de cinselliğin normallikten uzaklaştırıldığı bir dünyada yaşarken karakterlerin cinsel birlikteliğinin bu denli derin ve ruhani bir aşka dönüşmesini izlemek, gerçekten çok keyifli. İki farklı bireyin bedenlerinin tensel çekimini ruhlarındaki aşkla işlemeleri ve bu aşkın birbirlerinin hayallerini engellemesine izin vermeden özgürce, birbirlerine saygı duyup fedakarlık yaparak aralarındaki bağa emanet edişleri beni çok etkilemişti. Umarım siz de hem kitabı okur hem de diziyi izlersiniz, görüşmek üzere. 

Dizi: Savaş ve Barış (2016)

Uyarlanıldığı Eser: Savaş ve Barış (Leo Tolstoy, 1867)

Yazar: Yağmur Zeyrek

Rus edebiyatının en ünlü eserlerinden biri olan Leo Tolstoy’un Savaş ve Barış’ının onlarca uyarlaması yapıldı. Müzikalinden tutun filmine, Rus yapımından tutun Amerikan yapımına bu klasikleşmiş kitabın karakterleri birçok şekilde hayat buldu. 2016 yılında ise, BBC bu büyük eseri bir mini seri haline getirdi. Tom Harper’ın yönetmenliğini yaptığı mini seride, Lily James (Natasha), Paul Dano (Pierre), Jessie Buckley (Marya) ve James Norton (Andrey) gibi ünlü isimleri izliyoruz. Yapımın müzikleri Martin Phipps’e ait ve mini seri boyunca Tolstoy’un kitapta yarattığı atmosferi ekrana taşırken büyük bir rol oynuyorlar. 

6 bölümlük mini seride, Natasha ve Pierre’i izliyoruz ama aynı zamanda bu devasa kitabı, derinlemesine anlatmayı da başarıyor. Çoğu uyarlamanın en büyük sorunlarından biri eksik noktalar bırakmak, karakter üzerinde yeterince zaman harcamamak denebilir. Bu fantastik kitaplardan tutun, Savaş ve Barış gibi klasiklere kadar uyarlamalarda fazlasıyla gördüğümüz bir durum. BBC uyarlamasında ise seyirci olarak her karakteri detaylıca gözlemleyebiliyoruz. Karakterlerin hikayesinin arka planında ise Napolyon’un Rusya işgalini izliyoruz. Ayrıca karakterlerden yola çıkarak savaşın toplum üzerindeki etkisinin de farklı sınıflar üzerindeki etkisini ve dönemin koşullarını da ne kadar gerçekçi yansıtıldığını görebiliyoruz. Tolstoy’un romanlarındaki realizm unsurunu göz önüne alırsak, bunun aynı zamanda görsel olarak yansıtılabilmiş olması da çok önemli.   1800 sayfaya yakın kitabın 6 bölümle kısıtlanması insanı başta tereddüte düşürse de eleştirmenlere göre BBC’nin yapımı yarattığı atmosfer ile seyirciyi memnun etmeyi başarıyor. Çekimler Litvanya ve çoğunlukla Rusya’da yapılmış, yani kitabın gerçek mekanlarına da ne kadar sadık kalındığını görebi. Rusya’nın şatafatlı sarayları, uçsuz bucaksız doğasıyla mini-seri sinematografik olarak da seyirciyi tatmin ediyor. 

Çoğu insanın başlamaya korktuğu, gözünde büyüttüğü bir kitap olan Savaş ve Barış’ın içine bir şekilde girmek istiyorsanız, diziyle paralel gitmeyi deneyebilir veya diziyi izleyerek başlayabilirsiniz. Her ne kadar Rus eleştirmenler diziyi “fazla İngiliz” bulmuş olsa da bence yapım hikâyeden ayrı değerlendirilmeyi de hak ediyor. Hikâye her ne kadar çok büyük bir yere sahip olsa da oyunculuklar, müzikler ve atmosfer diziyi bir üst seviyeye çıkarıyor. Tolstoy’un bu eşsiz eserinin yerini tutmasa da Savaş ve Barış’ın BBC uyarlaması izlenmesi gereken bir yapım! 

Kaynakça:

https://www.theguardian.com/tv-and-radio/2016/jan/26/russia-verdict-on-bbc-war-and-peace-reviews

Leave a Reply