Kütür Sanat Dosyamızın yazarları Anıl Tahmisoğlu, Cansu Şahin ve Sudenur Soysal.

Cansu Şahin 

Mekanları ön plana çıkaran; mekanı ön plana çıkarmasa da mekansız olamayacak ve aralarındaki ilişkiyi her anlamda inceleyebileceğimiz bir alandır edebiyat. Şairlerin belki de en büyük başarısı mimarlarla yarışacak belki de onları aşkın mekan algılarının olması. Bu aşkınlığı da aşan bir durum vardır ki Edip Cansever’in mekanları bir ‘masa’da toplamış olmasıdır.  

Zaman ve mekan işleyişi yıllarca geometrik, kartezyen ve birçok düzlemde işlense de hiç şüphesiz ki mekanı ve zamanı şu ana kadarki en ilerici düzleme taşıyanlardan biri de Henri Bergson’dur ve Türkiye Cumhuriyetinin inşasındaki düşünsel etkisi büyüktür. Hal böyle olunca dönemin şairlerini etkilemesi de kaçınılmaz olmuştur. Birçok şiirinde zamanı bize iletiş şekliyle farklı olan Cansever’in bu sefer ‘Masa da Masaymış Ha!’ şiirinde lineer ilerleyen; çünkü kendisinin bize şiirde sunduğu işçi-emekçi ‘adam’ın zamanındayız; Henri Lefebvre’nin gündelik yaşamı anlatışından, Marx’ın altını çizdiği yabancılaşmadan ayrı düşünülemez bir zaman-mekandayız. İşçi ‘adam’ın şiirdeki en büyük lüksünün birkaç gün boyunca ötelediği birasından ‘adam’ın mutfağına, yatağına, deneyimlediği sokağa kadar her türlü yaşamsal faaliyet mekanlarını bir masada anlattı bize Cansever ya da zaten bir masada geçen ömrü şiire döktü. 

İşçi sınıfını bir başka sanatçının gözünden anlatıldığı Dokuz Altı Yolları* şarkısında da yine masa ile işçi arasında bir bağ kurulmuştur: ‘Umutlar bir kasada, sıkışmış bir masada…’ Bu masada bir şey var demek ki… Sanatçıların yüklediği anlam, insanların farkında olmadan yüklediği anlamın ortaya çıkarılması olsa gerek. ‘Yaşantı refleksiyonu’nu ya da onun da refleksiyonunu şairlerin, sanatçıların bize eserlerde sunmalarına tanık oluyoruz adeta. Sanki bize işçi sınıfının bir mekana bile çok görüldüğü ve hayatını bir masaya sıkıştırmak zorunda olmasını şiirle, şarkıyla anlatıyorlar bize. Bir masada, o masanın özünde sıkışan umutlardan, uzaklara bakacağı penceresini masaya sıkıştıran, masasını da masaya koyan bir düzendeki adamı anlatıyor. Masa nedir ki en nihayetinde? Bacaklarıyla bir yüzeye taşıyıcı olan nesne. Özne olabilme mücadelesinde nesnenin içine hayat sıkıştırmış, bindirdiği yük aslında kendi bacakları olan bir adam. Öyle bir ‘adam’ ki Cansever’in adamı bir sandalye bile çekip oturmuyor masaya… 

Kaynakça  

Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Dergisi 45,1 (2005) 27-55 FENOMENOLOJİ VE EDMUND HUSSERL’DE APAÇIKLIK (EVIDENZ) PROBLEMİ Ülker Öktem 

Lüleci, M. (2016). Edip Cansever Şiirinde Zaman Algısının Kaynakları: Bergson, Eliot ve Varoluşçuluk. Edebî Metinlerde Zaman Kavramına Dair İncelemeler, Editör: Canan Uğurdağ. Ankara: Gazi Kitabevi, 93-116. 

*Dokuz Altı Yollarında, Sanatçı: Efkan Şeşen, Albüm: Gölgeler Şehri, Çıkış: 2006  

 

Sudenur Soysal

 Edip Cansever’in şiirleri oldukça durudur. Okursun anlamak istediğini anlarsın. Hayatta her zaman karşılaşabileceğin kelimelerle cümleler kurar ve onları öyle birleştirir ki düşüncelere dalar gidersin. Hiçbir ideolojiyi dayatmaz fakat Cansever’in hayatına dair bilgilenenler bilir ki kendisi sosyalizmin destekçilerindendir. Bu bilgiyle bakıldığında Cansever’in şiirleri farklı bir tat verir. Aralarda bazı satırlar seçersin ki kapitalizm eleştirisi dolu…  

Cansever şiirden başka hiçbir şeyi olmayan şairlerden değildir. Bir dükkânı, geliri, parası vardır. Hatta onu tanıyanlardan biri bu durumdan bazen utanç duyduğunu bile belirtir. Fakat paranın olup olmaması savunduğun ideolojiye farklı bir hava katmaz. Sosyalizm zaten parasızlık değil eşitliktir. Kapitalizm de zenginlik değil bilinçsiz özgürlüktür. Cansever’in şiirlerinde de savunduğu ideolojilerden esintiler almak isteyen alır. Başka şekilde görmek isteyen öyle de görür. Hayata dair şiirlerin de güzelliği budur zaten. Hayattan herkes kendisini bulabilir.  

Masa da Masaymış Ha şiirinde de ekonomiye dair sözler yer alır. Önce somut olarak varlığını koyar masaya şair sonra ideolojilerini serer. Aynı hayatında olduğu gibi. Çatışır mı bunlar, bizce hayır. Üçle üçün dokuz etmesi gibi mantık çözer mi bunu? Hepsi ağır gelir mi peki masaya? Gelse bile masa taşır, Cansever’in de taşıdığı gibi. Tokluğunu koyar şair masaya açlığıyla beraber. Hepsi masadadır artık, masa aldıkça alır. Yeter mi yetmez. Koyar da koyar masaya. Taşır mı taşır.   

Anıl  Tahmisoğlu

Hayatın getirdiği tüm sorumlulukları bir masaya koyabilir miyiz? Keşke koyabilsek de biraz hafiflesek. Maalesef yaşamak demek çoğu zaman yükleri sırtlamaktan başka bir şeyden ibaret değildir. Çıkarsak cebimizden derdimizi, hayatımızın bütün yükünü arada sırada ve koyabilsek bir yerlere, koyabilsek “üç kere üç”ü yani yaşamın objektif gerçeklerini. Koyabilsek isteklerimizi, bir bira içme isteğimizi cebimizden çıkarsak da koysak bir masaya. “Adam ha babam koyuyordu” diyor Edip Cansever, aslında masaya konmayan bir şey kalmamıştı. Masa filan yoktu aslında ortada. Masaya konmayan şeyler neredeydi? Masaya konmayan hiçbir şey kalmamıştı ki. Masa imgesi aslında hayatın ta kendisiydi. Bir yanda sorumluluklar, yükler, gerçekler ve sonsuzluk vardı bir yandan da onları taşıyan masa mı vardı? Öyle değildi işte. Masa falan da yoktu ki, orada biz vardık. Adam masanın üstüne koyduğu şeylerden ibaretti zaten. Adamın sıkıntısını anlatmıyordu aslında Edip Cansever, Adam’ın kendisini anlatıyordu. Adam masaya koyduklarıyla birlikte imgelerden ibaret olan şeyler bir anda vücut bulmuştu. Adam çıkarıp aklını koyuştu masaya. İnsanın kendisi zaten masaydı. Masa da masaymış ha! İnsan neleri taşıyor hayatı boyunca ama yer oluyor her zaman daha fazlası için. Masa kaldırıyor üstüne konanları. Yalnızlığı, yorgunluğu, adama biçilen rolü de taşıyordu açlık da tokluk da masadaydı zaten ölüm de yaşam da masadaydı.  Masa öyle bir imgeydi ki her şey masadan ibaretti özgürlük de oradaydı uyku da oradaydı. Toplum zaten masadaydı da Edip Cansever öyle yazmamıştı işte. Adamın yaşama sevinci de hayatta ne yapmak istediği de oradayısa zaten başka bir şey kalmamıştı geriye. İnsanlık masada mı duruyordu? Yoksa insanlık bu Adam’dan  mı ibaretti?  

Leave a Reply